Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) Başkanı Muhiddin Gülal, bugüne kadar kendilerine devredilen 26 bankaya toplam 31,6 milyar dolarlık kaynak aktarıldığını belirterek, “TMSF’nin, 31 Aralık 2020 itibarıyla banka çözümleme ve alacak takip gelirlerinden sağladığı toplam tahsilat tutarı finansal gelirler dahil 23,2 milyar dolara ulaşmıştır. Ulaşılan tahsilat rakamı, uluslararası ölçekte örnek gösterilen çok yüksek bir geri kazanım oranını ifade etmektedir.” dedi.
Devletin zirvesinde yaşanan Anayasa kitapçığı fırlatma olayı ve onun tetiklediği 2001 krizinin üzerinden 20 yıl geçti. Borsa ve döviz kurlarının hızla değer kaybettiği olayın ardından, ekonomi önemli ölçüde küçüldü, bankalara el koyma süreci hız kazandı.
AA muhabirine olayın bankacılık sektörüne etkisine ilişkin değerlendirmelerde bulunan TMSF Başkanı Muhiddin Gülal, bugüne kadar Fon’a, 24’ü 2003 yılından önce olmak üzere, toplam 26 bankanın devredildiğini söyledi.
Bu bankaların etkin, süratli ve kamuya en az maliyet yükleyecek şekilde çözümlenmesine yönelik çalışmalar yürütüldüğünü vurgulayan Gülal, tamamen batık bankaların sistemden güveni zedelemeden çıkarılması ve yaşatılmasının, mümkün bankaların ise sisteme yeniden kazandırılmasının sağlandığını anlattı.
Gülal, banka çözümleme sürecinde TMSF’ye devrolan bankalara, çoğu 2000 ve 2001 yıllarında olmak üzere, tarihi değerlerle ana para olarak 31,6 milyar dolarlık kaynak aktarıldığı bilgisini vererek, “TMSF’nin 31 Aralık 2020 itibarıyla banka çözümleme ve alacak takip gelirlerinden sağladığı toplam tahsilat tutarı finansal gelirler dahil 23,2 milyar dolara ulaşmıştır. Ulaşılan tahsilat rakamı uluslararası ölçekte örnek gösterilen çok yüksek bir geri kazanım oranını ifade etmektedir. TMSF, kendisine verilen yasal yetkilerle üstün bir tahsilat başarısı elde etmiştir.” diye konuştu.
TMSF’ye devrolan 26 bankanın ilgili hakim ortak gruplarında takip ve tahsil işlemlerinin yürütüldüğünü ve yürütülmeye de devam edildiğini belirten Gülal, şunları kaydetti:
“Hakim ortak grupları dışında ise kurumsal ve bireysel kredi alacakları ile ilgili olarak da takip ve tahsil işlemleri yürütülmektedir. TMSF tarafından, kendisine devredilen bankaların çözümlenmesi kapsamında, 31 Aralık 2020 itibarıyla yaklaşık 208 bin adet alacak dosyası devir ve temlik alınmıştır. Takipli alacaklardan, TMSF’ye devir tarihlerinden 31 Aralık 2020’ye kadar ayni ve nakdi olarak toplam 17,8 milyar dolar tahsilat sağlanmıştır. Bundan sonraki dönemde ise yaklaşık 250 milyon dolar daha tahsilat yapılabileceği öngörülmektedir.”
Gülal, Ocak 2021 itibarıyla 64,1 milyar lira rezervlerinin bulunduğunu aktararak, “Rezervimizin sigortalı mevduatı karşılama oranı yüzde 7,4’tür. Dünyada kabul gören oran ise yüzde 3 seviyesidir. Dünyanın en kuvvetli mevduat sigortacılığı kurumlarından biriyiz. 2001’de yaşadığımız kötü tecrübe nedeniyle rezervimizi büyütebildiğimiz kadar büyüteceğiz.” ifadelerini kullandı.
“Siyasi istikrar, güven ortamının sağlanması için olmazsa olmaz”
Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Genel Başkanı Abdurrahman Kaan da olayın ekonomiye etkilerine ilişkin görüşlerini paylaşarak, 19 Şubat 2001’de düzenlenen MGK toplantısında dönemin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı arasında patlak veren krizin faturasını, tüm milletin ödediğini söyledi.
Tarihin en büyük ekonomik krizlerinden birine neden olan bu vakıa sonrası ortaya çıkan ekonomik göstergeleri değerlendirdiklerinde, korkunç bir tablo ile karşılaşıldığını belirten Kaan, “Borsanın ilk günden yüzde 15’e varan değer kaybı ve 8 milyar dolara yakın döviz çıkışı şoklarını, yıl genelini yüzde 5,7 küçülen bir Türkiye ekonomisi takip etmişti. 2000 yılında 1,4 milyon olan işsiz sayısı, 2001’de 1,9 milyon olurken, 2002’de 2,4 milyona tırmanmıştı. Binlerce KOBİ’mizin kepenk kapatmak zorunda kaldığı ve birçok büyük işletmemizin iflas bayrağını çektiği bu zorlu dönem, ‘yazarkasa eylemi’ ile sembolleşmiş ve aradan geçen 20 yıla rağmen hiç unutulmamıştır.” dedi.
Kaan, 2001’de yaşanan Anayasa Kitapçığı Krizi’nin, koalisyon döneminin alışılagelmiş arızalarından birini yeniden gösterdiğini ifade ederek, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Aradan geçen yıllarda çok daha iyi anlaşılmıştır ki; ekonomiye olan güvenin etkileri hesaplanamayacak kadar önemlidir ve güven ortamının sağlanması için olmazsa olmaz koşulların başında siyasi istikrar gelmektedir. Nitekim siyasi istikrarsızlığın siyasi yozlaşmayı beraberinde getirdiğini, ekonomik yolsuzlukları artırdığını, siyasete ve siyasi kurumlara olan güveni azalttığını birçok kez acı şekilde tecrübe ettik. Yıllar süren koalisyon dönemlerinin artık olağan hale gelen siyasi ve ekonomik istikrarsızlık doğuran yapısı, nihayet 2002 sonrası tesis edilen istikrar ortamı sayesinde ortadan tamamen kalkmış ve bugün Türkiye ekonomisi iç ve dış şoklara karşı direncini o yıllara kıyasla katbekat artırmayı başarmıştır.
Siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanmasının ardından, bilhassa son yıllarda ekonomi güvenliğine yönelik alınan tedbirler sayesinde Türkiye ekonomisinin kırılgan yapısı asgari düzeye indirilmiş ve bu bağlamda da bir istikrar sağlanmıştır. Artık geçmişe kıyasla iç ve dış şoklara karşı çok daha fazla dirence gösteren yapısı sayesinde; bir şokla her şeyin tepetaklak olduğu bir ekonomiden değil, kendisine yöneltilen bütün ataklar, algı operasyonları ve girişimlere rağmen güçlü ve istikrarlı yapısını muhafaza edebilen bir Türkiye ekonomisinden söz edebiliyoruz.”
“Siyasi belirsizlik piyasada daha fazla tedirginliğe neden oldu”
Ahlatçı Yatırım Genel Müdür Yardımcısı Tonguç Erbaş ise, olayın yaşandığı dönemde piyasalardaki hareketliliği anlattı.
Türkiye için en önemli piyasa değişkenlerinden birinin siyasi değişimler olduğunu belirten Erbaş, “Kimsenin tahmin etmediği Anayasa Kitapçığı’nın fırlatılması hadisesi, zaten kırılgan bir dönemde olan Türkiye için zorlu bir sürecin başlamasına neden oldu. Baktığımız zaman geçtiğimiz 20 yılda daha birçok vahim olaylar da yaşadık, darbe girişiminden tutun da kur hareketlerine, ABD ile olan krizlere kadar… O zamanlar siyasi olarak belirsizlik vardı. Siyasetin nasıl şekilleneceği, koalisyonlar içerisinde belli olmadığı için, piyasada daha fazla tedirginliğe neden oldu. Hem borsada hem kurda çok daha negatif bir görüntünün seçimlere kadar kaldığını hatırlıyorum.” dedi.
Erbaş, 1990-2003 arasında şu anki sermaye piyasaları ve varlık çeşitliliğinden çok daha küçük bir ortamın bulunduğuna işaret ederek, yatırımcının şu anki gibi VİOP’ta kendini hedgeleyemediğini, opsiyonlarda bant pozisyonlarını daha profesyonel anlamda koruyamadığını söyledi.
Yatırımcıların sadece borsa ve onun karşılığında döviz veya altın gibi ürün alabilme imkanları olduğunu anımsatan Erbaş, “Ne forex piyasası, ne vadeli piyasa vardı o dönemde. Dolayısıyla borsada olanlar çok önemli bir kayıp yaşadı. Döviz açısından da borcu ya da yükümlülüğü olanlar şok etkisi yaşadı. Yatırımcılar ellerinde ne varsa panik havasıyla bulabildikleri fiyattan çıkardılar. O dönemde yapabildikleri tek şey de buydu.” ifadelerini kullandı.