Milliyet gazetesi için Longyearbyen kasabasını kaleme alan Betül Yasemin Keskin’in haberine göre Kuzey Buz Denizi’nde Norveç’e bağlı Svalbard takımadaları zorlu hava koşulları nedeniyle birçok kişi için gizemli bir bölge. Dünyada çok az insanın ziyaret ettiği bu bölgenin her bir köşesi film karelerini aratmıyor. Yılın büyük bir çoğunluğunu karlar altında geçiren Svalbard’ı dünyanın en zorlu bölgelerinden biri yapan ise yalnızca iklim koşulları değil. Svalbard’ın yönetim merkezi Longyearbyen’de uygulanan bazı kurallar ise duyanları hayrete düşürüyor.
1900’lü yılların başında Longyearbyen’de o zamanlar İskandinavya’nın en büyük kömür madenlerinden birinin temelleri atıldı. Madenin yakınlarına işçiler için bir yerleşim yeri de kuruldu. 2000’li yıllarda kömür madeni tamamen tükenmesine rağmen orada yaşayanlar onlarca yıldır bulundukları kasabayı terk etmek istemediler. Ancak zorlu hava koşulları kasaba için her zaman önemli bir sorun oldu. 120 gün boyunca güneş çıkmayan bu kasabada insanlar yaşamak hatta ölebilmek için bile bazı kurallar koydular.
Yasakların temeli, İspanyol gribine dayanıyor
Takvimler 1950’li yılları gösteriyordu. Ağırlıklı olarak maden işçilerinin yaşadığı Longyearbyen kasabasında ölmek resmi olarak yasaklandı. Bu yasak kulağa ilk etapta çok tuhaf geliyor olabilir. Ancak yasanın gerekçisi oldukça mantıklı. Aslında bu kuralın yasalaşma sebebi 1918-1920 yılları arasında neredeyse tüm dünyayı etkisi altına alan İspanyol gribine dayanıyor.
Bir dönemi kasıp kavuran ve ölümcül bir hastalık olan İspanyol gribi o yıllarda Svalbard’da yaşayanlara da bulaştı. Küçücük adada hastalığa yakalanan ve hayatını kaybeden insanların naaşları yerleşim yerlerinin içerisine gömüldü. Ancak gribin etkisini kaybetmesinden yıllar sonra Svalbard’ın merkezi olarak kabul edilen Longyearbyen Kasabası’nda yeniden İspanyol gribi görüldü.
Hastalananlar adadan uzaklaştırıldı
Yetkililere göre etkisini kaybetmiş bir virüsün çok fazla turistin gelip gitmediği bu bölgede yeniden görülmesi imkânsızdı. Olayın peşine düşen yetkililer sonunda sorunun kaynağını buldular. Yapılan araştırmalara göre oldukça soğuk olan ve neredeyse büyük bir çoğunluğu buzulla kaplı olan bu bölgede toprağın altına gömülen insanların cesetleri kurumamış ve vücutlarındaki virüsler hâlâ aktif bir şekilde yaşıyordu. Bu durumun kasaba halkı için büyük bir tehdit olduğunu gören yetkililer mezarların yerini çok uzak bölgelere taşıdılar.
O günden itibaren adada hastalanmak ve ölmek yasaklandı. Yaşlı ve ölümcül bir hastalığa sahip olanlar ise adadan uzaklaştırılmaya başlandı. Bu nedenle birisi kendini çok hasta hissediyorsa daha iyi tedavi edilebilmesi ya da ölecekse rahatça gömülmesi için Norveç’in güney tarafına gönderildi.
Longyearbyen’de hayatını kaza sonucu kaybedenlerin cansız bedenlerinin gömülmesi için yakılmaları gerekiyor. Fakat bu yakılma işlemi devlet izni olmadan yapılamıyor.
Doğum yapacak kadınları başka şehirlere gönderiyorlar
Longyearbyen’de yaşamanın ölümden sonraki ikinci kuralı ise doğum. Tıpkı ölmeye izin verilmediği gibi kasabada doğum yapmaya da izin verilmiyor. Çünkü bu kasabada doğum için sağlıklı bir ortamın olmaması olası bir komplikasyonda doğum yapan kişinin hayatını kaybetmesine sebep olabilir. Aslında ölmenin yasak olduğu bir yerde doğum yaparken yaşanacak bir ölüm de sorun oluşturacağından kısacası sonu ölüme çıkan her türlü faaliyetin yasak olduğunu söylemek mümkün. Longyearbyen’de hamile kalan kadınlar da tıpkı hasta olanlar gibi Norveç’in diğer şehirlerine gönderiliyor ve orada doğum yapmaları için destekleniyorlar.
Doğum ve ölüm gibi Longyearbyen’de yasak olan bir diğer şaşırtıcı yasak da kedilerin yaşamasına izin verilmemesi. Bunun nedeni kedilerin yerleşim yerindeki kuşları avlayarak neslinin tükenmesine neden olması.