ABD ve Almanya gibi ülkelerin İsrail’i Gazze’de işlediği savaş suçlarına rağmen koruma çabalarına rağmen katliam karşısında dünyadan gelen tepkiler sertleşiyor.
İsrail, Gazze Şeridi’ne saldırılarında çoğu çocuk ve kadın 13 bin kişiyi öldürdü. Saldırılar nedeniyle enkaz altında kalan ya da cesetleri sokaklarda olup da henüz ulaşılamayan, 4 binden fazlasını kadın ve çocukların oluşturduğu 6 bin kişiden haber alınamıyor.
İsrail, 7 Ekim’den sonraki baskı ve şiddetli saldırılarla da bölgenin kuzeyinden 400 bin civarında sivili zorla güneye göç ettirdi.
İsrail’in hastaneleri, okulları, ibadethaneleri, camileri, kiliseleri, ambulansları ve mülteci kamplarını ayırt ekmeksizin bombalaması kalıcı ateşkese olan acil ihtiyacı gösteriyor.
Binyamin Netanyahu yönetiminin terörle mücadele bahanesiyle başlattığı saldırılar, en büyük destek ve cesareti aldığı ABD ile Avrupa ülkelerinde haftalarca kendini savunma hakkı olarak yorumlanırken, bu saldırıların katliam boyutuna ulaşıp iç kamuoylarından artan tepki nedeniyle Batı yönetimlerinin ses tonunun değiştiği görüldü.
Buna rağmen, başta İsrail’e sınırsız destek veren ABD, Almanya ve İngiltere gibi Batılı ülkeler, ateşkes çağrılarını reddederek İsrail’i dış baskılardan korumaya çalışıyor.
İngiltere, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyini (BMGK) vetolarla bloke ederek örgütün etkili şekilde devreye girmesini önlerken başta Almanya olmak üzere İsrail destekçisi Avrupa Birliği (AB) ülkeleri AB’nin kurumsal düzeyde ateşkes çağrısı yapmasının önüne geçiyor.
Öte yandan İsrail’in Gazze’deki katliamlarına dünyanın dört bir yanından tepkiler yükselmeye devam ediyor.
AA muhabiri, İsrail’in Gazze’ye devam eden saldırılarında Batılı ve Batı dışındaki ülkelerin tutumlarını derledi.
İsrail’i başından beri koşulsuz destekleyen ABD, ateşkes baskısını kırıyor
İsrail yönetimi Gazze’ye saldırılarında “sınırsız” desteği ABD’den bulurken, sivil can kayıplarına rağmen ABD halen Gazze’de net şekilde “ateşkes” çağrısı yapmayı reddediyor.
ABD’nin BMGK’ye 25 Ekim’de sunduğu veto edilen karar tasarısında “Hamas’ın 7 Ekim’de gerçekleştirdiği terör saldırıları şiddetle kınanırken” ülkelerin meşru müdafaa hakkı bulunduğuna işaret ediliyordu.
Tasarıda ateşkes yerine “çatışmalara insani ara verilmesi”nin gerekliliğine dikkat çekilirken Gazze’ye sürdürülebilir yardım sağlanması gerektiği kaydediliyordu.
Öte yandan Rusya’nın 16 ve 25 Ekim’de BMGK’ye Gazze’de derhal “insani ateşkes” ilan edilmesine ilişkin sunduğu karar tasarısı, ABD tarafından veto edildi.
ABD Başkanı Joe Biden, 7 Ekim’de yaptığı yazılı açıklamada, İsrail’in “meşru müdafaa hakkı” bulunduğunu savunarak, “İsrail hükümeti ve halkına tüm desteği sağlamaya hazır olduğumuzu belirttim.” ifadesini kullandı.
ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcü Yardımcısı Sabrina Singh, 18 Ekim’de yaptığı açıklamada, İsrail’e, “Hamas’ı etkisiz hale getirmesi ve etkili şekilde geri püskürtmesi için ihtiyaç duyduğu güvenlik sistemlerini” verdiklerini belirtti.
Başkan Biden, 24 Ekim’de Beyaz Saray’da yatırımlar üzerine yaptığı konuşmada gazetecilerin sorularını yanıtlarken, ateşkesi ancak “Hamas’ın elindeki tüm rehineler serbest kaldıktan sonra” görüşebileceklerini açıkladı.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, İsrail’in başkenti Tel Aviv’i ziyareti kapsamında yaptığı açıklamada, “Bunlar zor günler, her zaman olduğu gibi buradayız ve İsrail ile dayanışmamızı sürdüreceğiz. İsrail’in, kendini savunmaya yönelik sadece hakkı olmadığı, aynı zamanda kendini savunma zorunluluğu olduğu konusundaki duruşumuz sürüyor. İsrail, 7 Ekim’in tekrar yaşanmaması için her şeyi yapma hakkına sahiptir.” diye konuştu.
Blinken, 4 Kasım’da Ürdün’ün başkenti Amman’da yaptığı açıklamada ise “Şimdi yapılacak bir ateşkes, Hamas’ın gücünü yeniden toplamasına ve 7 Ekim’de yaptıklarını tekrarlamasına olanak tanıyacaktır.” ifadesini kullandı.
ABD yönetimi defalarca, İsrail’in Gazze’deki askeri eylemleriyle ilgili hiçbir “sınır koymadıklarını” kaydetti.
Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Koordinatörü John Kirby, İsrail’in öldürdüğü sivil sayısının 7 bin 326’ya ulaştığı 27 Ekim’de yaptığı açıklamada, “İsrail için kırmızı çizgiler koymuyoruz. Onların güvenlik ihtiyaçlarını desteklemeye devam ediyoruz ve bu devam edecek.” dedi.
ABD yönetimi ancak İsrail’in yol açtığı katliamda hayatını kaybeden Filistinli sayısı 11 binin üzerine çıktıktan sonra sivillerin durumuna dair söyleminde ton değişikliğine gidip İsrail’e uyarı denilmesi güç, üstü kapalı mesajlar vermeye başladı.
Almanya tarihi yüküyle en büyük İsrail destekçisi oldu
İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilere karşı soykırım suçu işlemenin tarihi yükü altındaki Almanya, İsrail’e kuruluşundan bu yana verdiği koşulsuz desteği istikrarlı şekilde devam ettirdi.
Avrupa’nın en büyük gücü olan Almanya, ateşkes çağrılarına kararlıkla karşı çıktı.
Almanya Başbakanı Olaf Scholz, 12 Kasım’da Arap ve İslam dünyasının ateşkes çağrıları karşısında sivillerin durumunu tümüyle göz ardı ederek, “(Gazze’de) Hemen ateşkes ya da uzun bir ara talebinin doğru olduğunu düşünmüyorum çünkü bu, İsrail’in, Hamas’ın toparlanmasına izin vermesi gerektiği anlamına geliyor.” dedi.
Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock da İsrail’e destek vererek, “Almanya için İsrail’in güvenliği tartışılamaz. Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü duruma değinmek bu açık ve sarsılmaz duruşla hiçbir şekilde çelişmez.” ifadesiyle ülkesinden insani anlamda bir şey beklenmemesi gerektiğini gösterdi.
İngiltere İsrail’e destek çizgisini değiştirmedi
İngiliz hükümeti, 7 Ekim sonrasındaki durum için hızla, İsrail’i desteklemek amacıyla Doğu Akdeniz’de, Kraliyet Donanmasına ait iki gemi ile deniz devriye ve gözetleme uçağı konuşlandırma kararı aldı.
İsrail’i 19 Ekim’de ziyaret eden İngiltere Başbakanı Rishi Sunak, İsrail yönetimine “Sizin kazanmanızı” istiyoruz derken binlerce Gazzelinin ayrım gözetmeksizin bombardımanlarda öldürülmesini görmezden geldi.
10 Kasım’da İngiltere Başbakanlık Sözcüsü, Gazze’de ateşkes çağrılarını desteklemediklerini yineleyerek mevcut durumda muhtemel ateşkesin Hamas’a fayda sağlamasını istemediklerini ileri sürdü.
İngiltere, BMGK’nin ateşkes kararı alamaması için ABD ile yoğun çaba harcayarak bunda başarılı oldu.
İngiliz hükümeti İsrail’e desteğini, iç kamuoyunda Gazze’deki katliama karşı yükselen sesleri bastırma arayışına girecek kadar ileri götürdü. O tarihte İngiltere İçişleri Bakanlığı görevini yürüten Suella Braverman, Londra’da düzenlenen Filistin’e destek gösterilerini “nefret yürüyüşleri” olarak niteledi. Gösterileri yasaklama niyetinde olan Braverman ülkedeki tepkilerin iyice artması üzerine 13 Kasım’da görevinden alındı.
Avrupa Birliği halen ateşkes çağrısında bulunmadı
AB, İsrail’in Gazze’ye saldırıları karşısında halen ateşkes çağrısında bulunmadı.
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in 14 Ekim’de İsrail’e yaptığı ziyarette Netanyahu’ya koşulsuz destek vermesi, Gazze’deki duruma değinmemesi, sivil kayıplardan kaçınılması yönünde hiçbir çağrıda bulunmaması AB içerisinde tepkilere neden oldu.
Aynı günlerde Avrupa başkentlerinde birbiri ardına düzenlenen Filistin’e destek gösterilerinde AB’nin tutumu sert biçimde eleştirilmeye başlandı.
AB Konseyi Başkanı Charles Michel’in “Gazze’de kuşatma ve temel ihtiyaçların karşılanmaması nedeniyle ortaya çıkan trajik manzaralar ve ciddi bombardımanın getirdiği yıkım, uluslararası toplumda alarm zillerini yükseltiyor.” ifadeleriyle davette bulunduğu olağanüstü liderler zirvesi, 17 Ekim’de İsrail’in 500 kişinin ölümüne yol açtığı hastane saldırısına denk geldi.
AB kurumlarının liderleri bu olayın ardından dahi, İsrail’in uluslararası hukuku çiğnediği ve savaş suçu işlediğine değinmedi.
Brüksel’de 26-27 Ekim’de düzenlenen olağan AB liderler zirvesinde günler süren müzakerelerin ardından ancak “insani koridorlar ve çatışmalara aralar verilmesi” yoluyla insani yardımların ulaştırılması çağrısında bulunuldu.
Zirvenin bittiği gece BM Genel Kurulunda oylanan Gazze’de ateşkes çağrısı yapan karar tasarısına AB üyesi 27 ülkeden yalnızca Belçika, İrlanda, Fransa, Lüksemburg, Malta, Portekiz, Slovenya ve İspanya olmak üzere 8 ülke destek verdi.
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell tarafından 12 Kasım’da Birlik adına yapılan açıklamada, “AB, insani yardımın Gazze halkına güvenli şekilde ulaşabilmesi için çatışmalara derhal aralar verilmesi, sınır geçişlerinde kapasitenin arttırılması ve özel bir deniz yolu da dahil insani yardım koridorlarının oluşturulması çağrılarına katılmaktadır.” ifadelerini kullanıldı.
Belçika’da savaş suçları ve Filistin’i tanıma gündemi
Belçika, 7 Ekim saldırılarının ardından Hamas’a tepki gösteren ve İsrail’e destek veren mesajlar yayımladı.
26 Ekim’de Belçika Başbakanı Alexander De Croo, Hamas’ın saldırılarını sürdürmesi halinde İsrail’in kendini savunma hakkı olduğunu belirterek, “Ancak bu, insanların hayatta kalması için gerekli ihtiyaçları kesmeye asla bahane olamaz. Gazze’nin abluka altında tutulması kabul edilemez ve abluka bitmelidir.” ifadelerini kullandı.
De Croo, 7 Kasım’da İsrail’in Gazze’deki mülteci kamplarına saldırılarına tepki göstererek, “Şahit olduğumuz şey artık orantılı karşılık olmaktan çıkmıştır.” dedi.
Belçika Kalkınma İşbirliği Bakanı Caroline Gennez de Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) İsrail hakkında savaş suçu soruşturması açmasını istedi. Belçika’nın Filistin devletini tanımayı düşündüğünü söyleyen Gennez, pek çok AB üyesi ülkenin hatta İspanya dahil büyük ülkelerin de Belçika gibi düşündüğünü dile getirdi.
15 Kasım’da ise Belçika’da Federal Parlamentonun Temsilciler Meclisi Başkanı Eliane Tillieux, İsrail’in gönderdiği “Hamas’ın saldırılarıyla ilgili videoyu” izletmeyi “O halde Gazze’deki katliamları da göstermek gerekli.” diyerek geri çevirdi.
Fransa’dan inişli çıkışlı hamleler
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 7 Ekim saldırılarına ilk tepkisi “İsrail’in kendini savunma hakkını koşulsuz destekliyoruz.” oldu.
Saldırıların başlamasının ardından ABD’li yöneticiler soluğu İsrail’de alırken, Macron, “uzlaşıya yönelik somut adımlar olmadan” ziyaret planlamadığını açıkladı.
Macron’un İsrail’deki temaslarından 4 gün sonra Fransa, Gazze’de acil insani ateşkesin sağlanması için BMGK’de oylanan tasarıya “evet” diyen sayılı Batılı ülkeler arasında yer aldı.
Macron 24 Ekim’de “İsrail’le dayanışma ziyareti” kapsamında Netanyahu ile bir araya geldi ve ortak basın toplantısında “Fransa, Irak ve Suriye’deki operasyonlarımız kapsamında içinde yer aldığımız DEAŞ’e karşı uluslararası koalisyonun, Hamas’a karşı da mücadele edebilmesine hazır.” dedi.
Dünyada şaşkınlıkla karşılanan ifadenin ardından Elysee Sarayı düzeltme yaparak Macron’un koalisyonun tecrübelerinden ilham alınmasını kast ettiği öne sürüldü.
Macron, bu sefer 9 Kasım’da Paris’te “Gazze’deki Siviller için Uluslararası İnsani Konferans” tertipleyip Filistinlilerin durumunu da düşündüğünü göstermeye çalışan bir mesaj verdi. Konferansta, 7 Ekim’den yaklaşık 1 ay sonra, ilk defa cılız bir sesle de olsa “ateşkes” dedi.
11 Kasım’da BBC’ye verdiği röportajda İsrail’e sert ton kullanan Macron, “Bebekler, kadınlar, yaşlılar bombalanıp öldürülüyor. Bunun hiçbir gerekçesi ve meşruiyeti yoktur. Bu yüzden İsrail’i durmaya çağırıyoruz.” dedi ve İngiltere ile ABD’den ateşkes çağrısı yapmalarını istedi.
Röportajın ardından İsrail ve Siyonist çevrelerden gelen tepkileri göğüsleyemeyen Macron, İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ile telefonlaşıp kendini izah etti. İsrail tarafına göre Macron, İsrail’i suçlamak gibi bir niyeti olmadığını, kendini savunma hakkını koşulsuz desteklediğini ifade etti.
Norveç, Filistin Devleti’ni tanımaya daha yakın
Norveç yönetimi, 7 Ekim saldırısının ilk günlerinde İsrail’in kendini savunma hakkının altını çizdi.
Ancak İsrail’in binlerce Filistinliyi öldürmeye başlamasıyla yönetimin tutumu değişti.
Norveç Başbakanı Jonas Gahr Store, İsrail’in tepkisinin uluslararası hukuka göre “orantısız” olduğunu vurguladı.
Hükümet, Parlamentoda bağımsız bir Filistin devletini tanımaya “hazır olunmasına” ilişkin teklif sundu. Teklifte, hükümetin “herhangi bir nihai barış anlaşmasına bağlı olmamak üzere barış süreci üzerinde olumlu etkisi düşünüldüğünde bağımsız bir Filistin devletinin koşulsuz tanınması” çağrısında bulunduğu kaydedildi.
AB içinde İrlanda ve İspanya farkı
AB Komisyonu, 7 Ekim saldırısından iki gün sonra Filistinlilere yönelik kalkınma yardımlarını dondurma kararı aldı. Ancak Lüksemburg, İspanya ve İrlanda kararın kendilerine danışılmadan alınmasına tepki gösterdi.
İrlanda yönetimi 18 Kasım’da, Avrupa ülkelerinin binlerce Gazzelinin öldürülmesine tepki vermediği günlerde İsrail’in Gazze’deki el-Ehli Baptist Hastanesine düzenlediği saldırıyla ilgili sorumlulardan hesap sorulmasını isteyip acil ateşkes vurgusu yaptı.
İrlanda, geleneksel olarak Filistin davasına ilgisini ve insani farkındalığını daha sonra da sürdürdü. İrlanda Cumhurbaşkanı Michael Higgins, İsrail’in ablukayla uluslararası hukuku çiğnediğini vurguladı. Aynı şekilde İrlanda Başbakanı Leo Varadkar da İsrail-Filistin çatışmasının 7 Ekim’deki saldırılarla başlamadığına işaret ederek, Filistinlilerin devlet kurma hakkına dikkati çekti. İrlanda yönetimi, İsrail’in mülteci kamplarına saldırılarına da tutarlı tepkiler verdi.
İspanya’da ise Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) lideri ve mevcut Başbakan Pedro Sanchez, yeni kurulacak azınlık sol koalisyon hükümetinin önceliğinin, Filistin devletini tanımak için çalışmak olacağını söyledi.
Buna karşın, BM Genel Kurulunda Gazze’de ateşkes çağrısı yapan karar tasarısına “hayır” oyu kullanan 14 ülkeden 4’ü AB üyeleri Avusturya, Macaristan, Çekya ve Hırvatistan oldu. 8 AB üyesi çağrıya “evet” dedi, 15 üye ülke çekimser kaldı.
Türkiye’nin net tavrı ve kalıcı barış için garantörlük önerisi
Türkiye, gerek İsrail’in Filistin’e yönelik politikasında gerek Gazze’deki duruma ilişkin hassas tavrını 7 Ekim’den sonra da korudu.
Türkiye, sivillerin öldürülmesini taraf ya da fail gözetmeksizin kınarken, İsrail-Filistin meselesine artık kalıcı çözüm getirilmesi ve bu olası çözümün muhafaza edilmesi için garantörlük mekanizması kurulması önerisini gündeme taşıdı.
Türkiye, garantörlük mekanizmasında garantör ülkeler üzerinden barışın kalıcı hale getirilip bozulmasına engel olunacak bir formülü uluslararası istişareye sundu.
BMGK’nin, İsrail’i koruyan ABD, İngiltere ve bazen de Fransa vetolarıyla işlemez hale gelmesiyle konunun BM Genel Kurulu gündemine taşınmasında en çok emek veren ülkelerin başında Türkiye geldi.
Türkiye, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve bölge ülkeleri nezdinde yoğun diplomatik girişimler yaparken, Batılı aktörlere de İsrail’e önkoşulsuz verdiği destekler konusunda sert uyarılarda bulundu.
Son olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Berlin ziyaretinde İsrail’e koşulsuz desteğiyle bilinen Almanya’nın Başbakanı Olaf Scholz’la ortak basın toplantısında, “Ben rahat konuşuyorum. Çünkü bizim İsrail’e borcumuz yok. Borçlu olsak bu kadar rahat konuşamayız. Ama borçlu olanlar, rahat konuşamıyorlar. Biz Holokost cenderesinden geçmedik.” dedi.
Arap ve İslam ülkelerinin tepkileri
İsrail’in 7 Ekim’den sonra Gazze’yi yerle bir eden saldırıları karşısında Mısır, Ürdün, Katar ve Suudi Arabistan başta olmak üzere birçok bölge ülkesinin diplomatik girişimleri oldu.
İsrail’in Filistin nüfusunu zorla yerinden edilip milyonlarca kişiyi komşu ülkelere göç ettirme niyetinin hissedilmesi, özellikle Mısır ve Ürdün’ün tepkilerini yüksek perdeden dillendirmesine neden oldu.
İki ülke, bu konunu kendilerinin kırmızı çizgisi olduğunu ilan etti.
Katar da İsrail’e tepkileri yanında esirlerin bırakılması için yapılan müzakerelerde aktif rol oynadı.
İslam ülkeleri, 18 Ekim’de Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde Dışişleri Bakanları düzeyindeki olağanüstü toplantıda, Filistin meselesinin tüm İslam alemi için önemli olduğu vurguladı.
Bildiride, “Özellikle kendi haklarını tayin etme, Filistinli mültecilerin dönüşü, bağımsızlık hakları, başkenti Kudüs olan ve 1967 sınırlarına dayanan bağımsız ve egemen Filistin Devleti’nin somut hale getirilmesi gibi Filistin halkının vazgeçilemez haklarının yanı sıra Filistin’in İsrail’in saldırganlığına karşı kendini savunma meşru hakkını da destekliyoruz.” ifadeleri kullanıldı.
11 Kasım’da İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ile Arap Birliğinin Ortak Zirvesinde, Filistin halkı güvenlik ve barışa kavuşmadan ve gasbedilen tüm haklarını geri almadan, İsrail’in ve diğer hiçbir bölge ülkesinin güvenlik ve barışa kavuşamayacağı, İsrail’in işgalinin devam etmesinin bölgesel güvenlik ve istikrar ile küresel güvenlik ve barışa tehdit oluşturduğu ilan edildi.
Zirvede, Filistinlilere yönelik silahlı şiddet de yürüten yasa dışı Yahudi yerleşimciler için “terörist” nitelemesi yapılarak ABD ve Batı’nın İsrail’e binlerce hayata mal olan koşulsuz desteği kesmesi istendi.
Latin Amerika’da İsrail’e tepkiler büyüyor
Latin Amerika’da ise Kolombiya Cumhurbaşkanı Gustavo Petro, 16 Ekim’de İsrail’in Kolombiya’ya güvenlik malzemeleri ihracatını durdurma kararının ardından “İsrail ile dış ilişkileri askıya alma” kararı aldı. 19 Ekim’de ise Petro, “İsrail’in Filistin halkına karşı barbarlığı, Hamas’ın İsrailli sivil halka karşı barbarlığını kat kat aştı.” dedi.
Petro, Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tebbun’un UCM’de İsrail’e karşı dava açma çağrısına katkıda bulunacaklarını da duyurdu.
Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro da 7 Kasım’da yaptığı açıklamada, İsrail’in Gazze’de devam eden saldırılarına tepki göstererek, “İnsanlık artık ayağa kalkmalı ve İsrail’in Filistin halkına yaptığı soykırıma ‘dur’ demeli.” ifadesini kullandı.
Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva ise 26 Ekim’de yaptığı basın toplantısında, “Sorun şu ki artık bu bir savaş değil sadece bir soykırım. Zira savaşla hiçbir ilgisi olmayan yaklaşık 2 bin çocuk öldürüldü. Gerçekten anlamıyorum; sonucu çocukların ve masumların ölümüne yol açacak savaşa bir insan nasıl katlanır, bilemiyorum.” değerlendirmesinde bulundu.
Bolivya da İsrail’le diplomatik ilişkilerini keserken Orta Amerika ülkesi Honduras ise İsrail’deki büyükelçisini geri çekti.