“Kovid-19 Zamanlarında Avrupa Dış Politikası” başlıklı kitap yayımlayan AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, “AB, Küresel Güçler, Yeni İmparatorluklar ve Çok Taraflılık” başlığı altında Türkiye ve Doğu Akdeniz’e değinirken “Türkiye ile öne çıkan konularda diyalog yolunu takip edeceğiz.” ifadesini kullandı.
Borrell, AB liderlerinin Doğu Akdeniz konusunda kendisine çok taraflı bir konferans düzenleme görevi verdiğini hatırlatarak, “Çok net olarak yapıcı ilişki yolunu tercih ediyoruz ancak siyasi çizgimiz de açık. Türkiye, uluslararası hukuku ihlal eden eylemlerini tekrarlarsa AB elindeki seçenekleri kullanacaktır.” ifadesine yer verdi.
Coğrafyanın değişemeyeceğini, Türkiye’nin de bir dizi konuda önemli bir ortak olmaya devam edeceğini vurgulayan Borrell, “Bu durum bizim bu büyük komşuyla tehlikeli karşı karşıya gelme dinamiğinden çıkmamızı sağlamalıdır.” değerlendirmesini yaptı.
Borrell, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de enerji paylaşımının ve Libya’daki çözümün dışında tutulamayacak bir ülke olarak görülmek istediğini vurguladı. Geçen yıl AB’nin dış politikasında ana konulardan birinin Türkiye ve Doğu Akdeniz olduğunu hatırlatan Borrell, “Bugün şu çok açıktır ki AB, Türkiye ve Rusya ile ilişkilerinde doğru dengeyi bulamadığı sürece kıtada istikrarı sağlayamayacaktır.” görüşünü paylaştı.
Göreve geldiğinde Türkiye ile ilişkileri onarmanın kendisi için en zorlu konulardan biri olacağını bildiğini aktaran Borrell, Türkiye’nin Doğu Akdeniz dışında Libya ve Suriye politikalarının da AB’ye uymadığını, 2016’daki göç konulu mutabakatın da iki taraf için beklenen meyvelerini vermediğini kaydetti.
Borrell, Türkiye-AB ilişkilerinde geçen yılın özetini yaparken “Maalesef Türkiye’nin Navtex ilanları ve Oruç Reis ile Barbaros gemilerinin isimleri Brüksel’de her gün kullanılır oldu.” ifadesini kullandı.
Türkiye-AB ilişkilerinin merkezinde Kıbrıs meselesi ve Türkiye’nin Yunanistan ile ilişkileri bulunduğunu yazan Borrell, bu iki meselenin daha fazla ertelenemeyeceğini vurguladı.
Borrell, Türkiye’nin dış politikasını değerlendirirken de Afrika, Batı Balkanlar, Suriye, Irak, Libya, Dağlık Karabağ’dan bahsetti ve “Türkiye, dikkate alınması gereken bir bölgesel güç haline geldi ve inkar edilemeyecek başarılar elde etti. Maalesef bazı konularda Türkiye’nin uluslararası gündemi ve yöntemleri AB’ninki ile aynı çizgide değil.” ifadesine yer verdi.
“Türkiye ile güçlü ilişki Avrupa’nın faydasına”
AB’nin aday ülke konumundaki Türkiye’ye soru sorma durumunda olduğunu anlatan Borrell, şunları kaydetti:
“İlişkiler tek yönlü olamaz. AB de Türkiye’ye üzerine düşenleri yaptığında aile üyesi olarak kabul edileceğini göstermeli. Bu noktada 2016’da imzalanan ortak mutabakatta bulunan pozitif gündem hayati rol oynamaktadır. Kısasa kısas dinamiğinden çıkış yolunu bulmalı, iş birliği ve güvene geri dönmeliyiz.”
Borrell, Türkiye ile ilişkilerin gerilemesi halinde AB’nin güçlü tedbirlere başvuracağını yazdı. Kitabın birçok yerinde ilişkileri onarmanın önemine dikkati çeken Borrell, “Türkiye ile iş birliğine dayalı güçlü bir ilişki Avrupa’nın istikrarına büyük katkı sağlar. Aynı şekilde Türkiye için de AB’den daha iyi bir ortak bulmak zor olacaktır.” değerlendirmesini yaptı.
“Yeni imparatorluklar karşısında AB”
Borrell, kitabının “Yeni imparatorluklar karşısında AB” başlıklı bölümünde ise Rusya, Çin ve Türkiye’den “yeni imparatorluklar” diye söz etti.
“Yeni imparatorluklarla” ihtilafları müzakere edip barışçıl yollarla çözebilmek için Avrupa’nın gücün dilini öğrenmesi gerektiğini belirten Borrell, şunları kaydetti:
“Avrupa, yakın çevremizde giderek artan şekilde ‘yeni imparatorluklar’ gibi davranan güçlerle karşı karşıya gelmektedir. Geçen yıl boyunca özellikle Doğu Akdeniz’deki durum ve Türkiye ile ilişkilerimiz gergin seyretti. Uluslararası hukuku ve üye ülkelerimizin haklarını savunurken bu büyük komşu ve ortakla müşterek zemin bulmaya çalışmalıyız. Fakat sadece Türkiye de bunu isterse ve buna göre hareket ederse başarılı olabiliriz.”
Rusya, Çin ve Türkiye’nin kendi özelliklerinin ötesinde üç ortak özelliği paylaştığını aktaran Borrell, bu ülkelerin dış dünyaya karşı egemenlikçi ve kendi sınırları içinde otoriter olduğunu, Avrupa’nın paylaşmadığı değerler üzerinde durduklarını yazdı.
Borrell, “Bu ülkeler kendi etki alanlarının tanınmasını ve bunu tüm dış gözlerden korumak isterler. Küresel oyunu değiştirmek istemektedirler çünkü dünyada bugünkü güç dağılımının onların yükseldiği dönemle hiç ilişkisi bulunmamaktadır. Bu noktada tezlerinden tamamen yoksun olmadıklarının kabul edilmesi gerekir.” değerlendirmesini yaptı.