AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, 27 Nisan e-muhtırasının 14. yılında, AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.
27 Nisan e-muhtırasının, Türkiye’deki “çirkin geleneğin” son halkası denilebilecek bir süreci temsil ettiğini belirten Çelik, Türkiye’de geçmişte, bir güvenlik kuvveti olarak değil, bir siyasi kuvvet olarak değerlendirilen askeri bürokrasinin, ülkenin yönetimiyle ilgili doğrudan yasamanın, yürütmenin, yargının alanına giren konularla ilgili bir takım kırmızı çizgiler ortaya koyduğunu anımsattı.
Bunun, az gelişmiş demokrasilerde ve darbe geleneğinin yaşandığı ülkelerde sık rastlanan bir durum olduğuna dikkati çeken Çelik, AK Parti’nin iktidara geldiği andan itibaren, askeri vesayet denilen ve ona bağlı olarak ortaya çıkan bu çirkin gelenekle çok ciddi mücadele ettiğini vurguladı.
Bu çirkin geleneğin, hem Türkiye’nin demokrasisine hem de Türk Silahlı Kuvvetlerine haksızlık olduğuna işaret eden Çelik, “Bundan, devletin işleyişi, demokratik sistemin işleyişi, sivil siyasetin işleyişi büyük bir zarar görüyordu. Aynı zamanda da silahlı kuvvetler sürekli politize oluyordu. Ama birilerinin kafasında hep, ‘yasama, yürütme, yargı ve silahlı kuvvetler’ gibi bir dörtlü siyasi kuvvet yaklaşımı vardı.” diye konuştu.
Ömer Çelik, Türkiye’de, sürekli bu tip vesayet girişimlerine destek veren, demokrasiyi askeri vesayet ya da yargı vesayeti üzerinden sakatlamaya çalışan, geleneği bununla dolu partilerin de bulunduğunu anlattı.
“Siyasi hayatımızın gizli devrimlerinden bir tanesi”
27 Nisan’ın, “bir muhtıra teşebbüsü” olduğunu vurgulayan Çelik, şunları kaydetti:
“Ama muhtıra olamadı. Bu da Cumhuriyet tarihinde çok önemli bir yere oturtuyor 27 Nisan gününü, gecesini ve ertesini. İlk defa, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir hükümet, muhtırayı kabul etmedi. Yani tebliğ edilen muhtırayı tebellüğ etmedi ve çıktı buna cevap verdi. Bu, Türkiye’de siyasi hayatımızın gizli devrimlerinden bir tanesidir. Geçmişte, muhtıralar verilirdi, hükümetler muhtırayı yerdi ve ondan sonra da gereğini yapacaklarını söylerlerdi. Böylece, anayasanın üstünde, seçilmiş iradenin üstünde, millet iradesinin üstünde, demokrasinin üstünde kırmızı çizgilerin ortaya koyulduğu bir askeri vesayet, herkes tarafından kabullenilmiş olurdu.”
AK Parti Sözcüsü Çelik, muhtıranın yayımlanmasının ardından, Başbakanlığı döneminde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, güçlü bir irade ortaya koyduğunu, buna cevap verilmesiyle ilgili bir tavır geliştirdiğini anlattı.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın, o gece telefonlara çıkmaktan kaçtığını, gece boyunca kendisine ulaşılmaya çalışılsa da bunun mümkün olmadığını söyleyen Çelik, hükümetin cevabı ifade edildiği andan itibaren, Büyükanıt’ın telefonlara dönmeye başladığını aktardı.
“Muhtıra olarak düşünülen çerçeve, bir kağıt parçasına döndü”
Ömer Çelik, “Eğer o gün kabullenilseydi, bu hükümet muhtıra yemiş olacaktı. Kabullenilmeyince o muhtıra teşebbüsü, muhtıra olarak düşünülen çerçeve, bir kağıt parçasına döndü ve ilk defa cumhuriyet tarihi boyunca bir hükümet muhtırayı kabul etmedi, muhtıraya direndi.” dedi.
Bunun, genelde rastlanmayan bir dönüm noktası olduğunu vurgulayan Çelik, “Hükümet tarafından politik olarak bunun kabul edilmediği, Genelkurmayın o zamanki sistem içerisinde Başbakanlığa bağlı bir kurum olduğu ve bu sorumluluk içerisinde hareket etmesi gerektiği hatırlatıldığı zaman, telefonlara çıkmayan Genelkurmay Başkanı o zaman tuttu, izahat getirmeye çalıştı, yani hükümetin cevap vermemesini temin etmek için, cevap vermesin hükümet diye. İşte ‘bizim maksadımız o değildi, sadece görüşlerimizi açıkladık’ vesaire gibisinden…” diye konuştu.
AK Parti’li Çelik, o gün teşebbüsü destekleyen pek çok siyasetçi olduğu gibi hükümetin cevabının arkasından, hükümetin duruşunu destekleyen çok sayıda kişinin de bulunduğunu belirterek, “Aslında bu, Türkiye’deki bir geçiş döneminin, yani vesayet döneminden demokratik konsolidasyon dönemine geçişin en önemli sembollerinden bir tanesiydi.” ifadesini kullandı.
“Sabaha kadar cevap hazırlandı”
Bildirinin yayımlanmasının ardından sabaha kadar cevap hazırlamak üzere çalıştıklarını anlatan Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu cevap, Türk siyasi hayatında aslında, bir hükümet adına öylesine zor bir günde, demokratik konsolidasyonu savunmak ve demokratik duruşu ortaya koymak açısından tarihi bir takım temalar içeren bir cevaptır. Orada, öteden beri ortaya çıkan bu çirkin geleneğin, yani ordumuzu da demokrasimizi de yıpratan bu çirkin geleneğin ortadan kalkması açısından önemli maddeler vardır. Başbakanlığa bağlı bir kurumun, Başbakanlık makamına, bağlı olduğu yönetime bu şekilde bir ültimatom veremeyeceği, anayasanın maddeleri hatırlatılarak ortaya konulmuştur.”
Cevapla ilgili o gece çalışmayı yaparken, çok fazla arayan, “ne yapıyorsunuz, bir hazırlığınız var mı, bir cevap verecek misiniz” diye soran olmadığını aktaran Çelik, “Yani önceki dönemler gibi bir tablo, Ankara’nın üzerine gri bulutların çöktüğü bir tablo ortaya çıkmıştı. Hükümetin cevap vermesiyle birlikte, o çirkin geleneğin sona erdiği, ters yüz edildiği bir döneme geçilmiş oldu. Ondan sonra da zaten pek çok adım atıldı. Dolayısıyla şu önemlidir, bir muhtıra teşebbüsü onu kabul ederseniz muhtıra olur, kabul etmediğiniz andan itibaren bir kağıt parçasına döner.” değerlendirmesinde bulundu.
Ömer Çelik, silahlı kuvvetleri yıpratan, politik kuvvet haline getirmeye çalışan bir yaklaşımın bulunduğunu belirterek, şöyle devam etti:
“Nitekim ondan sonraki demokratik dönüşümler ortaya çıktıktan sonra bir gün, anayasa hukukçusu da olan bir CHP Milletvekili çıktı, ‘Ordu kağıttan bir kaplanmış, artık darbe yapacak gücü kalmamış’ diye hayıflandı. Aslında bu çok üzüntü vericiydi, yani anayasa hukukçusu sıfatını taşıyor, milletvekili sıfatını taşıyor, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi, ama darbe yapan bir orduyu seviyor, ordu darbe yapmadığı zaman onun açısından başarısız oluyor. Aslında bu, vesayetçi zihniyetin, Silahlı Kuvvetleri de nasıl kullandığını, kışkırttığını gösteriyor.
Bir takım askeri bürokratlar hep şunu söylerler, aslında ordu durduğu yerde duruyordu, ama sürekli olarak siyasetçi geliyordu, gazeteci geliyordu, akademisyen geliyordu, ‘niçin duruyorsunuz, niçin bekliyorsunuz, ülke kötüye gidiyor, ülkede büyük sıkıntılar olacak’ gibisinden. Bu travmanın başlangıcı, 60 ihtilalidir, yani bu şekilde kışkırtmanın. Hatırlayın, askeri brifinglerde gazetecilerin, akademisyenlerin esas duruşa geçtiği, darbeler sonrasında Anayasa Mahkemesi Başkanlarının anayasayı lağvedenleri ilk önce gidip selamlayan kişi olması gibisinden garabetler her zaman söz konusu oldu, o bakımdan buna cevap verilmesi bir devrimdi.”
Bazı emekli amirallerin bildirisine de değinen Çelik, şu görüşleri paylaştı:
“Emekli amiraller bildirisinde, aynı çirkin gelenekten hiçbir şekilde kendisini uzaklaştıramamış bir zihniyetin halen devam ettiğini gördük. Bu, Türkiye’nin başına büyük belalar açmış, büyük sıkıntılar getirmiş, ordumuzu çok yıpratmış, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni çok yıpratmış, Türkiye’nin demokratik sistemini altüst etmiş, sivil siyaseti sakatlamış çirkin bir gelenektir. 27 Nisan, 27 Mayıs’tan beri gelen darbe, müdahale, postmodern müdahale ve muhtıra geleneği açısından baktığımızda bir şekilde o muhtıra geleneğinin belki son halkası olarak görülebilecek bir şeydir. Çünkü o gün ilk defa hükümet cevap vermiş, ters yüz olmuştur.”
Ömer Çelik, Fetullahçı Terör Örgütü’nün darbe girişimine de hükümetin ve milletin topyekun direnerek, o büyük düşman saldırısını da ters yüz ettiğini hatırlattı.
AK Parti’li Çelik, “27 Nisan, muhtıra geleneğinin sona erdirildiği, bir hükümetin ilk defa cevap verdiği, demokratik güçlerin ‘biz buradayız ve bu tebliğ edilmeye çalışılan muhtırayı tebellüğ etmiyoruz, kabul etmiyoruz, reddediyoruz’ dediği bir gün olması açısından, Türkiye’nin demokrasi tarihi açısından özel bir gündür.” diye konuştu.