Kimisi sık sık Moskova’ya yaptığı seyahatlerle kimisi Kırım’ın yasa dışı ilhakından ötürü Rusya’ya uygulanan yaptırımların kalkması talebiyle kimisi ise Rusya’dan partisine kaynak sağladığı iddialarıyla gündeme gelen Avrupalı aşırı sağcı siyasiler, Rusya’nın “Eski Kıta”da bir başka ülkeye saldırmasıyla derin bir paradoksa girmiş vaziyette.
AA muhabirleri, bulundukları ülkelerdeki aşırı sağcı liderlerin savaşın başlamasının ardından tutumlarındaki değişiklikleri derledi.
Fransa’da Le Pen başı çekiyor
Fransa’da Rus lidere desteğini en açık şekilde dile getiren siyasetçilerden aşırı sağcı Marine Le Pen oldu. Mart 2017’de Putin ile görüşen Le Pen, Ukrayna hakkındaki görüşlerinin Rusya ile örtüştüğünü belirtmişti. Le Pen’in partisi Ulusal Birlik (RN) 2015’te bir Rus bankasından 9 milyon avroluk kredi de almıştı.
Rusya’nın 24 Şubat’ta Ukrayna’ya saldırmaya başlamasının ardından Le Pen’in 2017’deki Rusya ziyaretinde Putin ile çektiği fotoğrafların yer aldığı ve halihazırda dağıtılmamış olan binlerce broşürü imha etmesi talimatı verdiği iddia edildi.
Putin ile yakınlığıyla bilinen bir başka isim aşırı sağcı cumhurbaşkanı adayı Eric Zemmour. RTL radyosunun 6 Mart tarihli haberine göre, Zemmour 2015’te Rusya tarafından Putin’in görüşlerini savunan siyasetçi olarak belirlendi.
Cumhurbaşkanı seçiminde 2017’de aday olan eski başbakanlardan sağcı François Fillon da Rusya ile yakın ilişkisi bulunan ve bu ülkenin Ukrayna hakkındaki görüşlerini savunan isimler arasında yer alıyor. Fillon, seçimi kaybetmesinin ardından bazı Rus şirketlerinin yönetim kurulu üyeliğine getirildi. Fillon, Rusya’nın savaşı başlatmasının ardından gelen tepkiler üzerine şirketlerdeki görevlerinden istifa etti.
Zamanında Putin tişörtü giyen İtalyan Salvini, geçmişi unutturma derdinde
İtalya’da Putin’e hayranlığı ve savaş öncesine kadar verdiği destekle dikkati çeken isim ise aşırı sağcı Lig Partisinin lideri Matteo Salvini.
İtalyan basınına göre, 2014 ile 2018 arasında Moskova’ya 9 ziyaret yapan Salvini, Putin ve Rusya’nın Avrupa’da ve İtalya’daki en büyük destekçilerinden biri olarak anılıyor.
Moskova ziyaretlerinden birinde, Putin’in resmi olan tişörtle Kızıl Meydan’da verdiği pozla ve Putin’i sık sık “İyi bir devlet başkanı” olarak anmasıyla hatırlanan Salvini, Rusya’ya 2014’te Kırım’ın ilhakından ötürü uygulanan yaptırımların kaldırılmasını istemesiyle de biliniyor.
Ayrıca Salvini liderliğindeki Lig Partisi ile Putin’in partisi arasındaki sıkı iletişim dikkatlerden kaçmazken, 2019 yılında Milano Cumhuriyet Savcılığı, Lig Partisinin, Rus yatırımcılardan gizli bir petrol anlaşması vesilesiyle 65 milyon avro aldığı iddiaları sebebiyle soruşturma açtı.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını ilk günlerde isim vermeden kınayan ve Ukrayna’nın Roma Büyükelçiliğine dayanışma ziyareti yapan Salvini, 8 Mart’ta da Polonya-Ukrayna sınırındaki Przemysl’i ziyaret etti. Burada, Przemysl Belediye Başkanı Wojciech Bakun’un Salvini’ye zamanında giydiği Putin resimli tişörtü vererek, “Sizin arkadaşınız yüzünden bu göçmenler bugün burada. O nedenle sizi kabul etmiyorum. Size saygı duymuyorum.” demesi dünya genelinde yankı buldu.
İtalyan basınında Salvini’nin bu hareketleri, “geçmişini unutturmaya yönelik adımlar” ya da “U dönüşü” şeklinde yorumlandı.
Almanya’da Rusya yanlısı aşırı sağcı AfD
Almanya’da yıllardır Rusya yanlısı bir siyaset izleyen aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) Partisi, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının ardından savaşı kınama konusunda çelişkili tutum sergiliyor.
Parti yönetimi Rusya ile ilgili dikkatli bir dil kullanırken, partinin bir bölümü ise Rusya’ya karşı sert açıklamalarda bulunuyor.
Rusya’nın Ukrayna’ya 24 Şubat’ta açtığı savaşa ilişkin AfD’nin eş başkanları Tino Chrupalla ve Alice Weidel yayımladıkları ortak açıklamada, Rusya’nın çatışmaları durdurması ve askerlerini Ukrayna’dan çekmesini talep ederken, “Rusya’nın saldırısı hiçbir şekilde haklı çıkarılamaz.” açıklamasında bulundu.
Açıklamada, Rusya’dan ortak olarak söz edilerek, “İki ülke arasındaki ihtilafların müzakere masasında çözülmesi lazım. Karşılıklı güven oluşturulması için Rus ortaklara inandırıcı teklifler sunulması gerekiyor.” ifadesi kullanıldı.
Weidel, meclisteki konuşmasında Rus yanlısı tavır takınarak krizdeki gerilimin düşürülmesi için Ukrayna’nın tarafsız bir ülke olması gerektiğini belirterek, bu ülkenin NATO ve AB’ye üye olmamasını istedi.
Daha önceki yıllarda Rusya’ya giderek üst düzey temaslarda bulunan Chrupalla da ülke basınına yaptığı açıklamada, Almanya’nın savaşta tarafsız kalmasını talep ederek, “Rusya düşmanımız değil.” değerlendirmesinde bulundu.
Hollanda’da aşırı sağcı partiler Rusya’ya destek konusunda ikiye ayrıldı
Hollanda’da aşırı sağcı Demokrasi Forumu Partisi (FvD) lideri Thierry Baudet, Rusya’ya verdiği açık destekle dikkat çekerken, bir diğer aşırı sağcı Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders ise Rusya’ya desteğini geri çekmiş durumda.
Rusya’nın Ukrayna’ya askeri saldırısını kınamayı reddeden Baudet, savaşın sorumlusu olarak Batılı devletleri gösterdi.
Baudet, Twitter’dan “Batı, 1999’da Sırbistan topraklarında başlattığı hukuksuz savaştan bu yana haydut gibi davranıyor. NATO/AB/ABD tansiyonu yükseltmekten vazgeçmeli.” paylaşımında bulundu.
PVV lideri Wilders ise Batılı devletlerin Ukrayna’nın NATO üyeliği taleplerine karşı çıkmayarak hata yaptığını ifade ederken, Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaşın bahanesi olmayacağını belirtti.
Göçmen karşıtı kimliğiyle öne çıkan Wilders, Rusya’nın Ukrayna müdahalesini “Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne karşı açık ve kınanması gereken ihlal” olarak değerlendirirken, Hollanda’da Ukraynalı mültecilere geçici olarak yer açılması için Suriyeli, Afrikalı ve Müslüman mültecilerin geri gönderilmesi tavsiyesinde bulundu.
Avusturya’da merkez sağ ve aşırı sağcı siyasilerle Rusya’nın ilişkileri
Avrupa’nın doğu kapısı olarak görülen Avusturya, daimi tarafsızlık ilkesi nedeniyle hem geçmişte hem de bugün Rusya ile birçok alanda iyi ilişkilere sahip.
Rusya ile iyi ilişkiler nedeniyle ülkenin yakın tarihinde iktidarların devrilmesine neden olan skandalların yanı sıra bir dönem Avusturya siyasetinde belirleyici konuma sahip siyasi isimlerin Vladimir Putin’le yakın ilişkileri savaş nedeniyle bir kez daha gündeme geldi.
Avusturya’da 2017’de iktidara gelen aşırı sağcı Özgürlük Partisinin (FPÖ) o dönemki Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Heinz Christian Strache’nin sözde bir Rus iş adamının yakınıyla devlet ihalelerinin Rusya’ya verilmesini içeren görüşmesine ilişkin görüntülerin 2019’da ortaya çıkması, sonraki yıllarda yolsuzluk suçlaması nedeniyle siyaseti bırakmak zorunda kalan eski Başbakan Sebastian Kurz’un başında bulunduğu merkez sağ Halk Partisi (ÖVP) ve FPÖ iktidarının sonunu getirdi.
Putin’le iyi ilişkilere sahip başta Strache olmak üzere FPÖ’nün mevcut Genel Başkanı Herbert Kickl de dahil çok sayıda aşırı sağcı siyasetçi, Rusya-Ukrayna savaşına yönelik mümkün olduğunca konuşmamayı tercih ediyor. Aşırı sağcılar ülkenin daimi tarafsızlığını öne çıkararak, üstü kapalı bir şekilde Rusya’ya mesaj veriyor.
Bununla beraber Putin’le kurdukları yakın ilişkiler nedeniyle Rus enerji firmalarında görev alan biri eski başbakan diğeri eski dışişleri bakanı iki isim, eleştirilerin odağında yer alıyor.
Avusturya’da 2000-2005’te başbakanlık yapan Wolfgang Schüssel’in Lukoil şirketinin denetleme kurulunda yer alması tepkilere neden oldu. Yapılan sert eleştiriler sonrasında Schüssel, bu görevi bıraktığını açıkladı.
Eski Dışişleri Bakanı Karin Kneissl’ın 2018’de düğününe katılan Putin’e yakınlığı nedeniyle Rus petrol şirketi Rosneft’in Denetim Kurulunda yer alması ve savaşa rağmen bu görevinden ayrılmaması, eski bakanı yalnız Avusturya’da değil Avrupa’da da eleştiri oklarının hedefi haline getirdi.
Bu süreçte, Putin’e yakın çok sayıda Rus iş adamının yaşadığı ve yatırım yaptığı Avusturya’nın en önemli enerji firmalarından ÖMV’nin Gazprom’la iş birliği, Rus yetkililerin katılımıyla her yıl düzenli olarak Viyana’da geçekleştirilen Avrupa Gaz Konferansı iki ülke arasındaki yakınlığı gösteren dikkat çekici hususlar olarak öne çıkıyor.
Macaristan Başbakanı, görevi boyunca Putin ile en sık görüşen liderlerden
Macaristan Başbakanı Viktor Orban, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Avrupa Birliği (AB) ülke liderleri arasındaki en önemli destekçilerinden birisi olarak görülüyor.
12 yıldır Başbakan olan Orban, bu süre zarfında Putin ile 7’si Moskova’da, 4’ü Budapeşte’de olmak üzere toplamda 11 kez bir araya geldi. İkilinin son görüşmesi ise Rusya-Ukrayna savaşından sadece birkaç hafta önce, 1 Şubat 2022’de Moskova’da gerçekleşti.
AB’yi pek çok konuda sert şekilde eleştiren Orban, Rusya’ya yaptırım uygulanması konuları başta olmak üzere stratejik hiçbir konuda veto hakkını kullanmadı ama sürekli olarak Rusya’ya uygulanan yaptırımların hafifletilmesini ya da kaldırılmasını talep etti.
Bununla beraber 24 Şubat’ta başlayan Rusya-Ukrayna savaşında Orban, müttefikleriyle birlikte hareket edeceklerini belirterek, “Avrupa Birliği ve NATO müttefiklerimizle birlikte Rusya’nın askeri müdahalesini kınıyoruz.” ifadesini kullandı.
Rusya’nın Macaristan üzerindeki etkisinin arttığı gerekçesiyle Macar hükümetinin dış politikası birçok defa protesto edilmişti.