Filistin toprakları üzerinde İsrail devletinin kurulmasına zemin hazırlayan İngiltere imzalı “Balfour Deklarasyonu”nun üzerinden 106 yıl geçmesine rağmen İsrail’in abluka altındaki Gazze Şeridi’ne uluslararası insancıl hukuka aykırı saldırılarında Batı’nın desteği tekrar öne çıkıyor.
Birinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında, dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour’un 2 Kasım 1917’de siyonizmin ünlü hamisi Baron Walter Rothschild’e yazdığı mektup, Filistin topraklarında Yahudilere bir “vatan” kurulmasını vadediyordu.
- GÖRÜŞ – Balfour Deklarasyonu’ndan 7 Ekim saldırısına
Rothschild ve Balfour arasında karşılıklı yazışmalar sonunda hazırlanan deklarasyon, İngiltere’nin savaşa yeni katılan ABD’de güçlü olduğuna inandığı Yahudi diasporasını etkilemeyi amaçlıyordu.
“Saygıdeğer Lord Rotschild, Majestelerinin hükümeti adına kabineye sunulan ve kabul edilen Yahudi siyonist isteklerini sempati ile karşılayan müteakip deklarasyonu iletmekten memnuniyet duyarım.” sözleriyle başlayan Balfour’un mektubu şöyle devam ediyordu:
“Majestelerinin hükümeti Yahudilere Filistin’de bir yurt tesisi fikrini hararetle desteklemektedir. Bu maksatla her ne gerekiyorsa yapılacaktır. Filistin’de yaşayan ve Yahudi olmayanların medeni ve dini haklarının zarar görmemesi için de azami gayret gösterilecektir.”
Balfour’un, “Bu deklarasyonu Siyonist Federasyonu’nun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım.” sözleriyle son verdiği mektup, daha sonra İtalya, Fransa ve ABD’nin de desteğini almıştı.
Tarihe “Balfour Deklarasyonu” olarak geçen, Araplarca “Balfour Vaadi” olarak adlandırılan mektup, İsrail devletinin kurulmasına giden süreçte en önemli kilometre taşı görülüyor.
Filistinlileri yok sayarak, topraklarında Yahudiler için bir vatan vadeden Balfour Deklarasyonu’nu, İngiliz mandası döneminde Filistin topraklarına teşvik edilen Yahudi göçü takip etti.
İngiliz General Edmund Allenby, Aralık 1917’de Kudüs’ü işgal ederek, Filistin’in Birinci Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğrayan Osmanlı Devleti’ne bağlılığını sonlandırdı ve siyonistlere hareket alanı açtı.
Filistinliler, 1920 ve 1930’larda direnç göstererek pek çok isyan çıkarsalar da hem artarak devam eden Yahudi göçü hem de İngiliz ordusu ve siyonist çeteler bu kalkışmaları çoğu zaman kanlı katliamlarla bastırdı.
Filistin’e Yahudi göçü arttı, Filistinliler yurtlarından edildi
Balfour Deklarasyonu sonrasında İngiliz mandası altındaki Filistin’e 1920-1940 arası dönemde Yahudi göçü hız kazandı ve son olarak Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilere yönelik Nazilerin gerçekleştirdiği soykırım sebebiyle göç oranı giderek arttı.
Bu süreçte Filistinliler, topraklarındaki Yahudi nüfusun artışına karşı çıkmaya çalıştı. Ancak İngilizlerin manda yönetimini sonlandırarak Filistin’den çekilmesinin ardından 1948’de Filistinlilerin Nekbe (Büyük Felaket) diye andığı İsrail devletinin kuruluşu gerçekleşti.
İngiltere Filistin’den çekildikten sonra İsrail devletinin kurulmasıyla işgal süreci daha da yoğunlaştı, yüz binlerce Filistinli yurtlarından sürüldü, büyük can ve mal kayıpları yaşandı.
Balfour’un öncülük ettiği süreçte, tarihi Filistin toprakları üzerinde kurulan İsrail devleti, yarısından fazlasını zorunlu göçe maruz bıraktığı Filistinlilerin halihazırda yaşadığı bölgelere hâlâ “halksız vatan” muamelesi yapıyor.
Günümüze kadar uzanan bu süreçte Filistin topraklarının büyük bölümü işgal edildi, sistematik katliamlarla binlerce Filistinli öldürüldü, 1 milyona yakın kişi vatanından sürüldü, 675 köy ve belde yok edildi ve bazı kentler Yahudileştirildi.
Kuruluşundan bu yana işgali genişleten İsrail, şu an 27 bin kilometrekarelik Filistin topraklarının yüzde 85’ine el koymuş durumda. Filistinliler ise, işgal ve abluka şartları altında, bu alanın sadece yüzde 15’ini kullanabiliyor.
Balfour hâlâ İngiltere’nin “gururu”
Filistinliler deklarasyon sebebiyle İngiltere’den Filistinlilerden özür dilemesini, Filistin devletini tanımasını ve İsrail işgalini kınamasını isterken İngiltere bu talepleri reddediyor.
Balfour’un 106 yıl önce yazdığı mektup ve ardından sürdürdüğü manda yönetimi ile Filistin topraklarını Yahudilere “vatan” kılan ve devlet kurmalarına yol açan İngiltere, 2012’de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde Filistin’in devlet olarak tanınmasına ilişkin oylamada ise çekimser oy kullanmıştı.
Hatta 2017’de, dönemin İngiltere Başbakanı Theresa May, deklarasyonun 100. yılı dolayısıyla yaptığı açıklamada, “İsrail devletinin kurulmasında sahip olduğumuz rolden dolayı gurur duyuyoruz ve kesinlikle deklarasyonun 100. yılını gururla kutlayacağız.” ifadelerini kullanmıştı.
Filistinliler topraklarında Nekbe’nin hiç bitmediğini söylüyor
Filistinlilerin 1917’deki Balfour Deklarasyonu’ndan bu yana yaşadıkları felaketler silsilesi 7 Ekim’de abluka altındaki Gazze Şeridi çevresindeki olaylarla yeni bir boyuta taşındı.
Hamas’ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları, 7 Ekim sabahı, “İsrail’in Filistinliler ve kutsal değerlerine yönelik ihlallerine karşılık verme” gerekçesiyle kapsamlı saldırı düzenlerken, İsrail ordusu da Gazze Şeridi’ne yoğun hava bombardımanı başlattı.
Gazze’deki Filistin Sağlık Bakanlığına göre, İsrail’in saldırılarda 3 bin 648’si çocuk, 2 bin 290’ı kadın olmak üzere 8 bin 796 Filistinli öldürüldü, 22 bin 219 kişi yaralandı. İsrail’in ablukayı sıkılaştırdığı Gazze Şeridi’nde 1,4 milyon insan kuşatma altında yerinden edildi.
Artan şiddet fırtınasında İsrail güçleri ve Yahudi yerleşimciler işgal altındaki Batı Şeria ve Kudüs’te 133 Filistinliyi öldürdü, 2 bin kişiyi yaraladı.
Gazze Şeridi’nde her geçen gün derinleşen insani felaketin yanı sıra İsrail’de politika belirlemeyen ancak araştırma yapan İstihbarat Bakanlığı, Gazze’deki sivillerin Mısır’a zorla göç ettirilmesinin “olumlu ve uzun vadeli stratejik sonuçlar doğuracağını” öne sürdü.
Tarihi Filistin topraklarının yanı sıra işgal altındaki Batı Şeria’daki yerlerinden göçe zorlanan, Doğu Kudüs’teki evlerinden Yahudi yerleşimci örgütleri tarafından zorla çıkarılan Filistinliler, son gelişmeleri 106 yıl önce İngiliz siyasetçi Arthur Balfour imzasıyla hazırlanan “Büyük Felaket”in sonuncu ve ağır bir halkası olarak görüyor.