Batı, Küresel Güney Ekonomisini ‘görünmez Prangalarla’ Nasıl Baskı Altında Tutuyor?

Batı’nın kural koyma, pazara erişim ve dezenformasyon politikaları gibi avantajlarını kullanarak yükselen piyasa ekonomilerini nasıl baskı altına aldığını ve böylece küresel ekonomik sistemdeki hakim konumunu nasıl koruduğunu Çin medyası araştırdı. Bu ‘görünmez pranga’ nasıl işliyor?

Çin menşeli Global Times yayımladığı, “Global Times araştırıyor: Batı, Küresel Güney ekonomisini kural engelleri ve dezenformasyon politikaları ile nasıl baskı altında tutuyor?” başlıklı araştırma yazısında Batı’nın Küresel Güney’e yönelik kısıtlayıcı politikaları izah edildi.

“Tarihsel olarak büyük güçler, küresel ölçekte sömürgeci ve tahakküm politikalarını sürdürmek, sömürgeleştirilmiş ulusları ve bölgeleri sanayi zincirinin en altında tutmak ve bu ulusları Batı’nın ekonomik sömürgesi haline getirmek üzere şiddet içeren pek çok eylemde bulundu. Günümüzde de bu taktikler başta ABD gibi bazı Batılı ülkeler için diğer ülkeler tarafından bir araç olarak kullanılmaya devam ediyor” cümleleriyle başlayan yazıda siyasi bağımsızlıklarını kazandıktan sonra, Batı’ya olan köklü ekonomik bağımlılıklarından kurtulmaya çalışan birçok Küresel Güney ülkesinin, eski sömürgecileri ve yağmacıları tarafından ekonomik baskıya maruz kalmaya devam ettiği ve bu baskının Batı’nın gelişmekte olan piyasalara taktığı ‘görünmez bir pranga’ halini aldığı ifade edildi.

‘Kuralları manipüle et’

Batı’nın gelişmekte olan birçok ülkenin kaderini belirlemek için kullanılan uluslararası ekonomi ve ticaret kurallarının oluşturulmasında uzun süredir baskın bir konuma sahip olduğu ifade edilen yazı şu cümleler kaydedildi:

Günümüzde, küreselleşme ve gelişmekte olan ekonomiler yükselmeye devam ederken mevcut kuralların Batı’nın çıkarlarını korumadaki yetersizlikleri yavaş yavaş ortaya çıktıkça, Batı, gelişmekte olan ülkelerin kalkınma alanını ve fırsatlarını daha da sınırlandırmak için oyunun kurallarını birçok alanda yeniden yazmaya çalışıyor.

Fikri mülkiyet alanında bazı Batılı ülkeler teknolojik tekellerini yasal yollarla sürdürmek amacıyla bir dizi katı koruma standardını teşvik etmek için teknolojik ve ekonomik avantajlarından yararlandı. Örneğin ABD, fikri mülkiyet korumasının kapsamını genişletmek ve tek taraflı yaptırımları bir araç olarak geliştirmek üzere 2022 Amerikan Fikri Mülkiyetin Korunması Yasası’nı kabul ederek bazı gelişmekte olan ülkelerde teknoloji girişini ve endüstriyel iyileştirmeyi engellemeye çalıştı.

Yukarıda bahsedilen söz konusu yasanın ABD’li kişilerin ‘önemli ölçüde ticaret hırsızlığı yapan yabancı şahıslara’ yaptırım uygulayacağını belirtilen yazıda, basında çıkan haberlere atıfla yasanın hususi olarak herhangi bir ülkeyi hedef almasa da yasanın koyucularında Senatör Chris Van Hollen’in basın açıklamasında Çin’in yasanın öncelikli hedeflerinden biri olduğu açıkça belirttiği bilgisine yer verildi.

ABD’nin fikri mülkiyet sahiplerinin meşru çıkarlarını koruması yeterince ‘adil’ olduğu belirtilirken Global Times’ın ulaştığı ekonomi ve uluslararası ilişkiler uzmanları, ABD’nin ‘meşru menfaatleri’ tanımlama yetkisini tekeline alarak diğer ülkeleri ABD yasalarına uymaya zorladığını ve yargı yetkisi uyguladığını, böylece küresel ekonomik hegemonyasını sürdürmenin bir yolunu bulduğunu dile getirdi.

ABD’nin fikri mülkiyet politikaları pragmatizm, korumacılık ve hegemonyacılığa dayandığı ifade edilen yazıda bu durumun, uluslararası fikri mülkiyet koruma sisteminin asıl amacıyla çeliştiği bilgisine de yer verildi.

ABD sadece ticaret ortaklarını ‘Amerikan standartlarını’ benimsemeye zorlamakla kalmadığı aktarıldan araştırma yazısında, aynı zamanda ABD’nin bu standartları uluslararası çerçevede fikri mülkiyet koruması için teşvik etmeye çalıştığının altı çizildi. Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) çerçevesinde yürütülen çok taraflı ticaret müzakerelerinin 8. turu olan Uruguay Turu sırasında ABD, fikri mülkiyet konularını GATT’a dahil etmek için gelişmiş ülkelerle birlikte çalışmış ve neticede Fikri Mülkiyet Haklarının Ticaretle İlgili Yönleri Anlaşması (TRIPS) ortaya çıkmıştı.

TRIPS, ABD Ticaret Temsilciliği Ofisi (USTR) tarafından yönetilen yıllık bir inceleme süreci olan ABD Özel 301 Hükmü’nün uluslararasılaşmasını yansıtacak şekilde, çeşitli gelişmişlik düzeylerindeki ülkeler için fikri mülkiyet standartlarına yönelik ‘herkese uyan tek beden’ bir yaklaşım kullandığı ifade edilen araştırmada, bu hükmün yabancı ülkelerdeki fikri mülkiyet koruması ve pazara erişim uygulamalarının yıllık olarak gözden geçirilmesini gerektiği ifade edildi.

Sanayi politikası alanında da bazı Batılı ülkelerin, küresel sanayi zincirindeki hakim konumlarını güvence altına almak için münhasır ve ayrımcı tedbirler aldığı belirtilen söz konusu yazıda, ABD’de Enflasyonu Düşürme Yasası ile Çip ve Bilim Yasası gibi yasaların ülkenin yüksek teknoloji endüstrilerine yönelik güçlü korumacı eğiliminin yansımaları olarak kabul edildiği öne sürüldü.

Batı’nın kendi çıkarlarına uygun uluslararası ekonomik düzeni sürdürmek için ilgili uluslararası örgütleri ve kurumları manipüle ettiğini dile getiren araştırmacılar, söz konusu yazının bu kısmında şu cümlelere yer verdi:

2020 yılında, önemli bir nikel üreticisi olan Endonezya, yerli nikel endüstrisinin gelişimini teşvik etmek için nikel cevheri ihracatına yasak getirmişti. Buna karşılık Avrupa Birliği (AB) Endonezya’yı Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) şikayet etti ve kazandı. Endonezya hükümeti daha sonra AB’yi DTÖ kurallarını kendi gelişimini engellemek için kullanmakla eleştmiş ve ardından temyize başvurmuştu. Ancak Endonezya’nın temyiz başvurusu, DTÖ’nün temyiz organının akamete uğraması nedeniyle bugüne kadar sürüncemede kaldı.

DTÖ’de görevli üst düzey Endonezyalı diplomat Dandy Iswara, Ekim 2023’te düzenlenen sanal medya brifinginde “Temyiz başvurusunda bulunmak DTÖ’deki mevcut prosedürlerin bir parçasıdır. ABD’nin temyiz organını bloke etmesine rağmen, temyiz başvurumuz bugüne kadar gözden geçirilmeyi ya da işleme alınmayı bekliyor” deniyordu.

‘Eşikleri yükselt’

Sömürgecilik dönemindeki şiddetli yağma ve doğrudan kontrol ile karşılaştırıldığında, Batı artık daha gizli yöntemlere geçtiği vurgulanan yazıda, bu yöntemlerden birinin pazara erişim için çevre koruma standartları belirlemek olduğunu ifade edilerek bunun da kaçınılmaz olarak gelişmekte olan ülkelerin ekonomik dönüşümleri ve endüstriyel gelişimleri önündeki engelleri artırdığı ifadesi yer aldı.

Araştırmanın bu kısmında ise şu cümlelere yer verildi:

Son yıllarda bazı Batılı ülkeler, sözde iklim değişikliğiyle mücadele etmek için acil ihtiyaç duydukları çevre koruma eşiklerini bir kez daha yükseltti. Yüksek emisyonlu endüstrileri gelişmekte olan ülkelere aktarırken, yüksek emisyonları gerekçe göstererek tüketimden ziyade üretim tarafında ‘cezalandırıcı’ tedbirler uyguluyor.

Gelişmiş ülkeler, karbon emisyonu sorununu küresel avantajlarını korumak için siyasi ve ekonomik bir araca dönüştürmek üzere uluslararası sahnedeki hakim konumlarından yararlanıyor. Tarihsel sorumluluk açısından bakıldığında, gelişmiş ülkeler sanayileşme süreçleri boyunca önemli miktarda karbon emisyonu biriktirdi.

Ancak gelişmiş ülkelerin hakim olduğu karbon emisyonu politikaları, tek tip emisyon standartlarını ve zaman çizelgelerini savunurken, çeşitli ülkelerin kalkınma aşamalarındaki farklılıkları göz ardı ediliyor. Uzmanlar, bu yaklaşımın gelişmekte olan ülkelerin sanayileşme sürecini ve ekonomik büyüme potansiyelini etkili bir şekilde kısıtladığını belirtiyor.

2023 yılında AB, ithal karbon yoğun ürünlere yüksek gümrük vergileri uygulamak için AB Karbon Sınırı Ayarlama Mekanizması (CBAM) başlatmıştı. İngiltere ve ABD’nin de benzer politikaları uygulamaya koymayı planladığı bildirilmişti. Bununla birlikte, CBAM gibi politikaların küresel emisyonların azaltılmasını önemli ölçüde teşvik etmediği ancak küresel ticaret üzerinde gözle görülür bir olumsuz etkiye sahip olduğu ve Küresel Güney ülkelerindeki düşük karbonlu geçiş sürecini etkilediği ortaya çıkmıştı.

Pekin Üniversitesi Makro ve Yeşil Finans Laboratuvarı tarafından Nisan 2023’te CBAM üzerine düzenlenen kapalı kapılar ardındaki bir seminerin görüşlerinin özetinde de, “Makro düzeyde, CBAM’ın bazı gelişmekte olan ülkeler üzerinde olumsuz ekonomik etkileri olabilir. Böylece gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki gelir uçurumunu daha da derinleştirebilir” cümlesi yer almıştı.

Ek olarak London School of Economics and Political Science tarafından yayımlanan 2023 tarihli bir çalışma, mekanizmanın doğrudan bir sonucu olarak yılda 25 milyar dolara kadar kaybedebileceği için Afrika’nın CBAM’ın yükünü taşıyacağını ortaya koymuştu.

Söz konusu rapora göre CBAM’ın, Afrika’dan AB’ye yapılan alüminyum ihracatında yüzde 13.9’a varan, demir ve çelik ihracatında ise yüzde 8.2’lik bir düşüşe neden olabileceği dile getirilmişti. CBAM sürecinin, tarihsel olarak Avrupa pazarına erişmekte zorlanan Afrika ülkelerinin pazara erişimine idari engeller getirdiğine dikkat çekilmişti.

Bu yılın başlarında Avrupa Komisyonu, şirketlerin tedarik zincirlerindeki sözde insan hakları ve çevresel riskleri araştırmalarını ve ilgili önlemleri almalarını gerektiren Kurumsal Sürdürülebilirlik Durum Tespiti Direktifi’ni (CSDDD) onaylamıştı.

Londra merkezli Denizaşırı Kalkınma Enstitüsü’nde kıdemli bir araştırma görevlisi olan Jodie Keane, CSDDD ve CBAM dahil olmak üzere, bu tür AB önlemlerinin ‘yeni baskılar yaratmak için bir araya geldiğini’ belirterek Mart ayında Financial Times tarafından yayınlanan bir makalesinde, “Bu, şu anda Afrikalı üreticileri etkileyen ‘yeşil sıkışmanın’ bir parçası. Sadece statükoyu korumak için, en az gelişmiş ülkeler için uyum maliyetlerindeki yüzde 1’lik bir artış bile yüz milyonlarca euroya tekabül ediyor” cümlelerini kaydetmişti.

Söz konusu araştırmanın bu kısmı ise şu cümleler ile sonlandırıldı:

Gelişmiş ülkeler, ‘karbon tarifeleri’ gibi önlemlerle çevre standartlarını ticaret engeli olarak dayatmakta ve gelişmekte olan ülkelerin ihracat endüstrilerini daha da baskılıyorlar. Bu tür bir ‘karbon sömürgeciliği’ uygulaması, özünde, ekonomik hegemonyalarını sürdürmek için çevre sorunlarını kullanmayı amaçlıyor. Uzmanlar, bu yaklaşımın, ekonomik kalkınma ile çevrenin korunması arasında zorlu ödünleşimler yapmak zorunda kalan ve aynı zamanda uluslararası toplumun baskısıyla karşı karşıya kalan gelişmekte olan ülkeler üzerinde ciddi olumsuz etkileri olduğunu belirtiyor.

‘Borç tuzakları’

Batı’nın aynı zamanda küresel söylemdeki hakimiyetini, Batı standartları ve kurallarının kısıtlamalarına rağmen sanayi gelişimini sağlamayı başaran gelişmekte olan ülkeleri daha fazla kontrol altına almak ve bastırmak amacıyla damgalamak için kullanıldığı ifade edilen araştırmada, “Son yıllarda ABD ve diğer Batılı ülkeler Çin’i ‘aşırı kapasite’ ile suçlamaya başlamıştı. Çin’in yeşil enerji endüstrilerinin uluslararası piyasaları bozduğunu ve tehdit ettiğini iddia ederken ilgili Çin ürünlerine ağır gümrük vergileri uygulayarak aslında iklim değişikliğini ele almak için yüksek kaliteli yeşil enerji kapasitesinde açık bir küresel kıtlık olduğu gerçeğini görmezden geldi” cümlesi yer aldı.

Bazı Batılı ülkeler, gelişmekte olan ülkeleri baskı altına almak için sadece sahte kavramlar uydurmakla kalmadığının altı çizilen raporda, aynı zamanda bu ülkeler arasında anlaşmazlıkları da körüklediği öne sürüldü. Bazı Batılı ülkelerin, uluslararası kalkınma işbirliği üzerindeki kontrollerini sürdürebilmek için çeşitli yanlış anlatılar uydurduğu ve bunları yoğun bir şekilde desteklediği ek olarak ‘borç tuzakları’ gibi yanıltıcı kavramları tekrar tekrar öne sürerek Küresel Güney’deki ülkeler arasındaki işbirliğini zedelediği aktarıldı.

Ayrıca Çin’in ‘geri kalmış üretim kapasitesini’ Afrika gibi bölgelere aktararak kirliliğe neden olduğunu iddia edildiğini ifade edilen yazıda şu cümleler yer aldı:

Ancak gerçek şu ki, Çin’in diğer gelişmekte olan ülkelerle kapasite işbirliği, bu ülkelerin görüşlerine tamamen saygı duyularak ve çevresel faktörler dikkate alınarak özel ihtiyaçlarına göre şekillendiriliyor. Çin aynı zamanda gelişmekte olan ülkelerle yeni enerji işbirliğine de aktif olarak katılmaktadır ve yeni enerji endüstrisi birçok gelişmekte olan ülkenin yeşil ekonomik dönüşümüne önemli katkılarda bulunmuş ve bu ülkeler tarafından büyük memnuniyetle karşılandı.

ABD ve diğer Batılı ülkelerin Küresel Güney ülkelerinin endüstriyel gelişimini engellemek için uyguladıkları çeşitli stratejilere rağmen giderek daha fazla sayıda ülke kaynaklarını, nüfuslarını ve pazar avantajlarını kullanarak personel eğitimini ve teknolojik araştırma ve geliştirmeyi teşvik etmekte ve yerli sanayilerin gelişim düzeyini yükseltmeye çalışıyor.

Kasım 2023’te Burkina Faso, 2024 sonbaharında faaliyete geçecek olan ilk altın rafinerisini inşa etmeye başlamıştı. Aynı zamanda Mali, yılda 200 ton kapasiteli ikinci rafinerisini inşa etmek üzere Rusya ile bir anlaşma imzalamıştı.

Güney Amerika’da lityum üçgeni olarak adlandırılan Arjantin, Bolivya ve Şili de yenilikçi çıkarma teknikleri geliştirerek ve lityum ürünlerinin katma değerini arttırmak için lityum karbonat tesisleri kurarak lityum endüstrisini hızla ilerletilirken Temmuz ayında Arjantin’de çevre dostu bir lityum üretim tesisinin açılışı yapılmıştı.

Aynı zamanda Küresel Güney ülkeleri Birleşmiş Milletler, G20, BRICS ve Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi çok taraflı mekanizmalar aracılığıyla teknolojik kabiliyetlerini ve endüstriyel gelişimlerini desteklemek için işbirliğini güçlendiğirdiği ifade edilirken Çin Uluslararası Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Akademisi’nde araştırma görevlisi olan Bai Ming, bu mekanizmalar ve platformların, gelişmekte olan ülkelerin işbirliğini arttırmaları, ABD ve bazı Batılı ülkelerin baskısı karşısında kalkınmalarının dönüşümünü teşvik etmeleri açısından hayati önem taşıdığının altını çizdi.

Bai, Global Times’a verdiği demeçte, günümüzün yükselen küreselleşme karşıtı eğilimleri bağlamında, Kuşak ve Yol Girişimi ve ŞİÖ gibi işbirliği mekanizmalarının, gelişmekte olan ülkeleri daha önce Batı’nın egemen olduğu küreselleşme biçiminden kurtarmaya çalıştığını dile getirdi.

Sputnik Türkiye.