AA muhabirinin sorularını yanıtlayan İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık Fakültesi Yapı ve Deprem Mühendisliği Birimi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oğuz Cem Çelik, bitişik nizam yapıların riskleri hakkında bilgiler verdi.
Çelik, başta büyükşehirler olmak üzere Türkiye’nin hemen her yerinde bitişik nizam yapıların önemli bir sorun olduğunu söyledi.
Bitişik nizam yapılara özellikle İstanbul’un Avrupa Yakası’nda daha sık rastlandığını belirten Çelik, “Bunu semt semt değerlendirmek istemem ama, Şişli ve Beşiktaş gibi iş yeri ve konutun birbiriyle iç içe girdiği yerlerde bu tür yapıların sayısı çok fazla. Tamamen kontrolsüz bir şekilde gelişen yapılaşma şeklidir. Herkes kendi arsa ve parselinden sorumlu. Bir önceki ya da iki yanındaki binalar çok dikkate alınmamış. Bu, uzun zamandır yapı stokumuzdaki sorunlardan biridir.” diye konuştu.
Çelik, her yapının deprem esnasında bağımsız hareket edebilme yeteneğine sahip olması gerektiğine dikkati çekerek, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Bu, mühendislik açısından mümkün olmakla birlikte, mevcut sorun özellikle büyükşehirlerde var. Avrupa Yakası’ndan Asya’ya geçtiğinizde iç kısımlarda daha düzgün, birbirinden ayrık nizamda ve düzende olan yapılara rastlıyoruz. Bitişik nizamdaki yapıların birbirine yaslanarak birbirini desteklediği düşünülüyor. Bu çok doğru bir durum değil. Bunlar seri halinde birbirine yapışık olarak inşa edildiği zaman depremde bunların davranışları birbirini etkiler. Çoğunlukla bu etkileşim de olumsuz yönde oluyor. Bu sıraların iki başındaki binalar önemli depremlerde çok ağır hasar alıyor veya yıkılıyor.”
Bitişik düzendeki yapıların değişik zamanlarda inşa edilme durumlarına vurgu yapan Çelik, bu durumun olumsuz sonuçlarına ilişkin şunları söyledi:
“Bu yapıların kat düzenleri de birbirlerini tutmuyor. Yapının birinin kat hizası diğerinin kolonunun tam hizasına geldiğinde bu depremde çekiçleme olayını ortaya çıkarıyor. Özellikle bir katın döşemesi diğer katın kolonunun ortasına vurduğu zaman bu yapılarda ciddi sorunlar oluşuyor. Bu durum köylere kadar mevcut yapı stokunun en büyük sorunlarından biridir. Bitişik nizam yapıların yeni olması riski azaltmıyor. Burada yapıların birbirilerini olumsuz düzeyde etkileme gibi bir durum söz konusu.”
Çelik, bitişik yapıların arsa durumu nedeniyle ayrık hale getirilmesinin zor olduğunu dile getirerek, riskin güçlendirme çalışmalarıyla azaltılabileceğini kaydetti.
Bu tür yapıların olduğu parsellerin birlikte değerlendirilmesi gerektiğine dikkati çeken Çelik, bu sorunun yaşandığı ülkelerden birinin de Japonya olduğu bilgisini verdi.
Çelik, Japonya’da Ginza bölgesinin arsa maliyetleri açısından dünyanın üst sıralarında olduğunu anımsatarak, söz konusu bölgede maliyetlere rağmen yapılar arasındaki boşluklara dikkat edildiğini vurguladı.
Türkiye’de mühendislik ve mimarlık açısından çok iyi gelişmelerin yaşandığını aktaran Çelik, özellikle 1999’dan sonra kaliteli yapıların inşa edildiğini söyledi.
Çelik, değerlendirmelerinde güvenli şehir konseptine değinerek, söz konusu kavramın birçok bileşeni olduğunu ifade etti.
Binaların durumuna gelmeden önce güvenli şehir konusunda altyapı, ulaşım, hastanelerin durumu gibi başlıklara vurgu yapan Çelik, şu değerlendirmede bulundu:
“Güvensiz bir ortamda depreme yakalanırsanız bu bütünün içerisinde güvenliğin pek bir anlamı olmuyor. Güvenli yaşamın ana formülü kentte her şeyin güvenli olmasıdır. Hastaneler, yollar gibi… Çünkü insanların depreme nerede yakalanacağı belli değil. En çok zaman geçirilen konutlar çok önemlidir. Devlet kurumlarının binalarının durumu önemli, bunların kesintisiz olarak hayatlarına devam etmesi gerekiyor. Yurt dışında bazı üniversiteler kendilerini tanıtırken ‘Depreme dayanıklı üniversiteyiz.’ şeklinde tanıtıyor. Ülkemizde deprem bilinci fazlasıyla oluşmuş durumda. Şu anda incelenmeyen yer, şehir yok. Her şeyin, yapı stokunun iyi ve kötü taraflarının bilindiğini, halkın da bilinçlendiğini düşünüyorum.”