Riyad ziyaretindeki açıklamalarında genel ifadeler kullanan Antony Blinken, Suudi Arabistan’ı ve özellikle güç dengesinde değişimlerin yaşandığı Orta Doğu’yu ima etti.
Aslında Blinken, Riyad ve Tahran’ın Çin himayesinde anlaşmaya vardığı mart ayından bu yana Suudi Arabistan’ı ziyaret eden ABD’li üçüncü üst düzey yetkili oldu. Nitekim Suudi Arabistan ve İran’ın Çin himayesinde vardığı anlaşma, birçok kesim tarafından Pekin’in yaptığı “bir diplomatik darbe” olarak yorumlandı.
Çin Dışişleri Bakanı Çin Gang, Riyad ve Tahran arasındaki anlaşmanın imzalanmasının ardından ABD’ye yönelik açıkça eleştiriler yönelterek, “Dünya Ukrayna meselesinden ibaret değildir.” ifadelerini kullandı.
Söz konusu anlaşma, Suudi Arabistan ile İran arasındaki diplomatik ilişkilerin kesintiye uğradığı 7 yıl aradan sonra İran’ın Riyad’daki büyükelçiliği ve Cidde kentindeki başkonsolosluğunun yeniden açılmasını sağladı.
Riyad ve Tahran’ın yakınlaşmasına aracılık eden Pekin yönetimi, Orta Doğu bölgesinin diğer ana krizi olan “Filistin-İsrail” meselesine de aracılık etmeye istekli olduğunu yineledi. Öyle ki Çin Dışişleri Bakanı Gang, konuyla ilgili teklifte bulunmak üzere nisan ayında İsrailli mevkidaşı Eli Cohen ve Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el-Maliki ile telefon görüşmeleri yaptı.
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas da 13 Haziran Salı günü Çin’e 5. resmi ziyaretini gerçekleştirdi. Abbas’ın ziyareti, Çin ile Filistin arasındaki diplomatik ilişkilerin 35. yıldönümünün kutlamalarına denk getirildi.
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Filistinli mevkidaşı Abbas’la görüşmesinde, ülkesinin Filistin’in iç ulusal uzlaşmasını sağlamasına destek olmak ve barış görüşmelerini teşvik etmek için yapıcı rol oynamaya hazır olduğunu belirtti.
Şi, Filistin ile İsrail’in barış içinde bir arada yaşamasına somut katkı sağlamak üzere “geniş ölçekli, güvenilir ve etkili bir uluslararası barış konferansının toplanması gerektiğinin” altını çizdi.
Jeopolitik öneme sahip bu gelişmeler göz önüne alındığında, tüm bunların “Çin’in Orta Doğu’da ABD’nin boşluğunu doldurma hamlesinin bir parçası mı?” sorusunu akıllara getiriyor.
AA muhabirine konuşan siyasi analistler, bu soruya cevabın en az “stratejik Orta Doğu’nun uzun tarihi kadar karmaşık” olduğuna dikkati çekiyor.
Çin’in Orta Doğu ile yakınlaşmasının nedenleri
Hong Kong’da ikamet eden siyasi analist Andrew Leung, Pekin yönetiminin Orta Doğu ülkeleri ile yakınlaşmasını iki ana nedene bağlayarak, “Birinci neden, ABD’nin Orta Doğu’daki en büyük petrol tüketicisi olmamasıdır. Çin ise öyledir.” dedi.
İkinci nedenin ise Çin’in hem Suudi Arabistan hem de İran’la dostane ilişkileri olduğunu savunan Leung, Çin’in aynı zamanda insan hakları ve demokrasi gibi konularda ne Riyad’ı ne de Tahran’ı eleştirmediğinin altını çizdi.
Leung, Orta Doğu bölgesinde ABD ile Çin arasında yaşananları “iki süper güç arasında muazzam bir satranç oyunu” olarak nitelendirerek, “Washington, Güney Çin Denizi ve Tayvan’ın yanı sıra teknoloji ve diplomasi alanında Çin’i kontrol etmeye çalışıyor.” diye konuştu.
Çin işlerinde uzman ve siyasi analist Einar Tangen de ABD’nin bir enerji müşterisinden çok Orta Doğu ülkeleri için bir rakibe dönüştüğüne işaret etti.
Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyeleri başta olmak üzere bölge ülkelerinin ilişkilerinde büyük değişimler yaşadığını vurgulayan Tangen, “Çin, KİK ülkelerinden ana enerji alıcısı olması hasebiyle Orta Doğu’nun siyasi olarak istikrarlı kalmasını istiyor.” ifadelerini kullandı.
Yakınlaşmada ekonomik hedefler
Çin Devlet Başkanı Şi, aralık ayındaki Riyad ziyareti sırasında Çin-KİK Zirvesi’nde “Çin yuanının petrol ve doğalgaz ticaretinde kullanılmasını” Pekin’in öncelikleri arasında saydı.
Shanghai Uluslararası Araştırmalar Üniversitesi’ndeki Orta Doğu Araştırmalar Enstitüsü’nde siyasi analist Hongda Fan, “Çin’in Orta Doğu’daki ana hedefleri ekonomik ve ticari işbirliği.” değerlendirmesinde bulundu.
Bu hedeflerin yakalanabilmesi için Orta Doğu’da istikrara ihtiyaç duyulduğuna vurgu yapan Fan, şöyle devam etti:
“Bu nedenle de Pekin, bölgede barış için baskı yapıyor. Orta Doğu ülkelerinin genel olarak istediği de budur zaten.”
Pekin’in Suudi Arabistan ve İran arasında üstlendiği rolün abartılmaması gerektiğini savunan Fan, “Çin’in başarısı, İran ve Suudi Arabistan’ın bu yöndeki isteklerinin sonucudur. Bu iki ülke zaten Irak ve Umman’ın girişimleriyle diplomatik çözüm için çoğu zorluğu aşmıştı.” diye konuştu.
Çin’in bölgeye yönelik yaklaşımında ABD’den farklı bir yöntem izlediğine işaret eden Fan, Çin’in ABD’nin Orta Doğu’da bıraktığı boşluğu doldurabileceği fikrine katılmadığını belirterek şunları kaydetti:
“Aslında ABD’nin Orta Doğu üzerindeki etkisi ve çekiciliği, diğer ülkelerle kıyaslanamaz. Bölge ülkelerinin stratejik bağımsızlıklarını elde etmeye ihtiyacı var. Bu da bölgenin kalıcı istikrarı, barış ve kalkınması için en büyük garantidir. Çin de böyle bir Orta Doğu’yu memnuniyetle karşılıyor.”
Pekin merkezli Taihe Enstitüsü’nden Einar Tangen de ABD’nin Orta Doğu’ya yönelik yaklaşımını “zehirli” olarak nitelendirdi.
ABD’nin bıraktığı boşluğu Çin’in doldurduğuna dair birçok konuşma olmasına rağmen Pekin’in angajmanının amacı ABD’nin sömürge hegemonyası olmadığını savunan Tangen, Çin’in Orta Doğu’ya ticaret pazarı gözüyle baktığına vurgu yaptı.
Çin-Filistin ilişkileri
(İstanbul merkezli) İslam ve Küresel İlişkiler Merkezi Direktörü Prof. Dr. Sami Al-Aryan da “Çin, seksenlerden beri İsrail ile olan ilişkilerinden özellikle teknoloji ve savunma alanında yararlanmaya çalışırken, Filistin konusunda kararlı bir pozisyon aldı.” dedi.
“Çin, Filistinlilerin hakları konusunda çok fazla şey sunmadan tutarlı olmaya çalıştı.” ifadelerine yer veren Aryan, Pekin’in Filistinlilerle daha iyi ilişkiler kurma arayışının, başka bazı hedeflerle Orta Doğu’daki konumunu güçlendirmeye çalışmasından kaynaklandığını sözlerine ekledi.
Aryan, Çin’in Suudi Arabistan’ı “güvenilir bir ortak olduğuna ve bu nedenle dolar yerine yuan ile anlaşmanın mümkün olduğuna” ikna etmeye çalıştığını vurgulayarak, bu adımın “bölgedeki ABD hegemonyasına doğrudan bir meydan okuma olacğını” kaydetti.
ABD’nin Çin’in Filistin-İsrail sorunuyla ilgili barış çabalarına veya müzakerelere katılmasına izin vermeyeceğine inandığını belirten Aryan, “Daha da önemlisi, İsrailliler ilgilenmiyor.” ifadelerine yer verdi.