Suudi Arabistan ve İran, kısa bir süre önce sürpriz bir adımla, diplomatik ilişkileri yeniden başlatma konusunda anlaşmaya vardıklarını duyurdu. Riyad ve Tahran arasında sağlanan anlaşma, Çin’in himayesinde gerçekleşmemiş olsaydı belki de bu kadar gündem olmaz ve ilgi çekmezdi.
Suudi Arabistan ile İran arasındaki diplomatik ilişkileri yeniden başlatan anlaşmanın Çin himayesinde gerçekleşmesiyle sarsılan ABD, bunun stratejik çıkarları için olumsuz sonuçlar doğuracağını biliyor
Suudi Arabistan-İran anlaşmasının, Çin himayesinde sağlanması Washington’da şok etkisi yaratan bir sarsıntıya yol açtı. ABD, Pekin’in arabuluculuğunda yapılan bu anlaşmanın stratejik çıkarları için olumsuz sonuçlara yol açacağını biliyor. Nitekim anlaşma, oldukça karmaşık ve önemli denklemlere sahip Orta Doğu’da olduğu gibi özellikle de küresel ekonomi üzerinde etkisi olacak deniz güzergahları ve enerji güvenliğini ilgilendiriyor.
Orta Doğu’da büyük dönüşümlerin habercisi gelişmeler, Washington’un askeri ve diplomatik varlığını azaltmasının ardından Rusya ve Çin’in bölgeye ciddi anlamda nüfuz etmesiyle başladı. Bölgedeki bu jeopolitik dönüşümlerin, Orta Doğu’da uzun vadede Washington’un hegemonyasını zayıflatacağı ve çok kutuplu yeni bir sistemin ortaya çıkmasına yol açacağı öngörülüyor.
Aslında büyük dönüşümler, Rusya-Ukrayna savaşının başlaması ve süper güçler arasındaki rekabetin kızışmasıyla hız kazandı. Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaş ayrıca, Batı ülkeleri ile stratejik rakipleri olan Çin ve Rusya arasında Orta Doğu’ya nüfuz rekabetinin krizini de derinleştirdi.
Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri de Batı ülkelerine baskı kuracak yeni faktörlerin varlığıyla kendilerini daha iyi hissetmeye başladılar. Nitekim bu, İsrail’in yanı sıra Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Ukrayna savaşında Batı ülkelerinin Rusya’ya karşı duruşu benimsemeye yanaşmama yönünde sergiledikleri tutumda açıkça görüldü.
Bölgede çok kutuplu yeni bir sistemin kurulması halinde Avrupa ülkelerinin daha etkin bir rol üstlenmelerine de fırsat doğar. Öyle ki Orta Doğu’nun tek güç hegemonyasından çıkmasıyla Avrupa’nın çıkarlarını ilerletmesini sağlayacak aktif rol üstlenmesi için alan açılacak.
Çin, Orta Doğu güvenlik sisteminde stratejik bir ortak haline geldi mi?
Pekin yönetiminin Orta Doğu’da stratejik bir rolü üstlenmeye dair yoğun çabaları gizli değil. Hatta Çin, 21. yüzyılda ABD’ye jeopolitik alanda meydan okuma konusunda ciddi bir ilerleme de kaydetmiş durumda.
Suudi Arabistan-İran anlaşması da bu bağlamda benzeri görülmemiş tarihi bir dönüm noktası görülüyor. Nitekim Riyad ile Tahran’ın 7 yıl aradan sonra diplomatik ilişkileri yeniden başlatma anlaşması, Orta Doğu’da belki de dünyada Çin döneminin başlangıç noktası olarak kayıtlara geçebilir.
Bu nedenle Çin dış politikasındaki stratejik dönüşümün bir gecede oluşmadığı, Washington’un bölge ülkelerine yönelik yükümlülük ve taahhütlerini yerine getirmemesi ve 2003 yılında Irak’a yönelik işgalin ardından oluşan stratejik boşluğu doldurmamasının bir sonucu olarak değerlendiriliyor.
Çin, ABD’nin elindeki askeri güç ve deneyimlere sahip olmadığı için Washington’la bu konuda rekabet edebilecek durumda değil. Ancak ABD kendi başına bölgeden uzaklaşarak meydanı Çin’e bırakmış oldu.
Çok kutuplu yeni bir dünya sistemini arama sebepleri
Washington Post gazetesinde yer alan bir haberde, eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in “Çin’in barış kurucusu olarak rol aldığında bölgedeki uluslararası diplomasinin referans çerçevesinin değişeceğini” söylediğine dikkati çekiliyor. O durumda, halihazırda bölgedeki barış anlaşmalarına arabuluculuk edebilecek güçte olan tek ülke ABD’nin hegemonyasını kaybedeceğine işaret ediliyor. Nitekim Çin de Orta Doğu’ya artık nüfuz etme yönünde bir ilerleme kaydetmiş durumda.
Çin’in halihazırdaki bölgesel rolü sebebiyle İsrail kararlarının daha fazla karmaşık hale geldiği belirtiliyor. Nitekim Tel Aviv yönetiminin İran’a baskı kurmak için adım atmak istediğinde Çin’in çıkarlarını da dikkate alması gerekiyor. Pekin ve Tel Aviv arasındaki güçlü ilişkiler de bunu gerektiriyor.
ABD’nin pek çok ortağı, son yıllarda uluslararası ilişkilerini gözle görülür ve istikrarlı bir şekilde çeşitlendirmeye başladı. Sadece Orta Doğu’da Bahreyn, Mısır, Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan, BAE ve Türkiye, Çin merkezli siyasi, ekonomik ve güvenlik grubu Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) mevcut veya potansiyel diyalog ortağı konumunda.
SİÖ; dünya nüfusunun yaklaşık yarısını ve Avrasya kara kıtasının yaklaşık beşte üçünü oluşturan üyeleriyle dünyanın en büyük bölgesel siyasi ittifakı. Genellikle batı ittifakının rakibi “Doğu İttifakı” veya “Doğu’nun NATO’su” olarak tanımlanıyor.
Ayrıca Arjantin, Endonezya, Meksika, Türkiye, İran gibi bazı ülkeler geçen sene BRICS grubuna (Brazilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) katılmayı istediğini belirtti. Hatta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2018’de Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Johannesburg şehrinde 10’uncusu düzenlenen BRICS Zirvesi’ne katıldı.
BRICS, çok kutuplu bir dünya düzenini güçlendirmek için çalışıyor, geleneksel batılı güçlerin hegemonyasına meydan okuyor ve dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerine sahip bir grup ülkeyi çatısı altında topluyor. Bu ülkeler, dünyanın kara alanının dörtte birini ve dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ını oluşturuyor. Ayrıca dünyanın gayrisafi yurt içi hasılasının yüzde 25’ini oluşturan bu ülkeler, gelecekte kendi aralarında bir birlik ya da siyasi kulüp oluşturmaya çalışıyor.
Çok kutuplu bir Orta Doğu’nun teşekkülünde yaşanabilecek zorluklar
Enerji alanında uzman Hadi Fethullah, OPEC’in 2016’da OPEC+’ya dönüşmesinin Suudi Arabistan’ın “petro-dolar” bölgesinden uzaklaşması, petrol dışı piyasaya aktif şekilde katılımı için zemin hazırladığını ifade etmişti.
Bu çerçevede 2019’da dolar dışında farklı para birimleriyle petrol ticaretini keşfetmeye koyulan Suudi Arabistan, 2022’de ise Çin ile yuan üzerinden petrol ticareti seçeneklerini ciddi şekilde değerlendirmeye başladı.
Riyad’ın yeni enerji vizyonundan kaynaklanan politikalar, Suudi Arabistan’ın güvenliğini uzun süredir destekleyen siyasi anlaşmalarda şimdiden çatlaklar oluşturdu.
Ancak bu gelişmeler, ABD’nin bölgeden çekilme kararında geri adım atmasına katkı sağlamak yerine Körfez’in güvenliğini öncelikler listesinden çıkaran Washington’un konumunu pekiştirdi.
Kaya gazı çıkarmanın ABD’yi Riyad’ın petrolünü öncelikler listesinden çıkarmaya sevk ederken, Suudi Arabistan güvenlik karşılığında petrole alternatif bir denklem kuramadı. Bunun neticesinde Yemen’deki İran destekli Husiler, 2021 ve 2022’de Suudi Arabistan’ın önemli petrol tesislerine saldırılar düzenleyebildi.
Suudi Arabistan, ülkenin ulusal petrol şirketi Saudi Aramco aracılıyla enerji sektöründe Çin yatırımlarının önünü açması ise siyasi ve güvenlik sahnelerindeki karmaşıklığı daha da artırdı. ABD’li özel şirketleri bu yatırımlara ortaklık etmesi bile durumu çok değiştirmedi.
Riyad yönetimi, güvenlik politikası ile enerji sektöründeki karar alma sürecini gözden geçirmeye yeltendiğinde, süregelen uluslararası nüfuz düzenlemelerinin bir sonucu olarak bazı ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalıyor.
Çin’in “People’s Daily” gazetesinin haberinde, Pekin’in Orta Doğu politikasının, ülkenin özel çıkarlarını merkeze almadığını; Orta Doğu’da tek kutuplu hegemonya peşinde koşan her ülkeye karşı olduğunu savundu. Bu, bölgedeki çok kutupluluk modelinin Çin’in lehine olacağı ve Pekin’in stratejik alanının genişlemesine yol açacağı anlamına geliyor.
Bu görüşten hareketle, Çin, Arap ülkelerinin egemenliğine saygı gösterme bahanesiyle ve ortak kalkınma arayışı temelinde Orta Doğu’da çok kutupluluğu teşvik etmeye çalışıyor.
Çin halihazırda güçlü bir ticaret ortağı gibi görünebilir ancak ABD’nin bölgede bıraktığı stratejik boşluğu halen tek başına dolduramaması, bölge ülkelerini sürekli alternatif arayışlara sevk ediyor ve bu da çok kutuplu bir Orta Doğu anlamına geliyor.