Çevrim içi düzenlenen konferansın ilk oturumunda konuşan Türkiye’nin 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın torunu Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali, 1960 askeri darbesinin cumhuriyet tarihinin ilk darbesi olduğunu anımsatarak, sonraki darbeleri yapanlar tarafından örnek alındığını söyledi.
Darbenin bir grup subay tarafından yapıldığını ifade eden Naskali, “Bu bir subay hareketidir. Bir de sivil kolu vardır, o da CHP’dir. İki koldan yürümüştür.” değerlendirmesini yaptı.
Büyükbabası Bayar’ın darbe günü yaşadıklarını anlatan Naskali, Bayar’ın Çankaya Köşkü’ne kendisini almaya gelen subayları “Milletin reyiyle geldim, milletin reyiyle giderim. Siz kim oluyorsunuz?” sözleriyle karşıladığını aktardı.
Naskali, Bayar’ın gelenleri silahını çekerek vurmak istediğini ancak bu kararından vazgeçtiğini belirterek, “İçinden bir ses katil olma diyor. Bunun üzerine silahı kendi şakağına çeviriyor. Silah tutukluk yapınca fırsattan istifade odadaki subaylar, üzerine yürüyerek silahı elinden alıyorlar.” diye konuştu.
Yassıada yargılamalarına da değinen Naskali, “Yassıada yargılamaları darbeyi haklı göstermek için hazırlanmış bir gösteriydi. Mahkeme heyeti Milli Birlik Komitesinin güdümünde çalışacak kimselerden oluşuyordu. Yassıada kararları önceden verilmiş kararlardı haliyle. Sümen altında hazır bekleyen bir dosyaydı. Keza idam hazırlıkları da mahkeme bitmeden çok önce başlamıştı.” ifadelerini kullandı.
Darbecilerin devletin kurumlarını kendi zihniyetlerine göre yeniden tasarladıklarını anlatan Naskali, ordudan 235 general ve 5 bine yakın subay, astsubayın emekli edildiğini, üniversitelerde “147’ler” olarak bilinen öğretim üyelerinin görevden uzaklaştırıldığını, Yargıtayın 241 üyesinden 66’sının, Danıştayın 54 üyesinden 28’inin, kürsüde bulunan 3 bin 123 hakim ve savcıdan 520’sinin rızaları dışında emekli edildiklerini aktardı.
Darbeyi ayakta tutma, hatırlatma çalışmalarının da yapıldığını dile getiren Naskali, “İnönü hükümeti, 1962’de 27 Mayıs’ı milli bayram olarak ilan etti ve 20 yıl kadar 27 Mayıs kutlanmaya mecbur bırakıldı.” diye konuştu.
Naskali, darbecilerin kendilerini meşru göstermek için belli adımlar attıklarını ifade ederek, “Darbe yapanların meşru olma kaygısı var. Ortaya birtakım sebepler sürülmesi gerekiyor, bir zemin gerekiyor. Bugün de darbe zemini hazırlıklarına benzeyen sözler duyduğumda arkasında böyle bir düşüncenin olduğunu düşünüyorum.” değerlendirmesini yaptı.
“Milletin sırtına saplanmış bir hançer”
Gazeteci yazar Yavuz Donat ise 27 Mayıs 1960 darbesini “izleri hala duran, milletin sırtına saplanmış bir hançer” olarak tanımladı.
1960 darbesinin siyaset üzerindeki etkilerinin hala görüldüğünü belirten Donat, “1960 darbesinin getirdiği en büyük kötülüklerden biri ülkemizde siyaset ve siyasetçi düşmanlığının kurumsallaştırılmasıdır ve bu düşmanlık halen devam etmektedir. 27 Mayıs darbelerin annesi, babasıdır. Türk siyasetinin üzerinden öyle bir tır geçti ki hala etkilerini atabilmek mümkün değildir.” diye konuştu.
Donat, 27 Mayıs darbesiyle Türkiye’de yeni bir sınıf oluştuğuna işaret ederek, “Sistemin gizli efendileri. Bunlar hala vardır. Halka ‘Haso, Memo’ diye bakanlar, ‘profesörün oyu ile dağdaki çobanın oyu bir midir’ diye bakanlar.” ifadelerini kullandı.
Darbenin etkilerinin devam ettiğini dile getiren Donat, şunları kaydetti:
“27 Mayıs’ın üzerinden bu kadar zaman geçti ama ruhu yaşıyor. Eğer yaşamasaydı ‘ordu göreve’ pankartı asılmazdı, ‘Genelkurmay’ın ışıkları yanıyor’ denilmezdi, Kenan Evren’e gidip ‘Paşam daha ne duruyorsun’ denilmezdi. Bugün hala Türkiye’de darbe aşkıyla yanıp tutuşan sözde demokrat, demokrasiye inanmayan, milli iradeye inanmayan bir kesim vardır. Darbe başarılı olsa alkışlayacak çok kişi vardı, birtakım siyasetçiler de dahil. Birtakım kişiler hala darbenin özlemiyle, hasretiyle yanıp tutuşmaktadır. Allah Türkiye’yi bir daha o günlere götürmesin.”
“Darbeyi yapanlar bugüne kadar etkisini sürdürecek bir güç oluşturmuştur”
Akademisyen yazar Rasim Koç ise 27 Mayıs’ın ülkenin hem bürokratik yapısını hem de devlet yönetim işleyişini bozduğunu söyledi.
Darbeyi yapanların ordu içindeki azınlık grup olduğunu, 38 kişilik bu grubun kendi içinde de farklı fikirler taşıdığını anlatan Koç, darbeden sonra grup içinde tasfiyeler gerçekleştiğini anımsattı.
27 Mayıs’ın kendinden sonraki darbelere etkisinin büyük olduğunu dile getiren Koç, “Darbeyi yapanlar bugüne kadar etkisini sürdürecek bir güç oluşturmuştur.” ifadesini kullandı.
Koç, 27 Mayıs’ta Demokrat Parti’nin kapatıldığını, CHP’nin kurumsal kimliğinin devam ettiğini aktararak, “Sadece bir partiye karşı işlenmiş bir darbedir. 15 Temmuz’da da tek bir parti hedef alınmıştır. 2007’de de tek bir parti hedef alınmıştır. Bunlar birbirinin devamı olan, temelinde hukuk, demokrasi, özgürlük olmayan, belli bir zümrenin vesayetine dayalı bir iktidar anlayışı.” değerlendirmesinde bulundu.
“Ciddi manada uyanık olmalıyız”
TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Akif Çağatay Kılıç ise konferansın ikinci oturumunda konuştu. Kılıç, bugün iletişim kanallarının kötü amaçlar için de kullanıldığını ifade ederek, “Önümüzdeki dönemde demokrasi dışı, hak, hukuk dışı müdahalelere kalkışacak olanların sadece bildiğimiz, konvansiyonel diye tabir ettiğimiz araçları kullanmayacağını, sosyal medyayı ciddi manada suiistimal edeceklerini, sahte haberlerle kamuoyu oluşturma yoluna gideceklerini düşünüyorum.” dedi.
1960 darbesinden sonra iktidarı kötülemek için radyo ve gazetelerin kullanıldığını, “gençlerin kıyma makinelerine konulduğu” haberlerinin yapıldığını anımsatan Kılıç, “Şunu görmek lazım, o darbelerin arkasındaki güçler o gün o imkanları kullanıyordu, bugün başka imkanları kullanmaya çalışıyor. Geleneksel anlamda anladığımız darbeyi yapmaya gerek duymadan birtakım manipülasyonlarla sonuç elde etmeye çalışıyorlar. Onun için bu konuda ciddi manada uyanık olmalıyız.” ifadelerini kullandı.
Şu an Türkiye’de siyasetin içerisinde muhalefetin farklı unsurlarının da bulunduğu bir algı operasyonu çalışması olduğunu söyleyen Kılıç, “Bunu Meclis’te de yaşıyoruz. Doğru olmayan bilgiler üzerine algı operasyonları kurulup, bir takım yasa dışı, demokrasi dışı müdahalelerin sanki algısal anlamda altyapısı hazırlanmaya çalışılıyor gibi bir algı tabii ki hepimizde oluşuyor.” değerlendirmesini yaptı.
Ülkenin, milletin hassasiyetleri noktasında gösterilmesi gereken duruşunun açık olduğunu dile getiren Kılıç, “Bunları ortaya koyarken çıkıp da 15 Temmuz’u kontrollü, organize, tiyatro veya önüne başka sıfatlar getirerek adlandırmaya çalışmak darbeci zihniyetin değirmenine su taşımaktan başka bir noktaya gitmez.” dedi.
“Demokrasi bilincinin gelişmesi açısından önemli”
Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu Üyesi Prof. Dr. Burhanettin Duran ise 1960 darbesinin verdiği zararı çok yönlü değerlendirmenin demokrasi bilincinin gelişmesi açısından önemli olduğuna dikkati çekti.
Türkiye’de darbelerin ortak noktalarına değinen Duran, “Toplumsal ve siyasal gruplar arasındaki çatışmaları artıran bir ortamın oluşturulduğunu, ekonominin bu şekilde olumsuz bir havayla ele alındığını ve sürekli siyasetin başarılı olamadığı kampanyasının yürütüldüğünü, içeride medya eliyle psikolojik bir harbin yükseltildiğini, kurumsal krizin yaratılmaya çalışıldığını gördük. Bunlar 1960 darbesine has değildi. 17-25 Aralık, MİT tırları gibi olaylar da böyleydi.” diye konuştu.
Bugün ülkede demokrasi konusunda daha güçlü bir toplumsal bilinç olduğunu anlatan Duran, “15 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısıyla meydanlara inen insanlar aslında 1960 darbesiyle de hesaplaştılar ve onu tarihe gömdüler. Bundan sonra vesayetçi hiçbir grubun bu ülkenin kaderini belirleyemeyeceğinin tarihini yazdılar. 15 Temmuz gecesine dair yaptığımız araştırmalarda şunu gördük. İnsanlar Erdoğan’a Menderes’in kaderini yaşatmak istemedikleri için meydandaydılar.” ifadelerini kullandı.
“Darbeci geleneğin başlangıcı”
Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkan Vekili Mehmet Uçum, 1960 darbesinin cumhuriyet tarihi açısından darbeci geleneğin başlangıcı olduğunu, etkilerinin sonraki dönemlerde de kendini gösterdiğini anlattı.
Cumhuriyetin egemenliği kayıtsız, şartsız millete veren bir sistem olduğuna işaret eden Uçum, “1960 darbesi sadece demokratik düzene karşı yapılmış bir darbe değildir, aynı zamanda cumhuriyete karşı da bir darbedir.” dedi.
Darbelerin tamamının demokrasi karşıtlığı üzerinden tartışıldığını ancak aynı zamanda cumhuriyet karşıtlığı olduğunu anlatan Uçum, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Cumhuriyete karşı olmasının sonuçları milli egemenliğin parçalanması şeklinde bir sistem kurulmasıyla bağlantılıdır. 1961 Anayasası’na bakıldığında egemenlik ilkesine ilişkin düzenleme değiştirilmiştir. 1921 ve 1924 anayasalarında ‘Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir’ hükmü vardır. Bunun yanına kurumsal yapılar koymamış, yetkili organlar tayin etmemiştir. 1961 Anayasası’nda ‘Egemenlik kayıtsız, şartsız millete aittir.’ dedikten sonra egemenliğin anayasada belirtilen yetkili organlar eliyle kullanılabileceğine ilişkin düzenleme koymuştur. Bunu 1982 Anayasası da tekrar etmiştir. Bu bilinçlidir. Amacı milli egemenliği sınırlamaktır. Esas itibarıyla halkın iradesiyle, seçimler yoluyla, halkoylamaları yoluyla, diğer inisiyatifleriyle kullanması gereken egemenlik, milli egemenlik ve kurumsal egemenlik olarak ikiye bölünmüştür.”
Diğer ülkelerde darbeci geleneklerin bir şekilde tasfiye edildiğini ancak Türkiye’de 1960 darbesinden sonra 50 yıldan fazla etkisini ve varlığını sürdürdüğünü kaydeden Uçum, “Bunun asli sebebi, darbeci geleneğin hukuksal sistematik içerisinde bir egemenlik pozisyonu oluşturmasıdır.” diye konuştu.
1960 darbesiyle yapılan düzenlemelerin kalıntılarının 1982 Anayasası’nda da görüldüğünü aktaran Uçum, şöyle konuştu:
“Milli egemenliğe ortak olmuş, demokrasiye karşıt pozisyonda yapılanmış bu kurumsal egemenliği tümden tasfiye etmemizin yolu yeni sivil demokratik bir anayasayı kabul etmemizden geçiyor. Reform sürecini tamamlayacak hedef yeni, sivil bir anayasa olmak zorunda. 2023 sürecinde Sayın Cumhurbaşkanı’nın gündeme getirdiği, Cumhur İttifakı’nın sahip çıktığı yeni anayasa hedefi, diğer partilerin her ne kadar sistem değişikliği üzerinden de ele alsalar yeni anayasa çalışmaları Türkiye’nin yeni anayasa ihtiyacının ne denli güçlü olduğunu ortaya koymaktadır.”