Selçuklu Türkleri ile Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen, Konya ve Mevlana ile özdeşleşen keçe sanatı, Girgiç ailesinde nesilden nesle aktarılıyor.
Dedesinin babası, dedesi ve babası keçe ustası olan 34 yaşındaki Salih Girgiç de babasından öğrendiği mesleği, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinde aldığı yüksek lisans eğitimi ile akademik boyuta taşıyor.
Keçe ustası ailenin dördüncü kuşak temsilcisi Girgiç, AA muhabirine, keçeciliğin bir aile geleneği olduğunu anlattı.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümü Halı Kilim Eski Kumaş Desenleri Ana Sanat Dalı’nda yüksek lisans yaptığını dile getiren Girgiç, “Orada devam ettiriyorum çünkü aldığımız güzel bir eğitim var. Bu işin akademik, tarih boyutunda nasıl araştırmalar yapılmış, neler yazılmış onları araştırmak ve kendim de bir şeyler yazmak için, daha geniş kitlelere ulaşalım diye bu yola başladım. İşin mutfağında yetişmiş olmak büyük avantaj sağlıyor. Buradan yola çıkarak öyle bir karar aldım. Çok güzel sonuçlar da oldu.” diye konuştu.
Babasının keçe üzerine çalışmalarının devam ettiğini ifade eden Girgiç, ailelerinde keçeye başlamanın yaşının olmadığını söyledi.
Ailede, çocukların oyuncak oynama yaşı geldiğinde eline yün verildiğini aktaran Girgiç, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Atölyede zaten belli bir üretim devam ediyor. Çocuklara küçük görevler veriliyor. Mesela bir diziye sipariş yapılıyor, şapkalarda çocuklara görev veriliyor. Bu sefer çocuk yaptığı işin böyle bir yerde değerleneceğini düşünerek çok daha özenli davranıyor. Hep bu şekilde yetiştiğimiz için temelden özverili bir şekilde hassas çalışarak yetiştik. Biz 9 kardeşiz. 6 erkek, 3 kız var. Hepsi de bu işle uğraşıyor. Babam evin tek çocuğuymuş ama biz geniş bir aileyiz. Beşinci kuşaklar geliyor.”
“Keçeyi kumaşlarla da birleştirdik”
Girgiç, keçenin asırlardır yelek, başlık gibi ürünlerde kullanıldığını hatırlatarak, keçeyi bugüne daha uygun eşyalarda kullandıklarını anlattı.
Yelek, ceket, kaban, tarzı ürünler yaptıklarını dile getiren Girgiç, “Keçeyi kumaşlarla da birleştirdik. İpek ve pamuk kumaşlarla birleştirince, yünün kullanım alanı çok daha değişti. Şapka, çanta, yer sergileri, duvar panosu yapıyoruz.” dedi.
“Keçe için ‘Mevleviliğin kalbi’ diyebiliriz”
“Suf” kelimesinin yün, “Sufi”nin de yün giyen anlamına geldiğini söyleyen Girgiç, Konya ve Mevlana’nın keçeyle özdeşleştiğini dile getirdi. Girgiç, şunları kaydetti:
“Keçe için ‘Mevleviliğin kalbi’ diyebiliriz. Mevlevilerin kullandığı sikkeler, arakiyeler, üzerlerine yelek olarak giydikleri haydariyeler, ayaklarına giydikleri mestin içi hep keçedir. Onlar çilehaneye çekileceği zaman yumuşak yatak değil, keçeden malzemeler kullanmışlardır. Bunun sebebi de sağlık açısından vücudun enerjisini alan, dinlendiren bir malzemedir ama Mevleviler açısından bakarsak, sikke de kullanmışlar. Sikkeyi çok yumuşak bir malzemeden de yapabiliriz ama sikke, içinde tiftik olan bir malzemeden yapılmıştır. Vücuda hafif kıl batar, giydikleri yeleklerde de böyledir. Bunun maksadı da dünya hayatına kendilerini kaptırmamak için her ne kadar sağlıklı ve rahat bir ürün kullanmış olsalar da ara ara batan kılların dünya hayatının geçici, asıl önemli olanın ahiret hayatına yatırım yapmak olduğunu belirtsin diye sürekli keçe kullanmışlardır.”