AA muhabiri, iklim krizinin getirdiği ve “yeni normal” olarak da anılan sert iklim geçişlerinin, afetlerin ve gıda kaynaklarının kısıtlanmasının yol açtığı göç hareketlerini İsviçre’deki Neuchatel Üniversitesinden Prof. Dr. Etienne Piguet ve İngiltere’deki Royal Holloway Üniversitesinden kıdemli akademisyen Laurie Parsons ile değerlendirdi, konuya ilişkin güncel istatistikleri derledi.
- İklim krizi atmosfere nasıl bir iz bırakıyor?
- Antarktika’da Arjantin büyüklüğünde deniz buzu eridi
- Aşırı sıcak ve nemli hava psikolojiyi de olumsuz etkileyebiliyor
Deniz seviyesinin yükselmesine, okyanus sıcaklığının artmasına, buzul kütlelerinin erimesine ve donmuş toprakların çözülerek milyarlarca ton metan gazının atmosfere salınmasına yol açan iklim değişikliği, sebep olduğu sıcak hava dalgaları, orman yangıları, kuraklık, aşırı yağış, sel ve toprak kaymaları gibi öngörülemez doğa olaylarıyla insan hayatını doğrudan etkiliyor.
Etkisi dağların zirvesinden okyanusların derinliklerine kadar hissedilen iklim değişikliği, büyük ekonomik kayıpların yanı sıra sosyolojik ve kültürel olumsuzluklara da yol açıyor, dünya genelinde göç hareketlerini de tetikliyor.
Avrupa Birliği’ne (AB) bağlı Copernicus İklim Değişikliği Servisinin Temmuz 2023’ün küresel bazda “en sıcak ay” olarak kayıtlara geçtiğini açıklaması ve Dünya Meteoroloji Örgütünün (DMÖ) daha yoğun sıcaklık dalgalarına hazırlıklı olunmasına yönelik uyarısı, aşırı iklim olaylarının süreceğinin sinyallerini veriyor.
Uluslararası toplantılarda iklim değişikliğine yönelik mücadelede yol haritaları belirlense de Paris İklim Anlaşması’nın “küresel sıcaklık artışını 2 derecenin olabildiğince altında (mümkünse 1,5 derece seviyesinde) tutma” hedefine doğru olumlu bir ilerleyişin görülmemesi, bu konudaki endişeleri artırıyor.
Mevcut politikalarla devam edildiği takdirde yüzyılın sonuna kadar 2,8 derecelik bir sıcaklık artışı öngörülürken bunun, dünya için bir “felaket” olduğu belirtiliyor.
İklim değişikliği “iklim göçü” olgusunu ortaya çıkardı
İklim değişikliği nedeniyle artan aşırı doğa olayları, yeni kavramlar ve olguları da ortaya çıkardı. Özellikle son dönemde literatürün en popüler kavramlarından biri, “iklim göçü” oldu.
Dünya genelinde iklim krizinin yol açtığı doğa olayları insan yaşamını sıkıntıya soktukça DMÖ İklim İzleme Başkanı Omar Baddour’ın, “Uzak bir gelecek tehdidinden ziyade bugün günlük hava durumunda etkileri hissedilen iklim değişikliği, insanları göçe zorluyor.” sözleriyle anlattığı bu durum, konunun uzmanlarının odaklandığı önemli başlıklardan biri oldu.
İlk olarak 1985’te “çevresel mülteciler” olarak BM Çevre Programı raporunda yer alan bu kavram, iklim değişikliğinin, etkisini artırarak devam etmesiyle önem düzeyini artırdı.
İklim göçü, genel olarak “çevresel ve ekolojik değişiklikler sonucu insanların gıdaya ulaşım, barınma, ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayabilmek için yer değiştirmesi” olarak ifade ediliyor.
Uluslararası Göç Örgütü (IOM) de bu kavramı “iklim krizi sebebiyle çevrede aniden gelişen ya da zamanla ilerleyen değişimler sonucu yaşadıkları yerleri geçici ya da kalıcı olarak ülke içerisinde ya da ülkeler arasında değiştiren bir kişinin ya da bir grup insanın hareketi” olarak tanımlıyor.
İklim göçünün temel sebepleri arasında şiddetli kuraklık, sıcaklık değişimleri, şiddetli sel, kasırga ve hortum gibi aşırı hava olaylarının sıklaşması, tarımda verimin hızla düşmesi ve salgın hastalıkların artması gibi aşırı doğa olayları yer alıyor.
Geçen yıl 32,6 milyon kişi iklim değişikliği nedeniyle ülke içinde göç etti
IOM’un mayısta yayımlanan raporunda her yıl milyonlarca kişinin iklim değişikliğinin neden olduğu doğal afetler nedeniyle yerinden olduğu bildirildi.
İklim değişikliğinin dünya genelinde göç modellerini yeniden şekillendirdiği belirtilirken doğal afetlerin, ülke içinde yer değiştirmelerin önde gelen nedenlerinden biri haline geldiği kaydedildi.
Pakistan’daki seller ve Filipinler’deki Noru Tayfunu da dahil doğal felaketlerin, geçen yıl 32,6 milyon kişiyi ülke içinde göç etmek zorunda kaldığı hatırlatılan raporda, bu sayının bir yılda bugüne kadar kaydedilen en yüksek seviye olduğu açıklandı.
İklim değişikliği bağlamında doğal afetlerin sıklığı, süresi ve yoğunluğunun kötüleşmesi halinde bu sayının artmasının beklendiği belirtildi.
2050’ye kadar 216 milyondan fazla insan iklim nedeniyle göç edebilir
Birleşmiş Milletler Afet Riski Azaltma Ofisinin (UNDRR) Afet Riskini Azaltma Küresel Değerlendirme Raporu’nda, 2030’a kadar her yıl 560 doğal afetin gerçekleşeceği tahmininde bulunuldu.
Dünya Bankasının 2021’de yayımladığı ve iklim göçüne ilişkin tahminin yer aldığı rapora göre, 2050’ye kadar 216 milyondan fazla kişinin iklim değişikliği nedeniyle göç etmesi bekleniyor.
Bu nüfus değişiminin büyük bir kısmının Sahra Altı Afrika, Güney Asya ve Latin Amerika’da gerçekleşeceği düşünülüyor.
Avustralya merkezli düşünce kuruluşu Ekonomi ve Barış Enstitüsünün (IEP) 2020’deki tahminine göre ise iklim değişikliğinin de sebep olduğu doğal afetler nedeniyle 2050’ye kadar 1 milyardan fazla kişi yerinden edilme tehlikesiyle karşı karşıya.
Öte yandan, DMÖ’nün Küresel İklim Durumu raporları, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ve IOM gibi ortaklarının katkılarına dayalı olarak artık iklim değişikliğinin sosyoekonomik etkilerini de hesaba katarak hazırlanıyor.
İklim değişikliği ve bunun sebep olduğu göçe yönelik her yıl hazırlanan raporlardaki istatistiklerde artış yaşanırken bu sebeple gerçekleşen göçün ileride ülkeler için daha büyük problem olabileceği ve bu noktada önlem alınması gerektiği belirtiliyor.
Konunun uzmanı akademisyenler ise iklim değişikliğinin sebep olduğu göç hareketleri yerine iklim değişikliğiyle mücadeleye odaklanılması gerektiğini savunuyor.
Bu konuda farklı yönlere dikkat çekilmesi sebebiyle ülkeler, iklim göçüyle mücadelede ikilemde kalıyor.
“İklim değişikliği ile göç arasında basit bir ilişki olduğunu düşünmek bir çelişki”
İsviçre’deki Neuchatel Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Etienne Piguet, iklim değişikliği ve göç konusunun yeni olmadığını ve coğrafyacıların 19. yüzyılın sonunda bu iki konu arasındaki ilişkiyi fark ettiğini aktardı.
“Göç ve İklim Değişikliği” adlı kitabın yazarı ve bu konuda BM için makaleler de kaleme alan Piguet, bu konunun uluslararası toplumun gündemine 20. yüzyılın sonlarında girmiş olmasının ilginç olduğunu belirtti.
BM bünyesindeki Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) konuyla ilgili ilk raporunu 1990’da yayımladığını kaydeden Piguet, iklim değişikliği neticesinde oluşan göçün, diğer etkilerinden çok daha doğrudan görünür olduğunu ve bunun, birçok zorluğunun bulunduğunu ifade etti.
Piguet, “İklim değişikliğine bağlı göç, diğer sorunlarla bağlantılıdır ve toplumlar için potansiyel olarak karışıklığa sebep olan bir durum olarak görülüyor. Bu bağlamda, iklim değişikliği, göç ve güvenlik arasında bağlantı kuruluyor. Bu bağlantı iklim göçünü, iklim değişikliğinin en önemli sonuçlardan biri haline getiriyor.” dedi.
İklim değişikliği ile göç arasında basit bir ilişki olduğunu düşünmenin bir “çelişki” olduğuna işaret eden Piguet, şöyle devam etti:
“İklim değişikliğinin bir sonucu olarak nüfusun büyük ve zorunlu yer değiştirmeleri olabileceğini kesinlikle dikkate almalıyız. İklim değişikliğine bağlı kuraklığın olduğu bölgelerdeki nüfusun eskisinden daha az göç ettiği vakalar da var, bu durum karmaşık bir mesele. Bu nedenle geçmişte yaşanmış olaylarla ilgili genel açıklama yapmak yerine bu hareketleri vaka bazında incelemek önemli.”
Bazı haberlerde iklim değişikliği nedeniyle milyonlarca kişinin göç edeceğinin bir tehlike olarak sunulduğu ve ülkelerin bu göçlerden korunması gerektiği yönündeki haberlere işaret eden Piguet, bu tür aşırı basitleştirmelerin tehlikeli olduğunu kaydetti.
Piguet, “İklim değişikliği ve göç konusunda daha fazla araştırma yapmak iyidir. Bu, devam eden bir süreç ve özellikle bu sebeple gerçekleşen göçler konusunda acil ve spesifik siyasi eylemlere ihtiyaç olduğunu düşünmüyorum. Bu acil durum, hareketlilik ve göç dikkate alınmalı ancak ana sorun olarak görülmemeli. Bazı ülkeler iklim değişikliği ile göç arasındaki bağlantı nedeniyle giderek daha fazla göçmen olacağı ve kendilerini göçmenlere karşı korumak için duvarlar inşa etmeleri gerektiği sonucuna varabilir ancak durum böyle değil. İklim değişikliğinden korkmalıyız, bu gerçekten bir tehlike ve bunla mücadele etmeliyiz. Ancak göçmenlerden korkmamalıyız. Esas sorun onlar değil, iklim değişikliğidir.” değerlendirmesinde bulundu.
“Göçe çok düşmanca yaklaşılan bir ortamda yaşıyoruz”
Royal Holloway Üniversitesi Beşeri Coğrafya Bölümü Kıdemli Öğretim Üyesi Laurie Parsons ise iklim değişikliği ve göç konusunun “iklim mültecisi” kavramıyla ilk olarak 1980’lerde uluslararası toplumun gündemine girdiğini, 2000’li yılların başında da ilk kez büyük verilere ulaşıldığını anlattı.
Parsons, bazı insanların iklim göçünü ağırlıklı olarak bir “felaket göçü” olarak gördüğünü ancak bunun daha karmaşık bir durum olduğunu belirterek şunları kaydetti:
“Dünya genelindeki (iklimle ilgili) göç haritalarına bakarsanız, göçün çoğunluğunun küresel güneyde olacağı varsayılıyor. Sahra Altı Afrika, Güney Asya ve hatta Güneydoğu Asya gibi bölgelerin çok savunmasız olması bekleniyor. Bu durum ekonomik, küresel ve yerel eşitsizliklerle de ilgili. İklim değişikliği ile göç arasındaki ilişki değişkenlik gösteriyor ancak ekonomi çok önemli. Örneğin, sosyal ve ekonomik yapıları güçlü olduğu için genellikle Avrupa’nın birçok bölgesinde büyük oranda iklim göçü olduğu varsayılmaz. Bu durum genellikle küresel güneydeki ülkeleri etkiler.”
İklimin insanları doğrudan etkilemediğini savunan Parsons, toplumların sahip olduğu sosyal, fiziksel, ekonomik ve toplumsal ilişkilerin bu noktada büyük rolü olduğuna işaret etti.
Parsons, iklim değişikliği sebebiyle göç edecek kişilerin karşılaşacağı tehlikelere dikkati çekerek “Göçe çok düşmanca yaklaşılan bir ortamda yaşıyoruz.” diye konuştu.
İklim değişikliği ve göç konusunda eleştirel düşünmenin önemini vurgulayan Parsons, “iklim göçünün, genellikle milyonlarca kişinin durumu iyi ülkelerin geçim kaynaklarını tehdit ettiği” yönünde aktarıldığını belirtti.
Laurie Parsons, iklim değişikliği nedeniyle yoksullaşan ve yeni iş bulmak için hareket eden pek çok kişinin olduğuna dikkati çekerken “Bu toplulukları, onların sosyal güvenlik ağlarını, küresel güney ülkelerini ve iklim açısından hassas olan ülkeleri güçlendirebilirsek iklim değişikliği ile karşı karşıya kaldığımız sorunlara uyum sağlamada uzun vadeli çözüm sağlamış oluruz.” dedi.
Parsons, ekonomik durumu iyi olanların, olmayanlara kıyasla iklim değişikliğinden daha az etkilendiğini de sözlerine ekledi.