Türkiye’nin yakın siyasi tarihine damga vuran ve “postmodern darbe” olarak adlandırılan 28 Şubat sürecinde, başörtüsü yasağını protesto etmek için düzenlenen “İnanca Saygı Düşünceye Özgürlük İçin El Ele” eylemi, bu dönemdeki uygulamalara yönelik tepkiyi ülke geneline yaydı.
Demokrasi tarihinde “kara bir leke” olarak anılan ve toplumda derin yaralar açan 28 Şubat’ın insan hakları ihlalleri ve ayrımcı uygulamalarından en çok, eğitim öğretim hakları ellerinden alınan başörtülü öğrenciler etkilendi.
Üniversite kapıları yüzlerine kapanan ve adeta ikinci sınıf muamelesi gören başörtülü öğrenciler, uğradıkları haksızlıklara karşı üniversite önlerinde basın açıklamaları yaptı ve oturma eylemlerinde bulundu.
Başörtüsü yasağına karşı düzenlenen eylemlerin zirve noktasını ise ülke geneline yayılan “İnanca Saygı Düşünceye Özgürlük İçin El Ele” eylemi oluşturdu.
Birçok ilde 11 Ekim 1998’de aynı anda başlayan eyleme, toplumun farklı kesimlerinden katılım oldu.
O dönem başörtüsü yasağının en katı şekilde uygulandığı İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin önünde bir araya gelen katılımcılar, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden Aksaray, Laleli, Beyazıt, Sultanahmet, Eminönü, Galata Köprüsü üzerinden Karaköy, Kabataş, Beşiktaş, Ortaköy ve o dönemki adıyla Boğaziçi Köprüsü girişinden, Anadolu Yakası’nda da Paşalimanı Caddesi, Üsküdar, Maltepe, Kartal, Pendik, Tuzla ve Gebze güzergahı boyunca kesintisiz “insan zinciri” oluştu.
Gebze, İzmit, Adapazarı, Bolu, Ankara hattında bazı şehirler arası yollar dışında, il merkezlerinde de zincir devam etti.
Bu arada 200 otobüs, Bursa, İstanbul, Ankara arasında zincirin kesintisiz gerçekleşmesi için Kütahya, Afyon, Lüleburgaz, Bilecik, Yalova, Konya ve Eskişehir’den insan taşıdı. Çorum, Samsun ve Ordu’da zincir kesintiye uğramazken, Giresun’da eyleme izin verilmedi. İnsan zinciri, Trabzon, Rize, Hopa yönünde devam etti. Eylemin güney hattında Kayseri’den başlayan insan zinciri, Malatya’ya kadar devam edip Elazığ’da sona erdi.
Yurt dışından da sembolik destekler
Bu arada yurt dışında da sembolik eylemlerle insan zinciri oluşturuldu. Köln, Duisburg, Amsterdam, Washington, Londra, Tiran, Medine, Sydney ve Melbourne’da gerçekleştirilen sembolik zincirlerle bu şehirlerde yaşayan bazı Türkler de eyleme katıldı.
Trafiğe engel olmamak için güzergah boyunca yol kenarında el ele tutuşarak zincir oluşturan vatandaşlar, üzerinde “Özgür bir Türkiye için el ele” yazısı taşıyan şapka taktı ve ellerinde “İnanca saygı düşünceye özgürlük” yazılı balonlar taşıdı. Araçlar da korna çalarak eyleme destek verdi.
Eyleme yaşlı, genç, çocuk, kadın ve erkek gibi toplumun her kesiminden katılım oldu. Başörtüsü takmayanların da destek verdiği eylemde, herhangi bir şiddet olayı yaşanmadı.
Derneklerin, vakıfların ve bazı siyasi partilerin desteklediği eylem kapsamında, İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt’taki ana yerleşkenin önünde de el ele tutuşuldu.
Eyleme Yeniden Doğuş Partisi (YDP) Genel Başkanı Hasan Celal Güzel, eski Devlet Bakanı Hasan Aksay, dönemin Fazilet Partisi İstanbul İl Başkanı Numan Kurtulmuş ve Fazilet Partisi milletvekillerinin bulunduğu siyasilerin yanı sıra, gazeteciler Abdurrahman Dilipak, Ahmet Taşgetiren, Mazlum-Der İstanbul Şube Başkanı Avukat Şadi Çarsancaklı, Başörtüsü Komisyonu Başkanı Avukat Ahmet Selamet, Yörünge Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Resul Tosun başta olmak üzere birçok tanınmış kişi katıldı.
Avrupa Yakası’nda el ele tutuşan vatandaşlar, Beşiktaş’tan Aksaray’a kadar yürüdü.
Eylem bittikten sonra Beşiktaş’tan yola çıkan kalabalık ilerledikçe büyüdü. Her adımda vatandaşların katılımıyla artan kalabalık Sultanahmet’e vardığında yaklaşık 100 bin kişiye ulaştı.
Sultanahmet’ten Aksaray’a doğru harekete geçen kalabalık, Çemberlitaş, Beyazıt ve Laleli boyunca tramvay hattından yürüyerek sloganlar attı.
İnsan zinciri eylemi, güvenlik güçlerinin müdahalesiyle bazı noktalarda kesintiye uğrasa da genel olarak başarılı bir şekilde herhangi bir şiddete bulaşılmadan dostluk ve kardeşlik ön plana çıkarılarak, sona erdi.
Eyleme katılanlar DGM’de yargılandı
Ülke geneline yansıması ve beklenenden fazla katılımın olduğu eylem, o dönemde büyük ses getirdi. Eylemin sorunsuz geçmesine rağmen güvenlik güçlerinin bazı yerlerde müdahalesi sonucunda 267 kişi gözaltına alındı.
Eylemi yönlendirdikleri veya katıldıkları iddiasıyla gazeteciler Abdurrahman Dilipak, Ahmet Taşgetiren ve Ekrem Kızıltaş başta olmak üzere Türkiye genelinde birçok kişi hakkında, dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesinde (DGM), ”Halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı, kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek” suçundan 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası istendi.
Yargılama sırasında şu anda Sancaktepe Belediye Başkanı olan Avukat Şeyma Döğücü, sanıkların avukatlığını yaptı. Başörtülü olduğu için duruşma salonuna alınmak istenmeyen Döğücü, duruşmaya başörtülü girmeyi başardıktan sonra, aralarında askeri üyenin de bulunduğu mahkeme heyeti tarafından dışarı çıkartılmaya çalışıldı. Döğücü’nün kabul etmemesi üzerine ise mahkeme heyeti, duruşma salonundan ayrıldı.
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz, Van’daki eyleme katıldığı gerekçesiyle 100. Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Dursun Odabaş’ı, savunmasını almadan meslekten men talebiyle açığa aldı.
Gaziantep’te Radyo Vahdet’in Sorumlu Müdürü Hamza Mercanoğlu da eylemin ilanını yaptığı ve insanları buna davet ettiği gerekçesiyle gözaltına alınıp 2 ay tutukluklu kaldıktan sonra yargılandığı DGM’de delil yetersizliğinden beraat etti.
“Bu eylemle Türkiye genelinde bir farkındalık oluştu”
Gazeteci- yazar Ekrem Kızıltaş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, o dönemde Milli Gazete’nin genel yayın yönetmeni ve yazı işleri müdürlüğü görevinde bulunduğunu hatırlatarak, Türkiye genelinde yapılan el ele eylemine yayınlarında geniş yer verdiklerini belirtti.
Eyleme katıldığını ve eylemin ardından emniyetten arandığını aktaran Kızıltaş, daha sonra Vatan’daki İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’ne gittiğini ve 3 gün orada gözaltında kaldığını anlattı.
Sevk edildiği adliyede serbest bırakıldığını anımsatan Kızıltaş, “Daha sonra bu konuyla ilgili Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde dava açıldı. O davada da birkaç kere yargılandık. Sonrasında af çıktığında mahkeme sona erdi.” dedi.
Eyleme yoğun katılımın olduğunu vurgulayan Kızıltaş, bu kadar insanın katılmasının da başörtüsünü yasaklayan kesimin canını sıktığını kaydetti.
Kızıltaş, eylemde hiçbir şiddet olayının olmadığını belirterek, “İnsanlar sadece çıktılar. Bağırıp çağırma yok. Kanunlara uygun bir şekilde eylem yapıldı. Zaten tepedekilerin en çok canını sıkan o oldu. Herhangi bir şiddet olayı olsaydı, herhalde daha işlerine gelirdi ama insanlar demokratik haklarını talep ettiler. Başörtüsü bizim hakkımızdır. Bu temel bir insan özgürlüğüdür. Onu alırız şeklinde bir yürüyüştü. Bu eylemle Türkiye genelinde bir farkındalık oluştu.” diye konuştu.
“Dünyada yapılmış en büyük sivil eylem olduğuna inanıyorum”
Sancaktepe Belediye Başkanı Avukat Şeyma Döğücü, 28 Şubat sürecinde, büyük bir gururla el ele eylemine katıldığını ve daha sonra DGM’de yargılanan kişilerin de gönüllü avukatlığını üstlendiğini söyledi.
O gün katıldığı eylemin başlangıç noktasından nereye kadar sürdüğünü merak edip aracıyla takip ettiğini ifade eden Döğücü, eyleme katılımın çok fazla olduğunu ve insan zincirinin sonunu bulamadığını anlattı.
Bundan gurur duyduğunu ifade eden Döğücü, şöyle konuştu:
“El ele eyleminin dünyada yapılmış en büyük sivil eylem olduğuna inanıyorum. 28 Şubat’a nefretle bakan vatandaşlarımız, kendiliğinden sokaklara indiler ve eyleme destek verdiler. Tamamen gönülden yapılan, ciddi anlamda bir sivil itaatsizlik eylemiydi.”
28 Şubat’ta postmodern darbeye karşı yapılan eylemlerde herhangi bir şiddet olayı yaşanmadığını, çevreye ve mala zarar verilmediğini vurgulayan Döğücü, başörtülü kızların ve ailelerinin yaptığı eylemlerde, suskun ama güçlü duruş sergilendiğini bunun da toplum farklı kesimlerinden destek gördüğünü kaydetti.
Haksızlığa karşı duran her kesimden destek aldıklarına dikkati çeken Döğücü, “El ele eylemi de bunlardan bir tanesiydi. Dolayısıyla bu anlamda çok büyük önem taşıdığını düşünüyorum. O duruş bugünkü bu mücadelenin olumlu sonuçlarını da Türkiye’ye kazandırmış oldu. Türkiye’de devletin ve milletin kucaklaşma ortamını sağlamış oldu. Bundan önceki süreçlerde devlet, milletine baskı yapıyordu. Sonraki dönemlerde o toplumun bütün kesiminin desteğini alarak o eylemlerden sonra devlet-millet kucaklaşması geldi.” ifadelerini kullandı.
28 Şubat döneminde başörtülü öğrencilerin, okuldan haksız yere atılan öğretmenlerin ve yargılanan yazarların, gönüllü avukatlığını yaptığını anlatan Döğücü, o dönemde yargının bağımsız olmadığını ve vicdanen kabul edilemeyecek kararlar verdiğini dile getirdi.
El ele eyleminin DGM’de görülen davasında, yazar Abdurrahman Dilipak’ın avukatlığını yaptığını ve başörtülü olduğu için hakim tarafından mahkeme salonundan çıkarılmasının istendiğini belirten Döğücü, şunları kaydetti:
“Biz de duruşmadan çıkarmaya hakları olmadığını, eğer bir yasak veya yanlış bir durum varsa bununla ilgili cezai işlemlere devam edebileceklerini ama savunma hakkını engelleyemeyeceklerini söyledik. Dolayısıyla ben duruşmadan çıkmayınca hakimler, salonu terk edip duruşmaya ara vermişlerdi. Biz bu durumu diğer duruşmalarda zaten yaşıyorduk. Başörtülü avukat asla görmek istemiyorlardı. Dolayısıyla çok cezalar da aldık baro yönetiminden o süreçte ama hakkımızı savunmaya, adaletin yanında dimdik durmaya devam ettik.”