“Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne karşı açıktan giriştiği ilk operasyon” olarak tanımlanan ve MİT Başkanı Hakan Fidan’ın da aralarında bulunduğu bazı kamu görevlilerinin ifadeye çağrıldığı 7 Şubat 2012’deki “MİT kumpası”na ilişkin, örgütün İstanbul bölge temsilcisi olduğu belirtilen firari şüpheli Ahmet Hamdi Parlak hakkında hazırlanan iddianamede çarpıcı tespitler bulunuyor.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan yeni iddianamede, “mağdur” olarak, kumpasın meydana geldiği dönemde görevde olan 61. hükümetin Başbakanı, şimdiki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile o dönem Başbakan Yardımcıları olarak görev yapan Bülent Arınç, Ali Babacan, Beşir Atalay, Bekir Bozdağ ve Emrullah İşler ile 61. hükümet bakanlarının isimleri yer aldı.
İddianamede, 32 mağdur arasında MİT Başkanı Hakan Fidan, eski MİT müsteşarı Emre Taner, müsteşar yardımcısı Fatma Afet Güneş ve MİT personeli de yer buldu.
FETÖ’nün İstanbul bölge temsilcisi olduğu belirtilen firari şüpheli Ahmet Hamdi Parlak’ın Londra ve Kuzey İrlanda’da ikamet ettiği belirtilen iddianamede, şüphelinin “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılması talep edildi.
Şüphelinin ayrıca, “silahlı terör örgütü kurma ve yönetme” suçundan 15 yıldan 22,5 yıla, “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme” suçundan 15 yıldan 20 yıla, “gizliliğin ihlali” suçundan 1 yıldan 3 yıla ve “nitelikli resmi belgede sahtecilik” suçundan da 4,5 yıldan 12 yıla kadar olmak üzere toplam 35 yıl 6 aydan 57 yıl 6 aya kadar hapisle cezalandırılması istendi.
FETÖ ile ilgili bilgilerin verildiği iddianamede, “İlk etapta devlete karşı savaş vererek hedeflerine ulaşmanın yıpratıcı olacağını fark etmiş olan örgüt, mevcut sistemi savaşarak yıkmak yerine, devletin tüm kurumlarını ele geçirerek sistemi değiştirmeyi hedeflemiştir.” denildi.
“Şeklen kamu görevlisi gibi gözükse de…”
İddianamede, FETÖ’nün Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK), emniyet teşkilatına, MİT’e ve güvenlik kurumlarına sızan militanlarının, şeklen “kamu görevlisi” gibi gözükse de örgüt aidiyetlerinin, diğer tüm aidiyetlerinden önce geldiği kaydedilerek, FETÖ’nün devletin tasarrufunda bulunması gereken kamu gücünü, kendi örgütsel çıkarları lehine kullandığı anlatıldı.
TSK ve emniyet teşkilatında yapılanan örgüt mensuplarının örgütün ele geçireceği hedeflere yönelik keşif faaliyetlerinde bulunduğu ifade edilen iddianamede, örgüt mensuplarının bu ünitelere taarruza geçileceğinde silah olarak faydalanılabilecek tüm argümanları topladıkları kaydedildi.
İddianamede, “Örgüt, emniyet birimlerinden olan istihbarat, KOM ve terör gibi operasyonel birimlerde yapılanarak, örgüt emelleri doğrultusunda usulsüz soruşturmaların icra edilmesinde ve bu sayede devleti, siyaseti ve toplumu dizayn etmede bu birimleri aktif olarak kullanmıştır.” ifadelerine yer verildi.
Örgütün, devletin güvenliğine ve birliğine yönelen amaçları olan diğer terör örgütleriyle benzer yapı ve hareket tarzının olmadığı, meşru devlet sistemini ve mekanizmalarını kullanmak suretiyle elde ettiği güçle önce örgüte karşıt toplum yapısını şekillendirmeye ve etkisiz hale getirmeye çalıştığı aktarılan iddianamede, şu değerlendirme yapıldı:
“Yine örgütün, mensupları arasında kullandığı sınıflandırma, iletişim yöntemleri ve hücreler arasındaki hiyerarşik/yatay sınıflandırma, örgütün tek başına silahlı terör örgütü olarak oluşturulup bu yönde faaliyet göstermediğinin bir kanıtıdır. Örgütün sırf ByLock ve benzer programları hazırlayıp mensupları arasında yaygınlaştırarak kullanması, 1 ABD doları banknotlarını kimlik kartı olması maksadıyla mensuplarına dağıtması ve kullanması şeklinde gelişen tavır ve yöntemleri dahi örgütün tek başına terör amacı gütmediğini göstermektedir. Bunlar, örgütün bunun yanı sıra istihbari ve casusluk faaliyetlerini amaçladığını, bu doğrultuda gizliliğe önem vererek gizemli unsurlar taşıdığını göstermektedir.”
İddianamede, örgütün kurulduğu ilk günden bu yana, devlet içinde örgütlenme zihniyetine sahip olduğu aktarılarak, özellikle TSK, emniyet, yargı, MİT, mülkiye ve bürokrasideki örgütlenmesiyle yasa dışı faaliyetlerinin, muhtelif tarihlerde resmi kurumlar ve istihbarat birimlerince hazırlanan çeşitli raporlarla devlet arşivlerine girdiği kaydedildi.
Örgütün kuluçka döneminde meydan okuma ya da asıl niyetlerini belli edecek tutum ve davranışlardan gizlilik/takiyye yöntemleriyle kaçınarak emniyet ve yargı teşkilatlarının sinir sistemini oluşturan birimlerine sızma ve yerleşme faaliyetleri yürüttüğü belirtilen iddianamede, “Elde ettiği kamu gücünü asıl mecrasından saptırarak hedeflerine ulaşmada etkili bir silah olarak kullanmıştır. Örgüt, nihai amaçlarına ulaşmak gayesiyle öncelikle askeriye, mülkiye, emniyet, yargı ve diğer stratejik öneme sahip kamu kurumlarını ele geçirmek için kendilerine engel olacaklarını düşündüğü bürokrat ve personellerin sistem dışına çıkarılmasını sağlayarak örgüt elemanlarını bu makamlara getirdiği, bu kapsamda örgütün yargı ayağındaki uzantıları tarafından Hüseyin Kurtoğlu, Askeri casusluk, Şemdinli, Balyoz, Ergenekon gibi proje soruşturma ve kovuşturmaların üretildiği bilinmektedir.” denildi.
“Öncelikli amacın emniyet kadrolaşması olduğu 17-25 Aralık süreciyle netlik kazandı”
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün adli, istihbari ve kolluk görevlerini ifa eden ve aynı zamanda güç kullanma yetkisine sahip olan bir devlet kurumu olarak örgütün temel hedeflerine ulaşmada kullandığı en önemli enstrümanlardan biri olduğuna dikkat çekilen iddianamede, “Gücün, stratejik bilginin ve paranın olduğu her yerde örgütlendiği görülen FETÖ’nün bu nedenle, elindeki imkanları ve insan kaynağını polis koleji, polis akademisi ve polis okulları gibi eğitim birimleri, Personel Daire Başkanlığı, Eğitim Daire Başkanlığı, Hukuk Müşavirliği, Terör, KOM, İstihbarat gibi önemli kişilerle ilgili veri toplama amacıyla koruma hizmetlerini yürüten birimler, veri toplama/inceleme ve dijital altyapı sistemleri kurmakla görevli kriminal, siber ve bilgi işlem birimleri ile paranın yönetildiği, kullanıldığı birimlerin merkez ve taşra teşkilatlarına yönlendirmeye çalışmıştır. ” ifadelerine yer verildi.
Paralel bir örgütlenmeyle gizlice devletin tüm kılcal damarlarına sızan örgütün öncelikli amacının başında Emniyet Genel Müdürlüğü’nün stratejik, operasyonel birimlerinde kadrolaşmak olduğunun 17-25 Aralık süreciyle birlikte iyice netlik kazandığı vurgulanan iddianamede, FETÖ’nün amaçlarını gerçekleştirmeye yönelik birçok yasadışı eylemini, kamu kurumlarında ve idarelerde kadrolaştırdığı mensupları aracılığıyla ve “kamu görevini ifa görünümü” altına gizleyerek gerçekleştirdiği ifade edildi.
FETÖ’nün yasadışı eylemleri gerçekleştirmede bazı yöntemler kullandığının gözlendiği ve örgütün son yıllarda adeta bir “korku imparatorluğu” oluşturmayı başardığı anlatılan iddianamede, “Bu kapsamda, Türkiye devletini teröre destek veriyor gibi göstermek için gizli toplantıyı casusluk amaçlı dinleyip servis etmek, kriptolu telefonların kriptolarını çözerek hukuka aykırı şekilde elde ettiği dinleme kayıtlarına montaj yapmak suretiyle hükümeti yıkmak üzere servis edip kullanmak, silah bulma ümidiyle İHH Vakfının bürosunda arama yapmak, Başbakanının evine ve kullandığı ikametgaha böcek koyup dinlemek gibi faaliyetler, örgütün 2014 yılında gerçekleştirdiği casusluk amacıyla işlenen faaliyetlerden bazılarıdır.” denildi.
FETÖ’nün hükümeti yıkmaya yönelik ilk teşebbüsü: 7 Şubat 2012 MİT soruşturması
Terör örgütünün, 2006-2014 yılları arasında emniyet birimleri ve yargıyı aynı anda kullanarak siyasiler, bürokratlar, kamu personeli, sivil toplum kuruluşları ve Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik büyük operasyonlar gerçekleştirdiği, kamuoyunu etkileyen, ülkede gündem oluşturan siyasi sosyal ve ekonomik düzeni etkileyen soruşturma ve davalar yürüttüğü de hatırlatılan iddianamede, şu ifadeler kullanıldı:
“15 Temmuz darbe kalkışmasına kadar geçen sürece bakıldığında, FETÖ’nün nihai hedefe ulaşmak için Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ile güç mücadelesine girdiği görülmüştür. Bunun için başlatılan eylemlerin ilk aşamasının, Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, İzmir Askeri Casusluk, Tahşiye, Selam Tevhid, MİT, MİT tırları ve 17-25 Aralık gibi kurgu ve kumpas soruşturmalarla geçildiği, örgüt tarafından gerçekleştirilen bu eylemlere 7 Şubat 2012 tarihinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılması ile hız verildiği anlaşılmıştır. Bu soruşturmanın aslında FETÖ’nün seçilmiş Türkiye Cumhuriyeti hükümetini yıkmaya yönelik ilk teşebbüs girişimi olduğu, Fetullah Gülen’in, 20 Ekim 2013 günü yayınlanan ‘Sui-zan’ isimli sohbetinde ‘altın vuruş’ adıyla 17-25 Aralık operasyonlarının talimatını şifreli olarak verdiği, darbenin adını ‘altın vuruş’ olarak ifade ettiği belirlenmiştir.”
İddianamede, örgütün önemli finans yapı taşlarından birisi olan dershanelerin kapatılması kararının alınması, örgüte yönelik soruşturmaların başlatılması, özellikle TSK içerisindeki yapılanmasının gün yüzüne çıkması üzerine örgüt lideri ve mensuplarının paniğe kapıldığı belirtilerek, birkaç başarısız denemeden sonra tasfiye edileceği kaygısına kapılan örgütün son bir atakta bulunarak 15 Temmuz 2016 tarihli darbe kalkışmasını hayata geçirdiği kaydedildi.
Nihai amacı, yapılanması ve kullandığı yöntemler dikkate alındığında, FETÖ’nün, anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal ve laik yapısını, ekonomik düzenini değiştirmek, devletin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak, yıkmak ve ele geçirmek, devletin iç ve dış güvenliğini kamu düzenini ve genel sağlığı bozmak amacıyla kurulduğu anlatılan iddianamede, örgütlü yapıya sahip, amacına ulaşmak için silahlı kalkışma-darbe teşebbüsü dahil her türlü şiddet eylemini ika edip, hukuk dışı yöntemi kullanan örgütün bir terör örgütü olduğu vurgulandı.
“Başbakan Erdoğan’ın ameliyatını fırsat bilen örgüt planı yürürlüğe koydu”
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının bir soruşturmasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin çözüm sürecinde yürüttüğü politikalardan dolayı MİT’in PKK/KCK ile ilişki içindeymiş gibi gösterilerek, MİT görevlilerinin ifadeye çağrıldığı, evlerinde arama yapıldığı ve haklarında yakalama çıkarıldığı hatırlatılan iddianamede, “Üstelik bu işlemlerin o tarihte Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan halen Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ameliyat olacağı güne denk getirilerek bu şekilde kurgulanan ve nihai hedefi, seçilmiş meşru hükümeti devirmek olan emniyet, MİT ve yargı organlarına sızarak yerleşen FETÖ’nün Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı açıktan giriştiği ilk operasyondur.” değerlendirmesi yapıldı.
Türkiye kamuoyunda “7 Şubat MİT krizi” olarak bilinen konuyla ilgili açık kaynak tespitleri yapıldığı ve kolluk tarafından raporlar hazırlandığı bilgisi verilen iddianamede, kalkışmanın kronolojisi de sırayla yer aldı.
Söz konusu olayla ilgili 2011 yılı sonbaharında, Başbakan Erdoğan’ın bir dizi konsültasyon yaptırdığı, ameliyat için gün alındığı, bu durumu fırsat bilen FETÖ’nün ilk etapta stratejik hedef olarak görülen MİT Müsteşarı Hakan Fidan için hazırlanan planı yürürlüğe koyduğu kaydedilen iddianamede, şöyle denildi:
“Başbakan’ın sağlık durumu üzerinden spekülasyon yaratan çevrelerin dikkatleri bir başka noktaya çekerken, MİT’ten bir ekip de Ankara’da iki kritik noktada ofis araması yapmıştır. Emniyet birimlerinin ‘temiz raporu’ verdiği Başbakan Erdoğan’ın Subayevleri’ndeki ikametgahında 28 Aralık, resmi konutta da 30 Aralık 2011’de MİT görevlileri arama yapmıştır. Burada prizlere yerleştirilmiş ‘böcek’ diye tabir edilen ve en az 100 metre yakınlardaki bir noktaya sinyal gönderen iki ayrı dinleme cihazı bulunmuştur. Aynı dönemde polisin 20 Aralık 2011 sabahı KCK Basın Komitesi’ne yönelik operasyon kapsamında bir ajans bürosuna baskın düzenleyip arama yapılacak yerler listesinde olmayan bir mekanda gözaltına alınanlardan birinin de MİT’in irtibat elemanı olduğu anlaşılmıştır. Baskını öğrenen MİT görevlilerinin 7 Şubat soruşturması olarak bilinen soruşturmada görevli özel yetkili savcı Bilal Bayraktar ve Sadrettin Sarıkaya ile görüştükleri, MİT’in özel çalışmasının muhataplarına anlatıldığı, konunun deşifre olması halinde pek çok MİT elemanının hayatının tehlikeye gireceğinin ifade edildiği, ancak o dönem görevli olan savcıların ise sizlerin ‘canınız bize emanet’ dediği ve MİT görevlileri gittikten sonraki gün ise görüştükleri MİT personeli hakkında teknik takip kararı aldırıldığı tespit edilmiştir.
7 Şubat 2012’de saat 17.00’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı ve 4 MİT görevlisini telefonla arayarak görevli savcının, ‘ifade vermek üzere makamıma bekliyorum’ dediği, üstelik bu durumun tam Başbakan’ın ameliyat saatine denk getirildiği görülmüştür. Başbakanın ameliyata geç girmesiyle bütün kumpasın bozulduğu, Hakan Fidan’ın gözaltına alınması için uğraşıldığı, gözaltına alınmasıyla birlikte, emri Başbakan’dan aldığı algısıyla o zamanki Başbakan Erdoğan’ın ve hükümetin istifaya zorlanması ve hatta devrilmesinin planlandığı, bu kurgu ve kumpas soruşturmanın aslında FETÖ’nün seçilmiş Türkiye Cumhuriyeti hükümetini yıkmaya yönelen ilk teşebbüs girişimi olduğu anlaşılmıştır.”
“İçerikleri aynı olan soruşturmalar denk tarihlerde başladı”
Girişimin akamete uğraması sonrası görevli olan personellerin yerlerinin değiştiği ve bazı görevliler hakkında soruşturma başlatıldığı bilgisi verilen iddianamede, “Soruşturmayı yürüten FETÖ mensuplarınca soruşturmalarda genellikle ihbar, tanık, gizli tanık, suç uydurma ve yalan beyan ifadelerine başvurdukları, İstanbul ve Ankara’da yürütülen soruşturmaların içeriklerinin aynı olduğu, bir birine denk bir tarihte işlemlerin başladığı anlaşılmıştır.” denildi.
İddianamede, örgütün kumpas şeklinde kurguladığı ve yürüttüğü diğer soruşturmalarında olduğu gibi 7 Şubat soruşturmasının da İstanbul ve Ankara’da aynı soruşturma içerikleriyle eşgüdümlü biçimde yapıldığı, İstanbul ve Ankara’da başlatılan soruşturmalarda şüphelilerin diğer benzer soruşturmalarda olduğu gibi aynı olduğu aktarılarak, “İstanbul ve Ankara ilindeki dinleme ve fiziki takiplerin yapılmasında aniden gelişen fiziki takiplerin yapılmasının zor olacağı için yerinde bu işlemlerin yapılması amacıyla aynı şüphelilerin soruşturmalara dahil edildiği görülmüştür. Her iki soruşturmada rapor ve tutanak tanzim edilerek hiçbir detaylı araştırma yapılmadan soyut kavramlar üzerinden terör örgütü mensubu gibi kişilerin gösterildiği ve aceleyle tutanak tanzim ettiklerinin görüldüğü tespit edilmiştir.” ifadesi kullanıldı.
Şüphelilerle ilgili deliller ve alınan ifadelere de yer verilen iddianamede, tanık olarak bilgisi alınan Yunus Dolar’ın beyanında bahsi geçen kumpas soruşturmasının onayının, örgüt elebaşından doğrudan verildiği, bu talimatın silsile yoluyla örgütün emniyet ve yargı ünitelerindeki militanlarına iletildiği ve sürecin hızlandırılarak kumpas operasyonunun Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ameliyat olacağı güne denk getirilerek kurgulandığı dile getirildi.
– Ankara Kızılcahamam’daki otelde bölge imamları toplantısı
Örgüt elebaşından gelen talimatın emniyet birimlerine iletildiği ve sonrasında da adli birimlerle koordinasyon içerisinde gerçekleştirilmeye çalışıldığı belirtilen iddianamede, bu kapsamda 2012’de Marmara Bölgesi sözde emniyet imamı olan “Arif” kod adlı Ali Rıza Tekinkaya’nın eylemlere giriştiği anlatıldı.
İddianamede, şüphelinin “7 Şubat MİT kumpas” soruşturmasından hemen önce 2-3-4 Şubat 2012 tarihlerinde Ankara Kızılcahamam Asya Termal Otel 5202 numaralı odada konakladığı, hemen yan odalarında da örgütün diğer bölge imamlarının olduğuna dikkat çekildi.
Bu kişiler başta olmak üzere FETÖ’ye üye olma suçundan haklarında işlem kaydı olan toplamda 96 kişi ile aynı dönemde aynı konaklama yerinde bulunduklarının tespit edildiği dile getirilen iddianamede, “Toplantıya katılan örgüt militanlarının 7 Şubat 2012 tarihli kalkışmadan, kalkışma öncesinde bilgi sahibi oldukları, bu dönemden sonra örgütün güdeceği strateji hususunda toplantılar gerçekleştirdikleri ve kendi alanlarında örgüt hedefleri doğrultusunda sorumlu oldukları ünitelerin idaresiyle ilgili kararlar aldıkları ve alınan başkaca kararların kendilerine tebliğinin gerçekleştirildiği anlaşılmıştır.” denildi.
İddianamede, bu doğrultuda emniyet mahrem imamlarının toplantıya katılımlarının, kumpas soruşturmasında Ankara, İstanbul ve Güneydoğu illerindeki ayaklarında görev alan polis memur ve amirlerinin örgütsel talimatıyla, uyumlu biçimde hareket etmelerini sağlamaya yönelik olduğu kaydedildi.
“Şüpheli Parlak kumpas operasyonunda aktif rol aldı”
Daha önce hakkında kamu davası açılan ve halen yargılamaları İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden şüpheliler hakkında düzenlenen iddianame sonrasında yapılan soruşturmada, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının beyanları aldığı ve örgütün sözde MİT mahrem yapılanmasında görevli olduğu belirtilen Özgür Kaya isimli bir kişinin ifadelerine yer verilen iddianamede, bu kişinin, “7 Şubat 2012 tarihinde MİT kumpas soruşturmasının, örgütün o dönemki MİT abisi Murat Karabulut isimli şahıs ve örgütün o dönemki İstanbul Bölge Temsilcisi Ahmet Hamdi Parlak’ın birlikte planlayarak yürüttüğü bir operasyon olduğunu, bu iki şahsın kumpas soruşturma kapsamında aktif rol aldıklarını bildiğini” söylediği ifade edildi.
FETÖ içerisinde mahrem hizmet abisi olarak faaliyet yürüten şüphelinin, örgüt elebaşı Fetullah Gülen’den alınan operasyon talimatı doğrultusunda FETÖ’nün Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı açıktan giriştiği ilk operasyondan bilgisinin olduğu belirtilen iddianamede, şüphelinin silahlı terör örgütünün yöneticilerinden olması nedeniyle, kalkışma sürecini yönetmek suretiyle örgüt mensuplarının gerçekleştirmeye çalıştıkları eylemlere iştirak ederek bu eylemlerden sorumlu olduğu ve üzerine atılı suçları işlediği vurgulandı.
Bu kişinin, örgütün finans kuruluşlarından olan Kaynak Holding isimli firmada yönetici pozisyonda bulunduğu ve Bank Asya isimli bankada hesap artışı gerçekleştiren şahıslardan olduğu da kaydedilen iddianamede, şüphelinin hakkındaki soruşturmalar sebebiyle halen firari olarak arandığı ve kriptografik iletişim programı ByLock kullandığının tespit edildiği aktarıldı.
İddianamede, şüpheli hakkında firari olduğu için yakalama kararı verilmesi de istenirken, dosyanın “7 Şubat MİT kumpası” davasıyla birleştirilmesi talep edildi.