İsrail’in saldırdığı Filistin’e giden gençlerden Elif Şeker’in, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sunulan mektubunda, “Kudüs olmasa yetim kalır din, yetim kalır dökülen ağıtlar, feda edilen canlar… Üzülür Kabe, Mekke, Medine… Mescid-i Aksa bedensiz bir yürek olur yalnızca, eksik kalır her secde.” ifadeleri yer aldı.
Şeker’in mektubu, Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’nde “19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” dolayısıyla düzenlenen Temsilci Genç Buluşması ve TRT Spor Yıldız Tanıtım Programı’nda, Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Muharrem Kasapoğlu tarafından Erdoğan’a takdim edildi.
“Kudüs ile hasbihal” başlıklı mektupta şu ifadeler yer aldı:
“Bu gece bir dert var derinimde. Gökyüzüne bakıyorum. Kalbimde Mescid-i Aksa, karşımda oraya giden taşlı ve yokuşlu yollar. Baktığım her yer Kudüs. Tüm uzuvlarım Kudüs ile doldu taştı, vicdanıma sığdı. Vicdanım, ellerime ve gözlerime de taşındı. Ben bilmezdim bir altın yaldızlı kubbenin yüreğime bu denli Şems olup doğacağını. Ruhumu okşayıp beni derin bir tefekküre salacağını. Ben bilmezdim böyle virane bir şehrin en sevdiğim şehir olacağını. Ey Kudüs, sana geldim. Kan ter içinde bir şehrin orta yerinden, dağlanmış yüreğimin zemininden. Kalbimdeki umut yerinin serininden geldim. Sana geldim. Bir yıkıntının esiriyken. Tüm yüklerden kurtulma umuduyla geldim. Şimdi ise senin üzerinde türlü türlü yükleri hissettim. Senin omzundaki yükleri kaldırma ile bilinçlendim, yüklerini kaldırmaya geldim. Bu yola serdim artık bir kırmızı halı gibi, kalbimi bedahşan eyledim. Seni gülistan eylemeye geldim. Laleler serpmeye geldim, alnımı secdeye yaslayıp miraca ortak olmaya geldim. Bilirim ki dertlisin, dikensiz bahçene diken ekti karanlık eller. Güllere değdiler. Bilirim ki kapına yüreğiyle gelene geçit vermediler. Ben ki bir Yusuf ve Yakup sevdası ile dolup taşmış ihtiyar yürekli bir muallimeyim. Ben ki gönlünün saçlarına aklar düşen bir genç kızım. Dinmiyor, paslanmıyor içimde işlenen sızım. El-Halil şehrine yaklaşırken içimde yankılanan sevdalı heyecanı hep hatırlarım. Hz. Yakup ve Hz. Yusuf’a yaklaşmak üzereyken, yollar beni vuslata çekerken umutlarımı kapılar arkasına astı karanlık eller. Açmadılar kabirlerin kapısını, kapıdan konuştum vaktimiz dar iken. Ağladım, gözlerimin membaında bir Kızıldeniz saklanmış iken. Ağladım ve anladım her şeyi yeniden, yeniden ve yeniden.Saçaklardan düşen buzdan yapraklar gibi battı sineme bir şeyler. Üşüdüm, titreme geldi aniden… Ve ben bu dava ile kuşandım. Topraklarını örttüm yüreğime… Ve serildim önüne.”
“Şöyle seslendi bana Kudüs…”
Mektubunda, “Ey Kudüs, ben, ağlayan tek yaşlı göz kalmasın diye üzerinde, ellerimi ve kalbimi taşın altından kaldırmayacağım. Yoksa ağlar Peygamberimin gözleri… Ve Yusuf’un ve Yakup’un gözleri… Ve masum çocukların gözleri…” ifadelerini kullanan Şeker, şu satırlara yer verdi:
“Yetimlik dokunmasın çocukların kalplerine. Namahrem eller değmesin topraklarına. Ben, kalemimden ve ellerimden geldikçe özgürlüğün için çabalayacağım. Bayraklarımız yan yana asılacak bir gün inanıyorum. Bir gün zulmün sahte lambaları patlayacak ve hep beraber asıl ışık veren, sönmeyen güneşi göreceğiz. Envar ile sürura kuşanacak her zerremiz. İnanıyorum. Evet bir ses duyuyorum şimdi, bir nida yükseliyor bana toprakların izinden, seher vaktinin derininden, taş duvarların arasından, Kudüs’ün yarasından…
Kudüs’tü bana seslenen, bildim. Şöyle seslendi bana Kudüs, dökülecek kalemimden:
‘Ben, Kudüs’üm, sırt çevirdiler benim duvarlarıma. Peygamberleri öldürdüler avuçlarımda. Aklar düşürdüler gözlerime. Bir Yusuf gömleği gibi gelseydi bana insanlık, görmeye başlardım şehrimin huzurunu… Çocukların kanlı yüzleri yerine, bayramlık giyip güle oynaya koştuklarını görürdüm. Şimdi çerağ çerağ yanıyorum. Kimse görmüyor beni. Duymuyorlar benim içime çektiğim yanık nefesimi. Ki ben taşıdım sinemin üzerinde, baş köşemde ağırladım ulvi peygamberi… Neden duymuyorlar beni? Yetim bırakıyorlar bir çocuk gibi, yarım kalıyorum nefesi yarım kalan ölüler gibi. Ben Kudüs’üm, siz gençlerin elinde benim kurtuluşum. El ele verin, gülistan olsun özüm. Huzura müebbet yiyeyim. Sırat Köprüsünde sizi taşıyım başımın üzerinde teker teker…
Ey Sen ki benim sevdama düşmüş beşer, sen de bir demet gökkuşağı derle bana. Asayım gök kubbeme. Biriksin demet demet umutlar üzerimde. Zalimlerin üzerine ateş olup yağsın umudumuz, bizim üzerimize de vuslat köprüsü kursun. Nuh’un gemisi misali o gökkuşağına binelim. Bu peygamber sokakları bize kalsın. Biz, bize kalalım. Tel örgüler ardına hapsedilmiş huzurumuza kavuşalım. Ki tel örgüler de benim gövdemdedir. Ben alıp çıkaramam, sizin elleriniz gerek. Ki eller yorulmadan, feda edilmeden nasıl sökülür bu tel örgüler? Emanetimi koruyun, saklayın, kirli namahrem ellerden sakının. Benim derdimi dert bilin ki ben de diğer dertlerinizden kurtulasınız diye Allah’a dua kılayım. Beni unutmayın, feryadımı yabana atmayın. Allah sizi saklasın, sakınsın, beni sizsiz, sizi de bensiz bırakmasın.’ Kudüs bunları söyledi bana. Atmam söylediklerini yabana. Duyun ey kardeşlerim, Kudüs bir emanet bıraktı bana. Duyun. Kalbinizin askısında asılı kalansın bu sözler. Kudüs olmasa yetim kalır din, yetim kalır dökülen ağıtlar, feda edilen canlar… Üzülür Kabe, Mekke, Medine… Mescid-i Aksa bedensiz bir yürek olur yalnızca, eksik kalır her secde.”