İrlanda, Norveç ve İspanya’nın tanıma kararları, diplomatik alanda Filistin devletinin varlığının güçlendirilmesi anlamına geliyor. İsrail ve ABD’nin baskısına ve uluslararası krizlerin daha da derinleşmesine rağmen Avrupalı devletlerden gelen bu adım, İsrail’e, Filistin topraklarındaki ihlallerinin onaylanmadığı mesajını veriyor.
- İspanya, Norveç ve İrlanda Filistin devletini resmen tanıdı
- Slovenya hükümeti Filistin Devleti’ni tanıma kararı aldı
Devlet olmanın gerektirdiği unsurları taşıyan Filistin, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve UNESCO tarafından da devlet kabul ediliyor.
Filistin’in, BM’de üye olmayan gözlemci devlet statüsünün bulunması, devlet olmadığı anlamına gelmiyor. ABD’nin vetosu nedeniyle oluşan bu durum, Filistin’in BM’ye tam üyeliğiyle ilgili olup, devlet olma durumunu engellemiyor.
Uluslararası hukukta devletlerin tanınması
Uluslararası hukukta devletlerin tanıma yapabileceği konular geniş bir alana yayılıyor.
Tanıma, başta devletler ve uluslararası kuruşlardan oluşan “uluslararası hukuk kişilerinin” bir durumu, bir olguyu veya bir ilişkiyi hukuka uygun kabul ettiğini ve bundan böyle ilişkilerini bu kabul temelinde yürüteceğini bildirdiği tek taraflı işlemleri ifade ediyor.
Uluslararası hukukta devletin unsurları, sınırları belli toprak parçası, o toprak üzerinde yaşayan sabit insan topluluğu, bu topluluğu idare eden siyasi otorite ve diğer devletlerle ilişki yürütebilme yeteneği şeklinde 4 maddede gösteriliyor.
Bu unsurlar, geçerliliğini uluslararası hukukta uzun yıllar devam eden teamül kurallarından alırken, başta İsrail ve ABD, bu 4 şartın Filistin için henüz oluşmadığını savunarak, Filistin’in bağımsız devletler gibi diplomatik ilişki kurma çabalarını engelliyor.
Batı’nın “tanıma” üzerindeki tahakkümü
Uzun bir geçmişe sahip olan “devletlerin tanınması”, özellikle 19. yüzyılda İspanyol Sömürge İmparatorluğu’nun dağılması ve 1803-1815 yıllarındaki Napolyon Savaşları sonrasında Latin Amerika, Avrupa ve Afrika’da büyük önem kazanmıştı.
Fransız İhtilali ile birlikte önemini giderek artıran devletlerin tanınması meselesi, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dekolonizasyon hareketleriyle birlikte uluslararası hukukun en ihtilaflı konularından biri haline gelmişti.
Avrupa devletleri, uzun yıllar boyunca “tanıma”yı devlet olmanın ek şartı olarak kendi tekellerinde kullanırken, kimin devlet olup olmayacağına karar verme ayrıcalığını kendilerinde görmüştü.
“Tanıma”nın devlet olmanın bir şartı görülmesine karşı çıkanlar ise devlet unsurlarına sahip olunması durumunda tanımanın “kurucu” bir rolünün bulunmadığını, sadece mevcut “bağımsız bir devlet olma hali”nin beyan edilmesi anlamına geldiğini savunuyor.
Bu açıdan, tanımanın kurucu veya beyan edici olduğu yönünde iki farklı teori mevcut.
Kurucu ve beyan edici teoriler
Kurucu teori, bir devletin ancak tanındığında var olduğu anlamını taşırken, bu, devleti oluşturan 4 unsura bir yenisinin eklenmesi anlamına geldiği için eleştiriliyor.
Öte yandan, bir devletin varlığının, kendisiyle eşit durumdaki ve üstün olmayan başka bir devletin tanımasına bağlı olması da hukuken adil bulunmuyor.
Beyan edici teori ise bir devletin tanınsa da tanınmasa da var olduğunu savunurken, bu yaklaşıma göre tanıma, sadece devletin varlığının kabul edilmesini ifade ediyor.
Her ne kadar kurucu görüş bir dönem Batılı devletler tarafından yaygın şekilde savunulsa da bugün beyan edici görüş daha fazla benimseniyor.
Uluslararası hukukta beyan edici görüşün kabul edilmesine karşın, siyaseten devletler arasındaki ilişkilerin sürdürülmesi için tanımanın beyan etmekten ziyade “kurucu bir işlevi” olduğu da görülüyor.
Filistin için “devlet” olarak tanınmak ne anlama geliyor?
Tanıyan ülke sayısındaki artış, Filistin halkının çabalarının sonuç verdiğini gösterirken, bu durum İsrail ile yapılan müzakerelerde ve uluslararası düzeyde pazarlık gücünü artırıyor.
Filistin için devlet olarak tanınmak, diğer devletlerle eşit düzeyde diplomatik ilişki kurulması anlamına geliyor.
Bu sayede Filistin, kendisini devlet olarak tanıyan ülkelerle karşılıklı büyükelçi atayabileceği gibi BM’ye tam üyelik yolundaki ABD vetosunun da meşruiyetini azaltıyor.
Bunun yanında Filistinlilerin pasaportları diğer devlet vatandaşları gibi, tanıyan ülkelerde geçerli hale geliyor ve bu ülkeler iç hukuklarında Filistin’in devlet olmasına ilişkin düzenlemeler yapabiliyor.
Filistin açısından tanıma bildirimi yapan devletlerin sayısındaki artışın en önemli sonuçlarından biri de Filistin’in kendi kaderini tayin hakkının desteklenmesi olarak görülüyor.
Tanımalar, Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkının İsrail’in iznine bağlı olmadığı, bu hakkın İsrail veya başka devletler tarafından engellenemeyeceği anlamına geliyor.
Son olarak 1967 sınırlarında Filistin devletinin bağımsızlığının tanınması, başkenti Doğu Kudüs olan, Batı Şeria ve Gazze’den oluşan sınırlar içerisindeki İsrail işgalinin hukuka aykırılığı teyit ediyor.
Ayrıca işgal altındaki bu toprakların Filistin devletine ait olduğunun tanıyan devletler tarafından kabul edildiğini ve İsrail’in bu topraklardaki ilhak çabalarının reddedildiğini gösteriyor.
Filistinliler için tanınma, mevcut işgal ve saldırılar açısından çok hızlı bir değişikliğe sebep olmasa da çatışmaları sonlandırma ve kalıcı çözüme ulaşma noktasında fayda sağlayabilir.
Filistin’in devlet olarak tanınmasının İsrail için sonuçları
Filistin devletinin tanınması, İsrail için diplomatik bir yenilgi olarak görülürken, İsrail’in diplomatik alanda daha izole hale geldiğini gösteriyor.
İsrail’in aksi yöndeki çabalarına rağmen Filistin’in tanınması, hem Filistin’in devlet statüsünü inkar eden hem kendi kaderini tayin hakkını engelleyen İsrail’in uluslararası hukuku ihlal ettiğini gösteriyor.
Filistin’i tanıyan devletler, İsrail’e, Filistin topraklarındaki ihlalleri nedeniyle yaptırım uygulama kararı alabilir.
Devlet olarak tanınan Filistin’e karşı ihlallerini sürdüren İsrail’e yönelik yaptırımların artırılması, tanımanın daha anlamlı hale gelmesini ve sembolik değerinin somut kazanıma dönüşmesini ifade ediyor.
Avrupa’da Filistin’i tanıma dalgasının devam etmesi bekleniyor
Avrupa ülkeleri İspanya, İrlanda ve Norveç’in Filistin devletini eş zamanlı aldıkları kararla tanımalarının ardından gözler, aynı adımı atması beklenen diğer ülkelere çevrildi.
Bu üç ülkenin ardından Avrupa’dan yeni tanıma kararları gelebileceği beklentisi, Slovenya’nın dünkü adımıyla doğrulandı. Slovenya Başbakanı Robert Golob, Filistin’i uluslararası hukuka ve ilgili Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararlarına uygun şekilde 1967 sınırlarıyla, bağımsız ve egemen bir devlet olarak tanımaya karar verdiklerini söyledi.
Başbakan Golob, AB liderlerine gönderdiği mektupta, Filistin’i tanımamış ülkelere, bu sürece katılmaları çağrısında bulundu.
Slovenya hükümetinin Filistin’in tanınması kararının gelecek hafta Mecliste onaylanarak yürürlüğe girmesi bekleniyor.
Öte yandan, Filistin-İsrail meselesinde iki devletli çözümden yana olan Malta, Filistin’i tanıma sinyali veren AB ülkeleri arasında yer alıyor.
BM Genel Kurulunda Gazze’de kalıcı ve sürdürülebilir ateşkes sağlanması konusundaki karar tasarılarına da destek veren Malta, Filistin’i tanımak için “doğru zamanın gelmesini” bekliyor.
Belçika da “doğru zamanı bekleyen” bir diğer ülke. Başbakan yardımcısından bakanlara kadar pek çok hükümet yetkilisi, ülkenin Filistin’i tanımasının zamanının geldiğini vurgulayan açıklamalar yapıyor.
Lüksemburg’un da Filistin’i tanıma konusunda Belçika ve Malta ile birlikte hareket edebileceği belirtiliyor.
Yunanistan’da mevcut hükümetten Filistin’in tanınmasına yönelik adım atılacağına dair bir sinyal olmasa da bu konu daha önce gündeme gelmişti. Parlamento üyeleri, 2015’te, dönemin Yunanistan Meclis Başkanı Nikos Vuçis’in Filistin’in devlet olarak tanınması yönünde sunduğu tavsiye kararını genel kurulda oy birliğiyle kabul etmişti.
Parlamentonun bu kararı, Yunanistan’ın Filistin’i resmen tanıması yönünde hükümete tavsiye niteliği taşıyordu. Oylamayı dönemin Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras ile birlikte parlamentoya gelen Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas da izlemişti.
Parlamentoda temsil edilen muhalefetteki Yeni Sol Partisi ise İspanya, Norveç ve İrlanda’nın kararının ardından ülkenin de aynı adımı atmasını talep etti.
AB, Filistin konusunda “bölünmüş durumda”
AB Dış ilişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in de ifade ettiği gibi “Birlik, söz konusu Filistin olduğunda bölünmüş durumda.”
Avrupa Parlamentosunda yıllar içerisinde “Filistin devletinin tanınması çağrısında bulunan ve işgal altındaki topraklarda İsrail yerleşimlerinin genişletilmesini kınayan” çok sayıda kararın kabul edilmesine rağmen, bunlar üye ülkelerin politikalarını şekillendirmek için yeterli olmadı.
Her ne kadar hem AB hem de Avrupalı liderlerin çoğu “iki devletli çözüme” bağlılıklarını ifade etse de konu Filistin’i bağımsız bir devlet olarak tanımaya geldiğinde ortak duruş sergilemekten uzak kaldı.
Özellikle Almanya, İtalya ve Avusturya, İsrail’e desteğiyle bilinirken, Fransa’da ise son zamanlarda tutum değişikliği yaşandığından bahsetmek mümkün.
BM Güvenlik Konseyinde yer alan daimi üyelerden Fransa, 18 Nisan tarihli karar lehinde oy kullanarak, Filistin’in BM’ye tam üyeliğini açıkça destekledi.
Fransa Dışişleri Bakanı Stephane Sejourne ise Filistin’i devlet olarak tanımanın ülkesi için tabu olmadığını ifade etti.
Öte yandan, BM Genel Kurulunda “Filistin’in BM’ye tam üyelik başvurusu” için 10 Mayıs’ta yapılan oylamada AB üyesi Macaristan ve Çekya ret oyu verirken, Bulgaristan, Avusturya, Hırvatistan, Finlandiya, Almanya, İtalya, Letonya, Litvanya, Hollanda, Romanya ve İsveç ise çekimser kaldı.
Bu ülkeler, oylarını açıklarken, iki devletli çözüm bağlamında Filistin halkının meşru devlet kurma hakkına desteklerini yineleseler de böyle bir taleple ilgili herhangi adımın “daha geniş bir barış süreciyle” bağlantılı olması gerektiğini savundu.