Fransa’da Macron ile siyasette sağ-aşırı sağ ekseni güçlendi

Fransa’da 1950’li yıllardan bu yana sağ ve sol olmak üzere iki siyasi kanat ortaya çıkarken daha çok sağ hükümetlerin yönettiği ülkede François Mitterrand ve François Hollande dönemlerinde sol, iktidara geldi.

Ülkede 2017’de yapılan son cumhurbaşkanı seçiminde Macron büyük başarı sağlayarak geleneksel sağ ve sol partilere tarihi hezimet yaşattı. Sonrasında merkez sol Sosyalist Parti’nin (PS) etkisi siyasi arenada ciddi şekilde azaldı.

Öte yandan, Macron’un cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasının ardından uyguladığı politikalar neticesinde sağ, özellikle de aşırı sağ yükselişe geçti.

Kasım 2018’de başlayan sarı yeleklilerin gösterileri, ekonomik sorunlar, emeklilik reformuna karşı yapılan grev ve eylemler nedeniyle popülaritesi düşen Macron da İslam karşıtlığının sağ ve aşırı sağ seçmende prim yaptığını gözlemleyerek 2022’deki cumhurbaşkanı seçiminde oy kazanmak amacıyla bu politikalara yöneldi.

Macron, dün yaptığı açıklamada, ülkede 5 yıllık cumhurbaşkanlığı döneminde aşırı sağın yükselişini engelleyemediğini kabul etti.

“(Macron) Ülkeyi yönetebilmek için politikasına değiştirdi”

Fransa’da sosyoloji alanında yaptığı çalışmalarla bilinen Science Po Aix-en-Provence Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Raphael Liogier, AA muhabirine yaptığı değerlendirmelerde, Macron’un cumhurbaşkanlığı döneminin en önemli özelliğinin, liberal ekonomik programı olduğunu belirtti.

Ancak Macron’un dini konularda liberal olmadığını ifade eden Liogier, “İktidarda bulunduğunda İslam’ın ve göçün hükümetindeki çok sayıda insan için sorun oluştuğunu gözlemledi. (İslam ve göç) O kadar insan için sorun oldu ki (Macron) ülkeyi yönetebilmek için politikasına değiştirdi. Macron yeniden seçilebilmek için de politikasını değiştirdi. (İslam ve göç) Macron’un popülaritesi için önemli hale geldi. Macron’un 5 yıllık cumhurbaşkanı döneminin en büyük değişimi bu.” dedi.

Liogier, ülkede siyasetin sağ-sol rekabetinden sağ-aşırı sağ eksenine kaymasına ilişkin, “Bu, (eski Cumhurbaşkanı) Jacques Chirac ile başlayan bir süreç. Emmanuel Macron ile (sağ-aşırı sağ ekseni) güçlendi. Kural haline geldi. Bu, Avrupa’nın genelinde özellikle Batı Avrupa’da ve Fransa’da popülist değişimin başlangıcı olduğu dönem.” değerlendirmesinde bulundu.

Bu bağlamda laikliğin tüm dinlere karşı tarafsız olması gerekirken laiklik ile İslam’ın hedef alındığını ifade eden Liogier, laikliğin artık hukuki ilke olarak değerlendirilmediğini, İslam’a, göçe ve azınlıklara karşı silah olarak kullanıldığını vurguladı.

“Macron, popülizme fayda sağlamak için popülizme kaydı”

Liogier, aşırı sağcı cumhurbaşkanı adayı Marine Le Pen’in milliyetçi programa sahip olduğunu, “gerçek Fransız halkını” ve “onun kimliğini” korumayı amaçladığını belirterek şunları söyledi:

“(Le Pen’i) Artık popülist olarak adlandırıyorum. Çünkü gerçek halkı temsil ettiğini iddia ediyor. Gerçek halkı temsil ettiğinde gerçek olmayan halk belirlenmeli. Gerçek halkı temsil edenler gerçek olmayan halkı belirlemeye ihtiyaç duyuyor, bunlar da Müslümanlar, göçmenler ve çocuklarıdır. Buna karşın Macron ekonomik ve siyasi olarak liberaldi. Macron ‘gerçek halkı’ savunmuyordu ve milliyetçi sosyalist değildi ancak yeniden seçilebilmek için politikasını milliyetçi sosyalist olarak değiştirdi. Milliyetçiliğe kaydı yoksa yeniden seçilemez. Macron bir yere kayması gerekiyordu, karşısında Marine Le Pen var. Marine Le Pen, seçimde büyük olasılıkla ikinci tura geçecek.”

Ülkede popülizmin siyasetin özelliklerinden biri haline geldiğine işaret eden Liogier, “Göçü yasaklamak sağcı önlem olarak biliniyor. Artık ne sağın ne de solun önlemi. (Göç) ‘gerçek halkın’ korkusu haline geldi. Dolayısıyla Macron, popülizme fayda sağlamak için popülizme kaydı.” diye konuştu.

Liogier, Macaristan’da popülistlerin iktidarda olduğunu ve Almanya’da da büyük popülist gücün bulunduğunu söyledi.

“Toplumların sorunu artık demokrasiye inanmamalarıdır”

Popülist söylem ve politikaların Fransa’da, Avusturya’da ve neredeyse Avrupa’nın her yerinde kendini gösterdiğini ifade eden Liogier, Avrupa’da popülizmin güçleneceği değerlendirmesinde bulundu.

Liogier, “Toplumların sorunu artık demokrasiye inanmamalarıdır. Bana göre demokrasinin ahlaki bir değer olması gerekiyor. ABD’de dahi Amerikalılar kendi anayasalarına daha inanmıyor.” diye konuştu.

Demokrasinin popülist “hastalıktan” çıkmanın yolu olabileceğini ifade eden Liogier, Fransa’da solun siyasette artık var olmadığını belirterek “Umudum, siyasetin sağ-sol rekabetinde yeniden şekillenmesidir. Bu siyasetin başkalarını, göçmenleri ve Müslümanları dışlama üzerine değil ekonomik, sosyal ve kültürel projeler üzerine inşa edilmesi gerekiyor.” ifadelerini kullandı.

Liogier, aşırı sağcı Eric Zemmour’un cumhurbaşkanı adayı olmasındaki “başarısının” arkasında seçmenlerin gözünde “samimi” olarak görülmesi olduğunu aktardı.

ABD’nin eski Başkanı Donald Trump’ın bu şekilde seçildiğini ifade eden Liogier, seçmenlerin artık söylemleri ve konuşmaların içeriğini değil samimiyeti de dikkate aldığını söyledi.

Liogier, Zemmour’un tek düşündüğünün, “İslam, göçmenler, Müslümanlar ve başörtülü kadınlar” olduğunu kaydetti.

10 Nisan’da yapılacak cumhurbaşkanı seçimi öncesinde Fransızların en önemli sorunları alım gücünün azalması, ekonomi ve hayat pahalılığını olurken İslam ve Müslümanların konuşulduğuna dikkati çeken Liogier, “Ya popülizm bizi yenecek ya da toplum popülizmi bitirecek.” dedi.

Anadolu Ajansı. Referans bağlantısı here.