Bulgaristan’ın 1984-1989’da uyguladığı asimilasyon politikasına karşı çıktığı gerekçesiyle birçok zulme maruz kalan Bulgaristan Türkleri, yaşadıkları acıları unutamıyor.
Kırklareli’nde yaşamlarını sürdüren 79 yaşındaki Seydali Aliş ile 68 yaşındaki eşi Ayşe Akgün, 1985 yılında Bulgaristan’ın politikalarına karşı çıktıkları gerekçesiyle birçok kez zulme uğradı.
Baskılara boyun eğmeyen Seydali Aliş Akgün, birçok baskıya maruz kaldıktan sonra başka bölgelere sürgün edildi, daha sonra cezaevine konuldu.
Beş yıl cezaevinde tutulan Akgün’e eşi ve 3 çocuğu gösterilmedi. Akgün çifti buna rağmen direnişlerini sürdürmekten hiçbir zaman geri durmadı.
1989 yılının sonlarında sınır dışı edilen çift, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın talimatıyla trenle Türkiye’ye getirildi.
Akgün çifti, Kırklareli’nde devletin tahsis ettiği evlere yerleştirildi, uzun yıllar memur statüsünde çalışarak emekli oldu.
Hayatlarının ikinci baharını anavatanlarında sürdüren, zamanlarının büyük bölümünü gezerek geçiren çift, zaman zaman gençlik yıllarındaki fotoğraflarını inceleyerek yaşadıklarını hafızalarında canlandırıyor.
“Bulgaristan’da yatmadığım cezaevi, görmediğim işkence kalmadı”
Seydali Aliş Akgün, AA muhabirine, Balkan Harbi’nden sonra Bulgaristan’da yaşayan Türklerin adeta ateş çemberinde, doğdukları topraklarda zulme maruz bırakıldıklarını söyledi.
Bulgaristan’da yaşayan Türkleri sindirmek, korkutmak ve göçe zorlamak için sürekli baskı yapıldığını ifade eden Akgün, 1934 yılında babasının da birçok kez sürgün edildiğini anlattı.
Yapılan zulmü hiçbir zaman unutmadıklarını vurgulayan Akgün, şöyle devam etti:
“Daha o yıllarda babama kızgın tuğla taşıtırlardı. Polis arkasında vuruyordu. Ben bir gün babama, ‘Şimdi bu zamanlarda eşitlik var, Bulgarlar Türkler eşittir, eski zaman işkenceleri olmaz’ dediğimde, ‘Çocuğum sen babandan daha fazlasını görürsün. Babanın kızgın tuğlaları senin çekmiş olduklarının yanında müjde kalır’ diyerek hitap etti bana. Hakikaten öyle oldu. Babama kızgın tuğla taşıtmışlar. 5 sene Belene kampı başta olmak üzere, Bulgaristan’da yatmadığım cezaevi, görmediğim işkence kalmadı. En sonunda doğduğum topraklardan sınır dışı edildim.”
“Belene’de başı yarık, kolu bacağı kırık insanlar gördüm”
Akgün, 1958 yılında Türk yoğunluğu yaşanan köylerden Bulgarların yoğun olduğu bölgelere zorla göç ettirildiklerini, asimile için baskılara maruz kaldıklarını anlattı.
1983 yılından sonra tutuklamaların başlatıldığını aktaran Akgün, şunları kaydetti:
“Yaklaşık 5 yıl tutuklu kaldım. 1984 yılında Belene Kampı’na götürüldüm. Yol boyunca 2 defa şuurumu kaybettim. Yol kenarındaki su kanallarına başımı sokarak şuurumu geri getirdiler. Belene’ye vardığımızda Aytos’tan bir arkadaş ‘Seydali şef de tutukluydu, onları orada görmediniz mi?’ diye, beni bana sordu, o kadar bitmiştik, birbirimizi tanıyamadık. Belene’de başı yarık, kolu bacağı kırık insanlar gördüm. Bunlardan biri de Belene kampına getirilen Türkan bebeğin de babası, daha kanları omuzlarındaydı. Omuzlarındaki kanları öperdi ‘bebeğimi omuzlarımda taşıyorum’ diye. Belene’de yemeklerimizde domuz kuyruğu, domuz kulağı, tırnakları, çorba üzerinde tavuk bacakları, ayak kırıntıları, tüyleri vardı.”
Belene kampındaki sağlıksız koşullar nedeniyle sürekli hasta olduklarını anlatan Akgün, “Türkçe konuşanları ya da ibadet etme teşebbüsünde bulunan kişileri tecrit hücrelerine kapatırlardı. Çok büyük fareler vardı orada. Orada kiminin kulaklarını, burunlarını kemirirdi hatta benim de üzerimde yaralar var.” diye konuştu.
“Köpeklerle, tanklarla, silahlarla köyü basıyorlardı”
Ayşe Akgün de 1968 yılında Bulgaristan’da Pomak asıllı yurttaşların isimlerinin değiştirilmeye başlandığını ifade etti.
O yıllardan itibaren eşinin halkı uyandırmaya yönelik girişimlerinin olduğunu anlatan Akgün, 1980’li yıllarda görev yaptığı köyde 6 ailenin zorla sürüklenerek götürüldüğünü, muhtarlık binasında isimlerinin değiştirilmeye çalışıldığını kaydetti.
Bu nedenle köyde büyük bir gösteri yapıldığını aktaran Akgül, “Eşime biri ‘bu akşam hazırlıklı olun, insanların isimlerini değiştirmeye gelecekler’ bilgisini ulaştırdığında hemen köyün gençlerinin akşama eğlence düzenlemelerini istiyor. Bulgar görevliler karanlık olunca karakoldan köpeklerle, tanklarla, silahlarla köyü basıyorlar. O altı aileyi sürükleyerek muhtarlığa götürüyorlar. O gençler bu sırada bağırmaya başlıyorlar. Gençler ‘ya hepimizi öldüreceksiniz ya da aileleri serbest bırakacaksınız’ diyorlar. Gelenler o gece başarısız bir şekilde dönüyorlar.”
Sonraki gün Bulgar görevlilerin “o gösteriyi siz mi yaptınız” diyerek yeniden köyde arama yaptıklarını dile getiren Akgün, “O gün 6 kişiyi alıp cezaevine gönderdiler. Bu eylemi eşimin yaptığını anlayarak onu da tutukladılar. 10 gün tutuklu kaldıktan sonra delil yetersizliğinden serbest bırakıldı. 1984 yılından sonra eşim her gece toplantılar organize etmeye başladı. Karşı komşumuz Bulgaristan vatandaşıydı. Onun evine kamera koyup bizim evi takip ediyorlar.” ifadelerini kullandı.
Daha sonra eşinin yine tutuklandığını, çocuklarının gözünün önünde eşine kelepçe takıldığını aktaran Akgün, yaşadıklarını şöyle anlattı:
“O gece ben de malumat almak için emniyete gittiğimde beni tekmeyle kovdular, dövdüler. Sonra evime geldim, eşimle irtibata geçmeye çalıştım, izin vermediler. Telefon numaralarımızı, ev adresimizi, kapı numaramızı değiştirdiler, bize kimse ulaşamasın diye. 3 ay sonra eşimin tek odalı hücrede tutulduğunu öğrendim. Bana Bulgaristan yetkilisi ‘sen rahat ol, ben nasıl aydınlık bir odadaysam senin eşin de öyle aydınlık odada. Sen tasalanma. Ama sen 11 yıl bu adamı nasıl çekmişsin onu anlayamadık. Sen bir an önce ondan boşansan iyi olur’ dedi. Beni eşimden ayırmaları için zorluyorlar. Yani amaçları bir Türk ailesi yok olsun. İşten kovulmak, çocuklarımın okuldan atılmaları yönünde tehditler edildim.”
“Çok şükür Türkiye’deyiz”
Ayşe Akgün, 3 çocuğu ile Belene kampına gittiğini ancak eşiyle görüştürülmediğini belirterek, “Üç gün kampın önünde bekledim. Geri döndüğümde karakola gittiğimde komiser, ‘eşin Sofya’da sorguya alındı’ dedi. 6 ay hiç göremedim onu. 6 ay sonra mahkemeye gelirken kendi öz annesi, kayınvalidem onu tanıyamadı. ‘Biz burada bekliyoruz, Seydali daha gelmedi’ diyor. ‘O geldi geçti’ dedim, ‘hayır o gelmedi’ dedi bana. Küçücük çocuk gibi kalmıştı.” diye konuştu.
Akgün, yaklaşık 5 yıllık tutukluluk sürecinden sonra eşinin serbest bırakıldığını kaydetti.
1985 yılında bir bavul ile Türkiye’ye göç ettiklerini anlatan Akgün, “Çok şükür Türkiye’deyiz. Devletimizden Allah razı olsun, bizlere sahip çıktı. Kampta kaldık, zahmet çektik ama şükürler olsun halimize.” dedi.