Prof. Dr. Hüseyin Işıksal, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) ilk durağı olan Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kuruluş yıl dönümü vesilesiyle KKTC’nin diplomatik tarihini ve Ada’daki mevcut durumu AA Analiz Masası için değerlendirdi.
***
38. kuruluş yıl dönümünü büyük bir coşkuyla kutladığımız, onurlu bir varoluş mücadelesi ve eşsiz fedakarlıklarla kurduğumuz KKTC’nin geleceğe daha emin adımlarla yürüyebilmesi için hiç kuşkusuz geçmişten bu yana yaşananların muhasebesi doğru yapılmalıdır. Kıbrıs Türk halkının bu noktaya gelmesi hiç de kolay olmamıştır.
Kurucusu ve eşit ortağı olduğumuz 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nden, 1963 Kanlı Noel saldırılarıyla silah zoruyla çıkarılmamızın ardından, her türlü soykırım girişimine göğüs gererek karanlık 11 yıl boyunca Ada’nın yüzde üçlük bir bölümüne tekabül eden, birbiriyle sınırı ve iletişimi olmayan ve sürekli kuşatma altında bulunan bölgelerde yaşamak zorunda bırakıldık. Birleşmiş Milletler (BM) kayıtlarında da yer aldığı üzere, bu mezalim neticesinde 103 Türk köyü yakılıp yıkıldı. 35 bini aşkın Kıbrıs Türkü göçmen durumuna düşürüldü. Elektriksiz, susuz, hiçbir devlet geliri almadan ayakta kalmaya zorlanan Kıbrıs Türk halkı, bu şartlarda bile Rum egemenliği altına girmeyi kabul etmedi ve kendi yönetimlerini kurdu. 1964’te Genel Komite, 1967’de Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi ve 1974’te kurulan Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi’nin ardından 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) kuruldu.
Çözümsüzlüğün ana nedeni Rum tarafının kendini hala Ada’nın tek yasal otoritesi olarak görmesi ve yönetimi paylaşmak istememesidir.
Kıbrıs tarihinde dönüm noktası
13 Şubat 1975 tarihi Kıbrıs Türk halkının yıllardır sürdürdüğü destansı varoluş mücadelesinin dönüm noktalarından biridir. Bu tarihi dönemeçte, o zamanki adıyla Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi Meclisi, KTFD’yi oy birliği ile ilan ederken aynı zamanda yeni devletin anayasasının yapılabilmesi için toplumunun tüm kurum ve kuruluş temsilcilerinin katılımı ile bir Kurucu Meclis’in oluşturulmasını kararlaştırmıştı.
Bu tarihi kararın arkasında pek çok neden vardı. Öncelikle Kıbrıs Türk halkı 1963 saldırıları sonrasında sahip olduğu anayasal hakları kullanmaktan Rumlar tarafından alıkonulmuştu. 20 Temmuz 1974 mutlu Barış Harekatı ile ilk kez kendi bölgesinde, kendi iç yapısını düzenleyerek bir bütün olarak yaşama ve gerçek anlamda bir halk olma şansı yakalamıştı. Ada’da yaşayan Türklerin tamamının şimdiki sınırlarında toplanması, yeni bir iskan, istihdam, sosyal ve iktisadi hayatın sağlıklı bir düzene oturtulması gerekliliğini ortaya çıkarmış ve bu olağanüstü koşullar yeni bir siyasi yapılandırmayı zorunlu hale getirmişti.
Diplomatik atılımlar
Uluslararası perspektiften bakıldığında ise Ada’da iki toplumun varlığının ve eşitliğinin kabul edilmesi ve iki toplumlu federasyonun o zamanın şartlarında Kıbrıs için en ideal çözüm olarak ortaya çıkması, KTFD’nin ilanı için dış koşulların da uygun olduğunu göstermekteydi. Bir başka ifadeyle eğer Kıbrıs’ta iki halkın eşitliği üzerine bir yapı kurulacaksa, Kıbrıs Türk tarafı bu düzenin kendi açısından hukuki esasını yaratmak için bu tarihi adımı atmıştı.
Bu hamle diplomatik açıdan da önemli bir mesaj veriyordu. Bu mesaj; Rumların silah zoruyla zorla elde ettikleri sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek temsilcisi olma iddiasının yasa dışı olduğu ve yasal olarak olası bir federasyonun bir tarafını oluşturan Kıbrıslı Türklerin, bir Helen devletine dönen Güney Kıbrıs’ı da federasyonun diğer tarafı olarak gördüğünü ifade etmekteydi.
Kısaca özetlemek gerekirse, KTFD Ada’daki nüfus mübadelesi sonrası var olan gerçekler üzerine inşa edilmişti. Böylelikle iki toplumlu federasyonun aynı zamanda artık iki kesimli olması gerektiği de tüm dünyaya ilan ediliyordu. Bu stratejik hamlenin ne kadar doğru olduğu ise iki kesimlilik prensibinin üç yıl sonraki 1977-1979 Doruk Antlaşmalarından itibaren tüm süreçlerde değişmez kural olarak ortaya çıkmasıyla kanıtlanmıştı.
Rum zihniyeti değişmedi
Maalesef o tarihten bugüne, Rum tarafındaki zihniyette hiçbir değişiklik olmadığını görmekteyiz. Müzakere sürecindeki çözümsüzlüğün ana nedeni Rum tarafının kendini hala Ada’nın tek yasal otoritesi olarak görmesi ve Kıbrıslı Türkler ile yönetim ve gücü paylaşmayı kabul etmeyerek, egemenliğini Türk tarafına da yaymak istemesidir. Bir başka ifade ile anayasasını talan ettikleri, bir Helen devletine dönüşmüş sözde Kıbrıs Cumhuriyeti çatısı altında, Kıbrıs Türk tarafını zamanla asimile etme düşüncesi hiçbir zaman sonlanmamıştır. Bunun en temel göstergesi, eski Rum Dışişleri Bakanı Nikos Rolandis’in de bizzat ifade ettiği gibi Kıbrıs müzakere tarihinde Rum tarafının, eş zamanlı ve ayrı ayrı referanduma götürülen 2004 Annan Planı ve 2017 yılı Crans Montana görüşmeleri de dâhil olmak üzere, bugüne dek ortaya konan 15 kapsamlı çözüm planının tamamını reddetmiş olmasıdır.[1]
Başarısızlığı defaten ispatlanmış federal zeminde ısrar etmek ancak ve ancak Kıbrıs Türk halkını ambargo ve izolasyonlara mahkûm eden statükonun sürdürülmesi anlamına gelir.
Federasyon modeli tüketildi
Bu gerçeklerden yola çıktığımızda, yarım asrı aşkın süredir müzakerelerde zemin olarak yer alan federasyon modelinin artık tüketilmiş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kıbrıs’ta hangi çözüm modelinin çalışmayacak olduğu artık bellidir. Bu noktadan sonra başarısızlığı defaten ispatlanmış federal zeminde ısrar etmek ancak ve ancak Kıbrıs Türk halkını ambargo ve izolasyonlara mahkûm eden statükonun sürdürülmesi anlamına gelecektir.
İşte bu nedenlerden dolayı KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar seçildiği ilk günden itibaren savunduğu ve her zaman arkasında durduğu egemen eşitlik ve eşit uluslararası statüye dayanan yeni çözüm vizyonunu Cenevre’de BM ve ilgili tüm taraflar nezdinde kayda geçirerek Kıbrıs’ta yeni bir dönemin kapısını açmıştır. Kıbrıs’ta adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüm ancak ve ancak halihazırda var olan iki devlet gerçeğine dayalı olarak gerçekleştirilebilir. Kıbrıs Türk tarafının bu yeni ve olumlu adımı karşılık bulmazsa, bağımsızlığından, egemenliğinden, devletinden ve Anavatan Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünden asla vazgeçmeyecek olan Kıbrıs Türk halkı, emin adımlarla yoluna devam edecektir.
Sonuç olarak, eşit ve müktesep egemenlik haklarını kullanarak Kıbrıslı Türkler ve Rumlar tarafından kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti tecrübesi sabit bir şekilde göstermiştir ki kendisini Ada’nın tek sahibi olarak gören Kıbrıslı Rumlarla bir arada yaşanması ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal düzeninin yeniden tesis edilmesi mümkün değildi. Bu bağlamda KTFD, Kıbrıs Türk halkının kendi kendini yönetme istencinin ilk yansımasıdır. Bir devlet olma özelliğinin tamamını ve kendi kurumlarıyla yasama, yürütme ve yargı, yani anayasanın uygulamaya geçirebileceği bir alan açılmış ve KKTC’ye giden yolda ilk durak olmuştur.
Türk tarafından atılan bu yapıcı adıma karşın Rum tarafı ısrarla uzlaşmaz tavrını sürdürmüştür. Bunun neticesinde Kıbrıslı Türkler, Rumların siyasi mahkumu olarak kalmayacaklarını bir kez daha tüm dünyaya göstermişlerdir. Milli mücadele liderimiz Dr. Fazıl Küçük ve Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Denktaş’ın da sık sık vurguladıkları gibi bir halkın ulaşabileceği en yüce ve en onurlu mertebe, bağımsız-egemen bir devlete sahip olmasıdır. Dünyada devlet olmak isteyen ancak bunu başaramamış ve bunun neticesinde hala büyük acılar çeken pek çok halkı gördüğümüzde, tam teşekküllü kurum ve kuruluşlara sahip olan KKTC’nin ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anlıyoruz.
Kıbrıslı Türkler olarak bu noktadan geri adım atmamızın söz konusu olmadığını tüm dünya er ya da geç anlayacaktır. KKTC, Kıbrıs Türk halkı için sadece toprak ve vatan değil aynı zamanda bir kimlik ve yuvadır. Bunun oluşmasında da ilk adım bugün 47. yılını kutladığımız KTFD olmuştur.
***
[Prof. Dr. Hüseyin Işıksal Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Özel Danışmanı ve Müzakere Heyeti Üyesidir]