İsrail’de son 3,5 yılda 5’inci kez yapılan erken genel seçimlerde, eski Başbakan ve muhalefet lideri Binyamin Netanyahu’nun başını çektiği sağ blok 120 sandalyeli İsrail Meclisine 64 milletvekili göndererek açık bir zafer kazandı.
İsrail Merkez Seçim Komitesinin açıkladığı resmi sonuçlara göre 1 Kasım’da yapılan seçimlerde Netanyahu’nun lideri olduğu Likud Partisi 32 milletvekili çıkardı.
Bu sonuçlara göre, Netanyahu liderliğindeki blokta yer alan aşırılık yanlısı-ırkçı “Dini Siyonizm” ve “Yahudi Gücü” partilerinin oluşturduğu liste 14 milletvekiliyle seçim yarışını üçüncü bitirdi. Filistinlilere yönelik ırkçı ve ayrımcı söylemleri nedeniyle eleştirilen bu partilerinin yeni hükümette söz sahibi olması bekleniyor.
Mevcut Başbakan Yair Lapid’in öncülük ettiği koalisyon hükümeti, birbirinden farklı çok sayıda partiyi barındıran ve ülkenin siyasi tarihinde ilk kez Arap partilerini de içine alan bir koalisyon durumundayken, Netanyahu’nun seçime birlikte girerek zafer kazanan sağ bloku ise yalnızca Ultra-Ortodoks Yahudileri (Haredi) ve aşırı sağcıları temsil eden partilerden oluşuyor.
İsrail, bu sonuçlar ışığında ülkenin siyasi tarihinde “en fazla çeşitlilik” barındıran koalisyon hükümetinden “en sağcı: koalisyon hükümetine geçiş yapacak.
Aşırı sağın zaferi endişe yaratıyor
“Dini Siyonizm” ile oluşturduğu listeyle seçimden üçüncü sırada çıkan Yahudi Gücü Partisi’nin merkezinde yapılan seçim kutlamalarında Arapların hedef alındığı ırkçı sloganlar eşliğinde dans edilerek sevinç gösterileri yapılması dikkati çekti.
Netanyahu’nun kuracağı koalisyon hükümetinde Yahudi Gücü lideri Itamar Ben-Gvir’in yer alma ihtimali ise yeni hükümetin Filistin politikası açısından endişe yaratıyor.
Mescid-i Aksa baskınları gibi provokatif eylemleri ile tanınan Ben-Gvir, işgal altındaki Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da aşırılık yanlısı Yahudi yerleşimcilerin şiddet eylemlerini teşvik etmesiyle biliniyor.
Arap seçmenin temsiliyeti azaldı
Öte yandan Başbakan Lapid’in koalisyon hükümetinde yer alan Arap partilerin son seçimdeki performansı bir önceki seçime göre oldukça geriledi.
Bu seçimde herhangi bir blokta yer almayı reddeden İsrail vatandaşı Filistinlilerin partisi “Ortak Liste” İsrail Meclisinde 5 sandalye elde ederken, Lapid koalisyonundaki “Birleşik Liste” de 5 milletvekili çıkardı.
Geçen yıl diğer Arap partileriyle birlikte koalisyon hükümetinde yer alan Arap partisi Beled (Tecemmu) ise bu yıl ittifaktan ayrılarak seçime tek başına girdi ve baraj altında kaldı.
Batı Şeria’da kanlı geçen yılın ardından gerilim hâkim
İsrail, son yıllarda koalisyon krizleri ile seçim sarmalına girerek siyasi sahnede istikrarsızlığa mahkum olsa da Tel Aviv’in Filistinlilere yönelik politikası değişmedi. İşgal altındaki Filistin topraklarında uygulanan Apartheid sistemi, orantısız şiddet, öldürme, ev yıkımları, tehcir, yerleşimci şiddeti ve Mescid-i Aksa’nın statüsüne yönelik ihlaller aralıksız sürüyor.
Nitekim Birleşmiş Milletler (BM), geçen ayki açıklamasında, 2022’nin 2006’dan beri Batı Şeria’daki “en ölümcül yıl” olduğunu ve İsrail ordusunun “orantısız güç kullanımının endişe yarattığını” bildirdi.
Filistinlilere yönelik ırkçı ve ayrımcı politikalarıyla öne çıkan Netanyahu ittifakındaki partilerin, yeni hükümette yer almaları halinde Filistin sorununun “patlama” noktasına gelmesinden endişe ediliyor.
Arap seçmen karar mekanizmasının dışında kaldı
Moshe Dayan Orta Doğu ve Afrikaları Çalışmaları Merkezi’nden Filistin uzmanı Michael Milstein, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Netanyahu’nun aşırı sağla kuracağı olası hükümetin Filistin politikasını, seçim sonuçlarının İsrailli Arap seçmen üzerinde ve işgal altındaki Doğu Kudüs ile Batı Şeria’daki etkisini değerlendirdi.
Milstein, şu an Netanyahu’nun önünde aşırı sağcı politikacılar Itamar Ben-Gvir ve Bezalel Smotrich’ten oluşan “tamamen sağcı bir koalisyon” senaryosunun bulunduğuna işaret ederek, “Bence bugün en hassas, en önemli konulardan biri İsrailli Arap toplumunun yeni siyasi duruma tepkisi.” dedi.
Milstein, İsrail’deki Arap karşıtı aşırı sağın seçimlerden zaferle ayrıldığı, Arapların ise Mecliste temsiliyetinin azaldığı bir ortamda, siyasi alanın dışında kalan Arapların yabancılık hissedeceğini dile getirdi.
Geçen yıla göre Arap seçmenin seçime katılım oranı yüzde 44’ten 53’e çıksa da Arap partileri arasındaki bölünme nedeniyle milletvekili sayısında düşüş yaşandığına ve Arap seçmenin Meclisteki temsiliyetinin azaldığına dikkati çeken Milstein, şunları kaydetti:
“Eğer son seçimlerdeki (Arap) oylarının hepsini sayarsak, sonuç önceki seçimler gibi aynı çıkar. Ama bu sefer bölünme yüzünden durum o kadar kötü ki örneğin Beled baraj altında kalmasaydı 3 veya 5 sandalye alacaktı. Bu yüzden bugün aslında Arap oyunun karşılığı olan 13 ila 15 sandalye kazanılması mümkün iken Raam (Birleşik Liste) ve Hadaş-Taal’in (Ortak Liste) aldığı 10 sandalyeden bahsedebiliyoruz.”
Araplar arasında kendi liderlerine özellikle seçime tek başına girerek baraj altında kalan Beled’e karşı öfke olduğuna işaret eden Milstein, “Çünkü örneğin Araplar arasında bir bölünme olmasaydı ve (sol partilerden) İşçi ve Meretz tek bir listede birleşseydi, bugün sanırım iki blok için 60-60 gibi bir denklemden bahsediyor olurduk.” dedi.
Arap kamuoyuna göre mevcut durumun kendileri açısından “oldukça olumsuz olduğunu” vurgulayan Milstein, “Koalisyondan çıktılar, karar mekanizmasının dışındalar, elbette hükümetin de dışındalar. Beled ise tamamen Meclis dışında kaldı. Araplar arasında, Netanyahu’nun galibiyet elde etmesine neden olan Beled’in tutumuna karşı sert bir söylem var. Bugün Araplar ile Yahudiler ve İsrail’deki rejim arasındaki durum çok ama çok gergin.” diye konuştu.
Bu yabancılaşmanın, İsrail’deki Yahudi ve Arap Müslüman toplulukları arasında giderek yükselen çatışmalara yol açmasından endişe ettiğini dile getiren İsrailli uzman, şöyle devam etti:
“Umarım bir sonraki hükümet, yeni hükümet, iç olumsuz gelişmeler yaşanmaması için bu ortamı alevlendirmeyecek ve halkı, politikacıları sakinleştirecek kadar akıllı olacaktır. Geçen yıl 21 Mayıs’ta yaşanan olaylardan bahsetmiyorum. Aslında daha büyük olaylar da olabilir. Çok gergin bir atmosfer olduğu açık. Ve yeni hükümetin bu sorunu çözmek için çok duyarlı, çok akıllı olması gerektiğini düşünüyorum.”
Netanyahu, Ben-Gvir’i dizginlemeye çalışacak
Aşırı sağcı Ben-Gvir ve Smotrich gibi isimlerle aynı blokta olması nedeniyle Netanyahu’nun, koalisyon hükümeti içinde “büyük bir sınavla karşı karşıya olduğunu” söyleyen Milstein, “Netanyahu’nun sadece İsrailli Arap toplumu açısından değil, Filistin arenası, Arap dünyası ve Türkiye ile ilişkiler konusunda da hükümet içindeki dengeyi koruma becerisine sahip olacağını umuyorum.” dedi.
Milstein, “Netanyahu, 40 yıldan fazla, hatta daha fazla, neredeyse yarım asırlık bir deneyime sahip. Hükümet içindeki radikal kesimleri yeniden dengelemeye çalışacağını düşünüyorum. Zira bu ulusal bir çıkar, siyasi bir duruş meselesi değil.” ifadelerini kullandı.
Bin-Gvir’in, aşırılık yanlısı-ırkçı politikalarına rağmen “resmi koltuğa oturacağı ve sorumluluğu hissedeceği anda farklı bir şekilde davranacağını” düşünen Milstein, özellikle Kudüs meselenin hassasiyetinden ötürü Netanyahu’nun da Ben-Gvir’i “dizginlemeye çalışacağını” kaydetti.
“Batı Şeria ya çökecek ya da yüzümüze patlayacak”
Milstein, Batı Şeria’daki durumun “çok karmaşık” olduğunu vurgularken, “yeni kurulacak hükümetin bölgedeki gerginliği artırıp artırmayacağına” yönelik soruyu ise şöyle yanıtladı:
“Bugün Batı Şeria’da, özellikle Batı Şeria’nın kuzey kesimlerinde yaşananların İsrail’deki iç veya siyasi koşullara bağlı olmadığını düşünüyorum. Hükümet sağcı da olsa, solcu ve merkezden de olsa bu bomba patlayacak. Netanyahu’nun ilgilenmesi gereken ilk konu Filistin sorunudur. Batı Şeria için bir an meselesinden bahsediyoruz; bütün Batı Şeria ya çökecek ya da yüzümüze patlayacak.”
“İsrail’in Filistin arenasıyla ilgili net bir stratejisi yok”
Milstein, şöyle devam etti:
“Bence Netanyahu, kırk yıllık siyasi becerisinden sonra bir strateji belirlemeli. Bugün İsrail’in Filistin arenası ile ilgili net bir stratejisi yok. Çözüm olarak ilhak mı, ayrılık mı, iki devletli çözüm mü yoksa tek devlet mi istediğimizi bilmiyoruz. Ve benceNetanyahu’nun ilgilenmesi gereken ilk acil mesele bu. Çünkü biliyorsunuz ki Batı Şeria’nın kuzeyindeki bütün bu çatışmalar başka yerlere yayılacak. Nablus’ta, Cenin’de ve diğer yerlerdeki tüm olaylar Filistin yönetiminin etkisini giderek daha fazla zayıflatıyor.”
Türkiye ile ilişkiler
Netanyahu’nun “rasyonel ve zeki bir politikacı” olduğunu söyleyen Milstein, “Mescid-i Aksa’da Harem Şerif’teki olaylardan bahsettiğinizde, elbette sadece Filistin sahasındaki olaylardan değil, aynı zamanda İsrail’in iç arenasındaki etkilerinden de bahsediyoruz. Bu, aynı zamanda özellikle Ürdün dahil hem Arap dünyası, İslam dünyası, hem de Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler açısından da önemli. Netanyahu’nun göreve gelmesinden hemen sonra bu ilişkilerde olumsuz gelişmeler yaşamayı istemeyeceğini düşünüyorum.” şeklinde konuştu.
Ürdün ve Mısır ile ilişkilerinin yanı sıra, Netanyahu’nun Türkiye ile son dönemde sağlanan normalleşmeyi de koruması gerektiğine işaret eden Milstein, “Netanyahu’nun tüm bu görüşmelerden, müzakerelerden ve normalleşmeden sonra Türkiye’yi kaybetmeyi göze alacağını düşünmüyorum.” ifadelerini kullandı.