İsrail’in Filistinlilere uyguladığı mülksüzleştirme ve kimliksizleştirme politikaları panelde ele alındı

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları ve Uygulama Merkezi (ORDAM) Müdürü Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, Filistinlerin pek çoğunun hangi coğrafyaya bağlı olduğunu bilmediğini, bu bağlamda Türkiye araştırmacılarına büyük iş düştüğünü bildirdi.

Üniversiteden yapılan açıklamaya göre, “Filistin’de İsrail’in Mülksüzleştirme ve Kimliksizleştirme Politikaları” paneli düzenlendi.

Panelde, İsrail’in Filistin halkına uyguladığı söz konusu politikalar, örnek vakalar ve uluslararası hukuk bağlamında ele alındı.

Panelde konuşan Prof. Dr. Kurşun, Filistin coğrafyasındaki ana problemin mülkiyet meselesi olduğunu, Filistinlilerin, Müslüman Arapların ve Hristiyanların kendi coğrafyalarından koparılarak, kimliksizleştirildiğini belirtti.

Kurşun, İsrail’in Filistinlilerin mülkiyet hakları üzerinden adeta bir buldozer gibi geçtiğine dikkati çekerek, “Filistinliler, işgal altındaki yerlerin çoğundan mülteci olarak çıkarılmıştır veya yer değiştirilmişlerdir. Filistinlerin pek çoğu kendi coğrafyalarının hangi coğrafyaya bağlı olduğunu bilmemektedir. Bu bağlamda Türkiye araştırmacılarına büyük iş düşmektedir.” ifadelerini kullandı.

​​​​​​İsrail’in kimliksizleştirme politikasını büyük ölçüde yeni hukuki gerekçeler üzerine inşa ettiğini kaydeden Kurşun, eldeki verilerin şimdi olmasa bile gelecekte sonuç alacaklar için hazırlanması gerektiğini bildirdi.

Meğaribe Mahallesi’nin önemi

Bartın Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hasan Hüseyin Güneş, 800 yıllık bir geçmişiyle İslam tarihinde vakıf olarak kurulan tek mahalle olması nedeniyle önem taşıyan Meğaribe Mahallesi’nin kuruluşunu, yapısını ve 1967’deki İsrail işgali sırasındaki yıkılışını aktardı.

Güneş, Selahaddin Eyyubi’nin 1187’deki Kudüs’ü Haçlılardan geri alma harekatında kendisiyle mücadele eden Mağribliler için oğlu Melik Efdal tarafından vakfedilen mahallenin İsrail tarafından işgal politikasını meşrulaştırmak ve Filistinlileri mülksüzleştirmek amacıyla yıkıldığını belirtti.

Araştırmacı Ali İhsan Aydın ise Filistin’de son zamanlarda yaşanan olayların ana sebebinin Şeyh Cerrah Mahallesi’ndeki direniş olduğunu kaydetti.

Aydın, Kudüs dışında ilk evin Şeyh Cerrah türbesi etrafında Hüseyni ailesi tarafından 1865’te yapıldığını, 1948’e kadar Müslümanların çoğunlukta olduğu mahallede Yahudilerin de bir türbe iddiası etrafında yerleşim sağladıklarını ifade etti.

1948’deki kaotik ortamda Filistinli Müslümanların yerlerinden edilerek göçe zorlandığına dikkati çeken Aydın, İsrail’in burayı Yahudileştirme politikalarını devreye soktuğunu, bu meselelerin akademik olarak ele alınması ve üzerinde daha çok çalışılması gerektiğini belirtti.

“Şeyh Cerrah’ta olanlar ağır insancıl hukuk ihlalidir”

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Naim Demirel de Şeyh Cerrah Mahallesi’nde olanların Cenevre Sözleşmesinin 147. maddesinde ifade edilen ağır insancıl hukuk ihlali olduğunu belirtti.

İsrail’in Şeyh Cerrah Mahallesi’ndeki uygulamalarının, tüm işgal bölgesindeki Yahudi yerleşimcilerin çoğalmasını kolaylaştırmak için Filistin mülkiyetinin tümüne el konulması ve imha edilmesini içeren bir dizi kalkınma planından sadece biri olduğunu bildirdi.

Demirel, İsrail resmi kurumlarının Şeyh Cerrah Mahallesi’ndeki 100’den fazla kişiyi yerinden ettiğini aktararak, şunları kaydetti:

“Mevcut yargı kararları uluslararası insancıl hukuka uygun olarak sınır dışı etme ve zorla nakil suçunun hem anlamını hem kapsamını açıklığa kavuşturmuştur. Uluslararası insancıl hukuk, sınır dışı etme ve zorla nakil üzerindeki mutlak yasağa 2 istisna tanımaktadır. Birincisi halkın güvenliği, diğeri askeri zorunluluk. Şeyh Cerrah Mahallesi’ndeki durum her 2 istisnayı da yerine getirmiyor. Bu hem sınır dışı edilme hem de zorla transfer, Cenevre Sözleşmesi ve 1 No’lu Ek Protokole göre ciddi uluslararası insancıl hukuk ihlali oluşturmaktadır. Uluslararası Ceza Mahkemesi, bu tür eylemlerin sivil nüfusa yönelik yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olarak yürütülmesini hem savaş suçu hem de insanlığa karşı suç olarak nitelendirmektedir.”

Anadolu Ajansı. Referans bağlantısı here.