İsrailli yetkililerin, Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı saldırıdan bu yana çatışmaların devam etmesiyle, özellikle Gazze’ye yönelik söylemlerindeki şiddet ve nefret dili dikkati çekiyor. Uluslararası hukuk uzmanları, söylemden eyleme dökülmüş uygulamaların insancıl hukukun ihlali olacağını belirtiyor.
İsrail’in Gazze’deki el-Ehli Baptist Hastanesine düzenlediği, yüzlerce kişinin ölümüne yol açan saldırısı, 7 Ekimden bu yana süren çatışmalarla başlayan nefret dilinin boyutlarını gözler önüne seriyor.
İsrail’de hükümet yetkililerinin kullandığı nefret ve şiddet dilinin ifade özgürlüğünün ötesine geçmesiyle bu söylemlerin neticesinin uluslararası hukuk ve insan hakları belgelerinin belirlediği çerçevelerin ihlali olup olmayacağı sorusu yanıtsız kalıyor.
Nefret söyleminin şiddete çağrı gibi algılanan bu durumu, insan hakları ve uluslararası hukukun gerekçesiz ihlal edilebileceği senaryoları akla getiriyor.
İsrailli yetkililerin sivilleri de kapsayan, bireyin onurunu hiçe sayan, “Hayvanlara karşı savaşıyoruz, insani yardım mı? Kimse bize ahlaki ders vermeyecek, mahalleyi dümdüz etmek, kıyamet günü, acınmaması gerekiyor, insani koridorlara hayır” gibi uçlardaki söylemleri, olabilecekler konusunda kamuoyunu endişeye sürüklüyor.
“Hayvanlara karşı savaş”
İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, “Hayvanlara karşı savaşıyoruz.” ifadesini kullandı. Gallant, bununla da kalmayarak şunları söyledi:
“Bunlar, Gazze’nin DEAŞ’ı. Biz buna karşı savaşıyoruz. Gazze eskisi gibi olmayacak. Her şeyi yok edeceğiz. Bir gün sürmezse bir hafta sürecek, haftalar hatta aylar sürecek. Her yere ulaşacağız. Kardeşlerimizin, çocuklarımızın ve ebeveynlerimizin öldürüldüğünü görüp de devlet olduğumuz için harekete geçmeyecek değiliz.”
Gallant, orduya Gazze’nin tamamen abluka altına alınması talimatını verdiklerini belirterek, elektrik, yiyecek ve yakıt sağlanmayacağını dile getirdi.
Bir başka kabine üyesi İsrail Enerji Bakanı Israel Katz da Gazze’ye insani yardımı alaycı dille reddederek, enerji ve su gibi temel ihtiyaçlarının sağlanmayacağını vurgulayarak şunları kaydetti:
“Gazze’ye insani yardım mı? İsrailliler, evlerine dönene kadar hiçbir elektrik düğmesi açılmayacak, hiçbir su musluğu açılmayacak ve hiçbir yakıt kamyonu içeri girmeyecek ve kimse bize ahlak dersi vermeyecek.”
“Kıyamet günü, mahalleyi değil Gazze’yi dümdüz edeceğiz”
İsrailli milletvekili Tally Gotliv, “kıyamet günü” için vaktin geldiğini ve acınmaması gerektiğini belirterek, “Sınırsız şekilde güçlü füzeleri ateşlemek. Bir mahalleyi dümdüz etmek değil Gazze’yi ezmek ve dümdüz etmek.” dedi.
İsrail milletvekili Ariel Kallner de düşmanın “sonunun getirilmesi” gerektiğini ve 7 Ekim’deki Hamas saldırısının İsrail için “Pearl Harbor” olduğunu savundu.
İsrail milletvekili Moshe Saada da bu hikayenin artık sona ermesi gerektiğine işaret ederek, “Daha fazla cerrahi operasyona, insani koridorlara ve kapı tıklama operasyonlarına hayır.” ifadesini kullandı.
İsrail Sağlık Bakanı Moshe Arbel de İsrail’e saldırı düzenlerken yaralı ele geçirilen Filistinlilerin tedavisinin yapılmayacağını söyledi.
İsrail milletvekili Zvi Sukkot ise Hamas için “Nazi” benzetmesinde bulunarak, “Nazileri ve yardımcılarını öldüreceğiz. Bundan daha azıyla yetinmeyeceğiz.” dedi.
İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog da Gazze’deki sivillerin Hamas’ın saldırılarından haberinin olmadığını ya da buna dahil olmadıkları söyleminin doğru olmadığını savunarak, sivillerin yaşamını yitirmesini “Bir darbe girişiminde Gazze’yi ele geçiren kötü niyetli rejime karşı ayaklanabilirlerdi, buna karşı savaşabilirlerdi.” sözleriyle savundu.
“Söylemler gerçekleşirse insancıl hukukun ihlali”
Cenevre Üniversitesi Uluslararası Hukuk Bölümü’nden Prof. Dr. Marco Sassoli, İsrailli yetkilerin bu söylemlerinin gerçekleşmesi durumunda bunun uluslararası insancıl hukukun ihlali olacağını ve haklı ya da haksız taraf fark etmeksizin insancıl hukukun silahlı çalışmalarda da geçerli olduğunu dile getirdi.
Sassoli, İsrail-Filistin çatışmasına ilişkin, “Hamas, İsrail’e saldırdığında da bu geçerli, (Hamas’ın) saldırması yasak değil çünkü Filistinlilerin kendi kaderini tayin etme hakkı var ancak sivilleri öldüremezler. Bu nedenle şimdi de İsrail’in kendini savunmaya hakkı olabilir ancak bunu yaparken de uluslararası insancıl hukuka uymak zorunda.” dedi.
“Gazze’nin tahliyesi insancıl hukuka aykırı”
Sassoli, “Gazze Şeridi’nin neredeyse yarısının tahliye edilmesi gerektiğini belirten açıklama da insancıl hukukun ana fikrine aykırı.” diye konuştu.
Gazze Şeridi’nde insanların nereye gidebileceğinin de belirsiz olduğunu belirten Sassoli, şunları söyledi:
“Birleşmiş Milletler kurumları ve çoğu akademisyen, Gazze Şeridi’nin işgal edilmiş bir toprak olduğunu beyan ediyor. Bu, 4. Cenevre Sözleşmesi’nin 49. maddesine göre yerel nüfusun güvenliği için işgalci güç, insanları tahliye edebilir ancak bu yalnızca işgal edilen toprak kapsamında yapılır, (insanların Mısır’a gitmesi) Mısır’a değil. Bu insanların doğru şartlar altında tahliye edildiğinden emin olunması gerek ancak İsrail bunu yapabilecek durumda değil çünkü (Gazze’de) gerçek anlamda bir kontrolleri yok.”
İsrail’in bu açıklamasının saldırıdan önce sivil nüfusun uyarılması gibi düşünülebileceğini ancak yine de yoğun nüfuslu bölgede risk olduğunu ve Filistinlilerin etkileneceğini kaydeden Sassoli, “Bunu 1 milyon insan için söyleyemezsiniz. Meşru bir saldırı hedefi ve çevresinde yaşayan birkaç kişinin yaşadığı bölgeler için bu uygulanabilir ancak Gazze Şeridi’nin kuzeyi de kesinlikle meşru bir saldırı hedefi değil.” dedi.
Sassoli, iki tarafın da askeri noktaları hedef alabileceğini kaydederek, “Ancak basitçe Gazze Şeridi’nin önemli bir kısmını askeri hedef olarak ilan edemezsin. Bu açıkça yasa dışı.” ifadelerini kullandı.
Sassoli, Gazze Şeridi’ndeki nüfusun sorunlarının çözülmesi ve acısının sonlandırılması için müzakerenin gerektiğine işaret ederek “(Gazze halkının) 10 yıl önce (Hamas’ı) seçmiş olması, onları bombalamak için bir meşruiyet sağlamıyor. Bu, toplu bir cezalandırma olur. İsrail’in gelecekteki olası ihlallerine odaklanılıyor ve bu ihlaller, Hamas’ın geçmişteki ihlalleriyle meşru hale getirilemez.” dedi.
Çifte standart
Bir suçun “savaş suçu” sayılması için bazı şartlar gerektiğini anlatan Sassoli, Filistin’in Uluslararası Ceza Mahkemesine üye olduğunu hatırlatıp mahkemede Rusya-Ukrayna konusunda süreç hızlı ilerlerken Filistin konusunda ise durumun tam tersi olmasına dikkati çekti.
Sassoli, Ukrayna için sürecin hızlı ilerlemesine biraz şaşkın olduğunu çünkü Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin hakkında kısa süre sonra soruşturma açıldığını belirtti.
Batı Şeria’daki yerleşim yerlerinin çok açık bir konu olduğunu ve çok büyük araştırmalar gerektirmediğini kaydeden Sassoli, “Uluslararası Ceza Mahkemesinde bu konuda henüz ilerleme kaydedilememesi ve savcıların neden Rusya konusunda bu kadar hızlı olduğu beni şaşırtıyor. Çifte standart uygulamamak önemli.” dedi.
“İnsanlığa karşı suç gerçek eylem gerektirir”
Oslo Üniversitesi Kamu ve Uluslararası Hukuk Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Cecilia Marcela Bailliet de uluslararası insancıl hukukun ve insan hakları hukukunun hem İsrail hem de Hamas için geçerli olduğuna işaret ederek, “Yetkililerin ifadeleri, kışkırtıcı olarak değerlendirilebilir ancak insanlığa karşı suç olması için insanların zorla yerlerinden edilmesi, öldürülmesi ya da ayrıca bir devlet politikası kapsamında sivil nüfusa sistematik saldırılar yapılması gibi gerçek eylemler gerekir.” dedi.
Londra Ekonomi ve Siyasal Bilimler Okulu (LSE) Hukuk Fakültesinden Prof. Stephen Humphreys de İsrailli bazı siyasetçiler tarafından yapılan bu açıklamalara ilişkin, “Söylemler, Gazze nüfusunun tamamının ya da bir kısmının ortadan kaldırılması veya sivil nüfusa kapsamlı ve sistematik saldırı teşkil edecek faaliyetlerle birleşirs, bu, uluslararası soykırım suçu ya da insanlığa karşı suç olarak (insan hakları) komisyon için ilk bakışta haklı görülen bir dava olarak kabul edilebilir.” ifadelerini kullandı.
“Söylemler gayriinsani”
Oslo Üniversitesi Norveç İnsan Hakları Merkezinden Prof. Gentian Zyberi, uluslararası insan hakları anlaşmalarının nefret söylemini ve savaş propagandasını yasakladığını belirterek, “İsrailli hükümet yetkilileri dahil üst düzey siyasetçilerin Filistinlilere yönelik bazı konuşmalarının gayriinsani ve aşağılayıcı bir dil içermesi, özellikle Kişisel ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi ve Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme olmak üzere anlaşmaların gereğine de aykırı. Uluslararası insancıl hukuk, Gazze’ye uygulanan tam abluka gibi toplu cezalandırmayı da yasaklar. Ayrıca işgalci güç İsrail, ilaç dahil insani desteğin sağlanması noktasında yükümlülüğe sahip.” diye konuştu.
Zyberi, söylemlerin ve bu tür tehditlerin sorunlu olduğuna dikkati çekerek, Filistin’deki durum konusunda süren bir soruşturma olan Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından yakından izlenmesi gerektiğine işaret etti.
Bu tür konularda bir çizgi çekilmesi gerektiğini vurgulayan Zyberi, “(Libya’nın 2011’de öldürülen devrik lideri Muammer) Libya’da Kaddafi, protestoculara karşı tehditkar dil kullandığında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, askeri güç kullanımına izin verecek kadar ileri gitmiş, bu da sonunda hükümetin düşmesine ve son 12 yıldır devam eden sorunlara neden olmuştu.” dedi.
Son olaylarda BMGK’nin bir ateşkes ilan etmek ve insani desteğe izin verilmesi için karar alamadığını ve 2 başarısız girişim olduğunu anımsatan Zyberi, “(Girişimlerden) Biri ABD tarafından veto edildi. Böyle açık tehditlere yaklaşımdaki farklılık bundan daha fazla çarpıcı olamazdı.” ifadesini kullandı.
Zyberi, derhal ateşkes ve Gazze’ye insani desteğe ihtiyaç olduğuna dikkati çekerek, temel çabanın askeri bir yanıt değil gerilimin azaltılması ve insan hayatının korunması olması gerektiğini söyledi.
Tehditler ve gayriinsani söylemler veya kışkırtıcı sözlerin çok sorun oluşturduğunu ve durması gerektiğini vurgulayan Zyberi, “Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme hakkının, belli bir süre içinde diplomatik ajandaların en üstünde yer alması gerekiyor.” dedi.