Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını sürecinde, fonksiyonel bir bağırsak hastalığı olan irritabl bağırsak sendromu (İBS) semptomlarında artış olduğu belirtildi.
19 Nisan Dünya İBS Günü ve 1-30 Nisan İBS Farkındalık Ayı boyunca toplumda sık görülen ve yaşam kalitesini olumsuz etkileyen İBS konusunda farkındalık çalışmaları yapılıyor.
Türk Gastroenteroloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Birol Özer, yaptığı açıklamada, İBS hastalarında son 3 ayda haftada en az bir gün tekrarlayan karın ağrısı olduğuna, hastalığın sıklığının Türkiye’de ve dünya genelinde yüzde 10-20 civarında olduğuna değindi.
Hastalığın kadınlarda daha sık ve 50 yaşından genç topluluklarda görüldüğüne işaret eden Özer, şunları kaydetti:
“Hastaların ancak yüzde 15’i tıbbi yardım için başvurmaktadır. Sağlıklı bireylere göre yıllık işgücü kaybı 3-4 gün daha fazladır. Tekrarlayıcı müzmin bir hastalık olan İBS’de hastaların endişesini artıran, ‘Hayatım bundan sonra nasıl olacak, kötü başka bir hastalığa dönüşür mü?’ sorusudur. İBS’nin sağ kalıma olumsuz bir etkisi yoktur. Başka bir hastalığa veya kansere dönüşüm olmaz. Ancak yaşam kalitesini bozar. Hastalığın nedeni tam aydınlatılamamış olmakla birlikte beyin bağırsak ekseninde iki yönlü düzensiz iletişim olduğu bildirilmiştir. Bu durum, mide bağırsak hareketlerine, bağırsak salgılarına ve hastanın hissine etki ederek şikayetlerin ortaya çıkmasına neden olur.”
Özer, genetik faktörler, kişilik özellikleri, strese fizyolojik cevaptaki değişiklik, düşük dereceli gastrointestinal inflamasyon, mikrobiyatadaki değişiklikler, geçirilmiş bağırsak enfeksiyon sekellerini de hastalığın gelişmesinde etkili sebep şeklinde sıralayarak, “Günümüzde dünyamızı etkisi altına alan Kovid-19 pandemisinde İBS semptomlarında bir artış ortaya çıkmıştır. Bunun muhtemel nedenlerinden biri yeni tip koronavirüsün mide-bağırsak sistemini etkilemesi, diğeri ise yaşanan yaygın stresin hastalığı tetiklemesidir.” değerlendirmesini yaptı.
İBS belirtilerinin, ülseratif kolit, Crohn hastalığı gibi inflamatuar bağırsak hastalıkları, çölyak hastalığı ve karbonhidrat emilim bozukluklarıyla karışabileceğine işaret eden Özer, İBS tanısında hastanın öyküsü ve fizik muayene bulgularının önemli olduğunu, hastalığa özgül tetkik olmadığı için tanıda temel kan testleri dışında tetkik yapmaya gerek duyulmadığını belirtti.
Prof. Dr. Birol Özer, İBS’de tedaviye ilişkin şu bilgileri verdi:
“Aktif olarak hastaları dinlemek, hastalığı hakkında bilgilendirmek ve eğitmek, tedavi için gerçekçi beklentiler belirlemek, rahatsız edici semptomları yönetmek İBS tedavisinin temelini oluşturur. Şikayetleri hafif olan, yaşam kalitesi bozulmayan hastalarda ilaçtan önce diyet ve egzersiz ilk önerilen tedavilerdir. Baklagiller, lahana, brokoli, karnıbahar gibi gaz yapan gıdalar tüketilmemelidir. Laktoz içeren süt ürünleri gibi diyetten çıkarılacak gıdalar diyetisyen yardımı ile belirlenmelidir ve iki haftalık kısıtlama ile cevap elde edilemediyse faydasız olduğu düşünülmelidir. Bitkisel (papatya çayı, rezene tohumları gibi) tedavilerin ve probiyotiklerin yararı kanıtlanmamıştır. Günde 20-60 dakika ve haftada 3-5 gün yapılan fizik aktivitenin yakınmaları azalttığı gösterilmiştir. Bu tedbirler ile iyileşmeyen ve yaşam kalitesi bozulan hastalarda ilaç tedavisine geçilmelidir. Bu hastalığa özgü etkili bir ilaç henüz geliştirilememiştir. Bu nedenle tedavide kullandığımız ilaçlar kabızlık, ishal, karın ağrısı, endişe, stres, gaz ve şişkinlik gibi şikayetleri gidermeye yöneliktir.”
“Altta yatan psikiyatrik hastalıklarla yüzleşilememesi tedaviyi daha da zorlaştırır”
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serhat Bor da günlük pratikte gastroenteroloji uzmanlarının en sık gördüğü olgular arasında olan İBS’nin aile hekimleri arasında en fazla koyulan 4. tanı olduğunu belirterek, gaitada gizli kan aranmasının özellikle 45 yaş üstünde yakınması olsun olmasın herkesin yaptırması gereken bir kontrol muayenesi olduğuna işaret etti.
Bor, ileri tetkik ve kolonoskopinin yapılması gerektiği durumları şöyle açıkladı:
“Daha önce hiçbir yakınması olmayan bir kişide 45 yaşından sonra yakınmaların başlaması, istemsiz kilo kaybı, geceleri derin uykudan uyandıran yakınmalar, ailede kolon kanseri, iltihabi bağırsak hastalığı, çölyak hastalığı bulunması, anemi ve rektal kanama veya kanlı diyare.”
Hastalığın sadece psikolojik olarak tanımlanmaması gerektiğini belirten Bor, şunları paylaştı:
“Bununla birlikte kişinin psikolojik durumu ile çok yakın ilişkisi vardır. Yakınmalar psikolojik sorunların ve özellikle de gereksiz kanser korkusunun varlığında daha da kötüye gider. Bazen zeminde hiçbir hastalık yokken sürekli yakınma üreten olgular da vardır ve bu hastalar doğrudan psikiyatri hekimlerine başvurmalıdır. Altta yatan psikiyatrik hastalıklarla yüzleşilememesi tedaviyi daha da zorlaştırır.”