Lübnan’ın Sayda kentinde Sünni Müslümanlara hizmet veren Şeriat Mahkemesi Baş Kadısı Şeyh Muhammed Ebu Zeyd, konuyla ilgili AA muhabirine açıklamalarda bulundu.
Kadı Ebu Zeyd, İstanbul’da 1868-1876 yıllarında bir ilim heyeti tarafından hazırlanan, Osmanlı’nın medeni kanunu olarak bilinen Mecelle ile 1917’de çıkarılan Hukūk-ı Âile Kararnâmesi’ni (Osmanlı Aile Kanunu) bugünkü davalarda sıkça kullandıklarını söyledi.
Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’la bir yandan Fransa, İtalya ve Almanya’dan ceza kanunları, deniz hukuku gibi Avrupa yasalarını tercüme faaliyetleri başladığını, diğer yandan da İslam fıkhının geliştirildiğini belirten Kadı Ebu Zeyd, “Burada dinî metinlerin ve fıkıh metinlerinin yasa diline dönüştürülmesi amaçlanıyordu. Böylece Mecelle ortaya çıktı.” dedi.
Kadı Ebu Zeyd, “Hacr ve şahitlikle ilgili davalarda Mecelle’yi hâlâ uyguluyoruz. Hacr, çok yaşlı ya da zihinsel engeli bulunan kişilerin mali tasarrufunun engellenmesi veya kısıtlanması demek. Kişi davada birini şahit göstermek istediğinde şahit kimdir, özellikleri nelerdir ve konuyla alakalı diğer ayrıntılar nelerdir? Tüm bunları Mecelle’den alıyoruz.” ifadelerini kullandı.
Hukūk-ı Âile Kararnâmesi’nin de bir bütün halinde Lübnan’daki Sünni Müslümanlar tarafından günümüzde uygulanmaya devam ettiğini aktaran Kadı Ebu Zeyd, şunları kaydetti:
“Hacr ve ispat konularında ilk hazırlandığından bu yana Mecelle’yi uyguluyoruz. Tamamen alıp bir bütün halinde uyguladığımız bir başka şey de 1917’de hazırlanan Hukūk-ı Âile Kararnâmesi’dir. Osmanlı’dan aldığımız üçüncü düzenleme ise Tanzim-i Mehakim Kanunu’ydu (mahkemelerin düzenlenmesi). Bunu belirli bir süre uyguladık. Sonra 1943’te yeni bir kanun çıkarıldı ve Tanzim-i Mehakim yürürlükten kalktı.”
Kadı Ebu Zeyd, Osmanlı Devleti’nin “farklı ve çok sayıdaki maddeyi herkesi bağlayan tek bir kanuna dönüştürmesini” en büyük başarılarından biri gördüğünü dile getirdi.
Lübnanlı Kadı, Osmanlı kanunu olan Mecelle’ye göre hüküm verdiği son davalardan birini şöyle aktardı:
“Bir davam vardı. Kadın kocasına dava açmıştı. Şahitlerden biri kadının kardeşiydi. Biz de Mecelle’ye baktık. Şahitler kısmındaki hükümlere baktık. Eğer anne, baba, dede ya da oğul gibi bir silsilede değil ise kardeşin kardeşe şahitliğinin kabul edilebileceği konusundaki maddeyi bularak buna göre hareket ettik.”
Şiiler ve Dürziler de kullanıyor
Lübnan’da sadece Sünnilerin değil, Caferi (Şii) ve Dürzilere ait mahkemelerin de şahitlik davalarında Mecelle’ye müracaat ettiğini belirten Kadı Ebu Zeyd, “Osmanlı aile hukuku da bu üç mahkeme tarafından uygulanıyor ama hepsi tüm kanunu uygulamıyor. Sünniler tamamını uyguluyor. Şiiler ile Dürziler ise bazı maddelerini uyguluyorlar.” dedi.
İslam tarihinde bir ilk yaşandı
Mecelle’yi uygulayan bir diğer yer de İsrail işgali altındaki Doğu Kudüs’te bulunan şeriat mahkemeleri.
AA muhabirine konuşan Kudüs İslam Şeriatı Mahkemesi Kadısı Şeyh Muhammed Sarandah, Osmanlı döneminde Müslümanların bulunduğu bölgelerin genişlemesiyle insanlar arasında hükmetmek için hukuki düzenlemenin bir ihtiyaç haline geldiğini söyledi.
Kadı Sarandah, bu nedenle Osmanlı döneminde idari açıdan işleri kontrol etmek için fıkhî hükümlerin derlendiğini ve bunun herkes tarafından kabul gördüğünü aktardı.
Fıkıh kurallarının kanun maddelerine dönüştürülmesinin ve Osmanlı Devleti’nin neresinde olursa olsun tüm mahkemelerde aynı kuralların uygulanmasının İslam tarihinde bir ilk olduğunu belirten Kadı Sarandah, “(Osmanlı’dan ayrılan) Devletler ortaya çıktıktan sonra her yeni ülkenin ayrı ayrı kanunları oluştu ve şeri mahkemeler bölümlere ayrıldı. Şeri mahkemeler evlilik ve boşanma davalarında uzmanlaştı. Ayrıca askeri ve medeni işlere bakan mahkemeler de kuruldu. Ancak özellikle şeri mahkemeler halen Osmanlı kanunu olan Mecelle’ye dayanıyor.”
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye ve Hukūk-ı Âile Kararnâmesi nedir?
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde yer alan bilgilere göre Osmanlı Devleti’nde önce borçlar, kısmen eşya ve şahıs hukuku hükümleri 1868-1876 yıllarında Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, daha sonra aile hukuku hükümleri 1917’de Hukūk-ı Âile Kararnâmesi adıyla kanunlaşmıştır.
Her ikisi de İslam hukukuna dayalı olarak hazırlanan ilk kanunlar olması dolayısıyla sadece Osmanlı hukuk tarihi bakımından değil İslam hukuk tarihi bakımından da dikkate değer bir öneme sahiptir ve İslam ülkeleri tarafından hazırlanan kanunlara öncülük ve örneklik etmiştir.