Gazetecilik mesleğine 1950’li yılların ortalarında ailesinin kendisine hediye ettiği fotoğraf makinesi ve o dönem yaşanan olaylar sebebiyle ilgi duyan, lisede okul gazetesi çıkaran ve 1968 yılında Hürriyet gazetesinde meslek hayatına atılan Hakkı Öcal, zaman içinde aktif meslek yaşantısını akademik boyuta taşıdı.
İbn Haldun Üniversitesi İletişim Fakültesinde akademik görevini yürüten Doktor Öğretim Üyesi Öcal, gazetecilik tutkusunu bugün halen başta ulusal ve uluslararası diplomatik konuları ele aldığı gazete köşesinde sürdürüyor.
Türkiye’de çok sesli medyanın 60’lı yıllarda oluştuğunu belirten Öcal, 1970-1980’li yıllarda cılız da olsa muhaliflerin sesinin duyulmaya başlandığını söyledi.
Meslek hayatında yaşadığı zorlukları anlatan ve gazeteciliğin geçmişten günümüze zorlu bir meslek olduğunu dile getiren Öcal, “Gazetecilik genel çizgileriyle baktığınız zaman kolay bir meslek değildir. Gecesi yok, gündüzü yok, maaşı da yüksek değildir. Bu meslekte kendi nikahına yetişemeyen, kendi çocuğunun doğumuna yetişemeyenlere denk gelebilirsiniz.” dedi.
“Üreten ile tüketen arasındaki çizgi kayboldu”
Gazeteciliğin bugününü dününden ayıran önemli gelişmelere dikkati çeken Öcal, teknolojiyle birlikte dijitalleşen medyada herkesin “gazeteci” olduğunu dile getirdi.
Sosyal medya öncesinde gazetecilerin üretici, okuyucuların, dinleyenlerin ya da izleyenlerin ise tüketici olduğunu vurgulayan Öcal, “İnternet ortamının doğması, haberleşmenin internet ortamında yapılması, gazeteciliği baştan sona değiştirdi. Üreten ile tüketen arasındaki çizgi kayboldu. Şimdi üreten de tüketiyor, tüketen de üretiyor. Sosyal medya diye bir şey var, herkes gazeteci. İsteyen istediği haberi yazıyor. Gazetecilik okuluna gittiğinizde ya da meslek içindeki eğitiminizde size ikinci elden, üçüncü elden teyit etmek, doğrulatmak gibi birtakım kurallar öğretilir. Bu kuralların hiçbirisini öğrenmemiş insanlar, ellerine bir bilgisayar, bir telefon geçirdiklerinde ‘gazeteci’ oluyorlar ve haber üretmeye, haber aktarmaya başlıyorlar.” diye konuştu.
Sosyal medya kullanımının yaygınlaşmasıyla art niyetli kişilerce servis edilen, uyduruk bilgilerle fitne oluşturulan haberlerin çoğaldığını ifade eden Öcal, “Kimse ne aktardığının farkında değil, aktardığı konunun sorumluluğunu taşımıyor. Hükümetler önlem üstüne önlem alıyorlar ama önlemenin imkanı yok, çünkü önlenemez şekilde yaygın bir durum.” değerlendirmesini yaptı.
Sosyal medyanın ortaya çıkması ve yaygınlaşmasının sanılanın aksine gerçek iletişimi zayıflattığını aktaran Öcal, “Sosyal medya; haberi okuyan, dinleyen ya da izleyenlere doğruyu yanlıştan ayırmak külfeti getirdi. Eskiden de bir söz vardı: ‘Doğru haber ayakkabısını giyene kadar yalan haber memleketi iki kere dolanırmış.’ öyle derlerdi. Şimdi bu daha da hızlandı. Siz şimdi sosyal medyada bir şey görüyorsunuz, fikriyatı size uyuyorsa anında paylaşıyorsunuz. Doğru mu yalan mı eksik mi diye kontrol etmek, teyit etmek yok. Niye? Tüketici öyle bir şeyin zorunluluğunu bilmiyor. Sosyal medya, teyit mekanizmasını ortadan kaldırdı. Çünkü yayan, yayımlayan ve paylaşan insanlar böyle bir zorunluluk olduğunun farkında değiller.” diye konuştu.
Öcal, meslekteki gelişmelerin, doğru kullanılması halinde faydalı olacağının altını çizerken, internet tabanlı gazeteciliğin başlangıçtaki maksadının dezenformasyon değil, yayıncılığı kolaylaştırmak olduğunu kaydetti.
“İnsanoğlu tarihi kaydını internete emanet etmez”
Teknolojik gelişmeler sayesinde artık insanların habere ulaşmak için 24 saat beklemediğini hatırlatan Öcal, “Artık çektiğin fotoğraf karesini ‘paylaş’ düğmesine bastığın an gönderebiliyorsun. Dolayısıyla bu bizim için en büyük kolaylık. Bu bizim sosyal medyayı var etme sebebimiz. Ben bu iletişimi gördüğüm anda gözlerim parladı, sevinçten havalara uçtum. Niye? Çünkü bu doğrudan doğruya yeni bir gazeteciliğin kapısını açıyordu. Bu bahsettiğim 1984-1985’lerde oldu. İnternet tabanlı haberleşme, gazetecilikte bir devrime yol açtı.” dedi.
Meslekte kullanılan ekipmanların kronolojik gelişimini “gazetecilik için büyük kazanç” olarak değerlendiren Öcal, matbu gazeteciliğin biteceği tartışmalarına katılmadığını, insan var olduğu sürece yazılı medyanın da yayın hayatını sürdüreceğine inandığını söyledi.
Yazılı basının geleceğe belge bıraktığına dikkati çeken Öcal, şunları söyledi:
“Bunca yıl insanlar ticaret yaptı ama ‘bono’ denen şey ortadan kalkmadı. Çünkü insanoğlu güvenmiyor kimseye. İnsanoğlunun tabiatı değişmediği sürece biz ortada bir kanıt olsun isteriz. Bu kanıt da yazılı basındır. The Washington Post’un tepesinde yazardı eskiden, ‘Bu gazete tarih için bir kayıttır.’ diye. Sonra değiştirdiler onu ama öyledir, yazılı basın, medya geleceğe bir kayıt düşmektir. İnsanoğlu tarihi kaydını internete emanet etmez. Dolayısıyla yazılı basın hiçbir zaman ölmeyecektir, yaşayacaktır.”
Medya kuruluşlarının büyüdüğünü, ancak bununla ters orantılı şekilde eski gücünü yitirdiğini belirten Öcal, “Çünkü haberciliğin, haberin nispi önemi azalıyor. Siz bir şey yazdığınız zaman yer yerinden oynamıyor artık. İki dakika sonra bunun tersini yazıyor insanlar. Dolayısıyla basının etkisinin giderek azaldığını görüyoruz.” ifadelerini kullandı.
Gazetecilere bazı tavsiyelerde de bulunan Öcal, şunları kaydetti:
“Güzel yazı, güzel ifade, güzel anlatım her zaman geçerli. İnsanoğlunu etkileyen tek şey güzel ifade, yerinde kullanılan kelimeler. Bir televizyon izliyoruz, bütün muhabirler sözleşmiş gibi, ‘bunu aktarmış olalım’, ‘bunun da altını çizelim’, ‘bunu da paylaşmış olalım.’ Kardeşim başka bir şey bilmiyor musun sen? Bilmiyor, çünkü kimse Necip Fazıl okumuyor, hiç kimse Halide Edip okumuyor, hiç kimse Ahmet Hamdi’nin kapağını açmıyor. Niye? Çünkü vaktimiz yok o kadar okumaya. Herkes internette gazeteci oluyor, ilgili fakültelerde de edebiyat okutmuyorlar. Dolayısıyla güzel dil, güzel ifade ile alakası kalmayan bir gazetecilik doğdu. Bütün genç gazetecilere okumalarını tavsiye ederim, her zaman ellerinde bir kitap olmasını öneririm.”