Türkiye’nin yakın geçmişinde önemli kırılma noktalarından biri sayılan ve “postmodern darbe” olarak adlandırılan 28 Şubat süreci, toplumun ve devletin her kademesinde derin izler bıraktı.
AA muhabirinin sorularını yanıtlayan yüzbaşı Sadık Güray Balatekin, 28 Şubat sürecinde Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilişiğinin kesilmesini ve sonrasında yaşadıklarını anlattı.
Balatekin 1980’de askeri liseye kayıt olduğunu belirterek, okula başladıktan kısa süre sonra 12 Eylül Darbesi’nin gerçekleştiğini söyledi.
Muhafazakar bir ailede yetiştiğini dile getiren Balatekin, öğrenciliği sırasında dini vecibelerini yerine getirmede sıkıntı yaşamadığını ifade etti. Balatekin, “Harp okuluna başladığımda da bu durum böyle devam etti. İbadetlerimizi yaptığımız bir dönemdi. 1987’den sonra kendini hissettiren olaylar yaşanmaya başlandı. Camiye gitmenin, namaz kılmanın hoş görülmediği bir sürece girildi.” dedi.
Balatekin, ordudan atıldıktan günler sonra eşini de kaybettiğini belirterek, şunları kaydetti:
“Bu imtihanlar şükür, sabır ve metanetle geçiyor. Tamir etmek şükür ve sabır gerektiriyor, yoksa tahrip etmek çok kolay. Aşık olduğum iki şeyi kaybettim. Rahmetli gazi eşimi ve en çok sevdiğim ve aşık olduğum askerlik mesleğimi kaybettim. Allah’ın takdir ettiğini insan değiştiremez. O ilahi bir dersti. Elinden tablası alınan bir simitçi ortalığı yakıp yıkabiliyor. 2,4,9 yaşlarında çocuklarım vardı. Ben bu sınavı geçeceğimi düşünüyordum. Tahrip yolunu seçsek benim gibi yüzlerce kişi var silahlı kuvvetlerde eğitim alan. Bunlardan 10 tanesi bir araya gelseydi ortalığı dağıtabilirdi. Hiçbiri imanlarından aldıkları dersle bu yola girmedi. Yapacağımız en ufak harekette millet daha fazla kaosa maruz kalacaktı ve karşı taraf bunu biliyordu. Öyle yapsaydık, milletin üstüne daha çok gideceklerdi. Bu fırsatı onlara vermedik.”
Ordudan ayrılmalarından sonra insanların kendilerine yaklaşmaktan imtina ettiğini aktaran Balatekin, yaşadıklarını “Madem O Var Her Şey Var” adlı kitabında anlattığını belirtti.
Balatekin, meslek hayatının başarılarla ve takdirle dolu olmasına rağmen ordudan ihraç edildiğini anlatarak, şunları söyledi:
“Benim 11 yıllık meslek hayatımda 21 takdirim vardı. Bir tek savunmam ve cezam yoktu. Başörtüsünden dolayı beni suçlayan 2. sicil amirim ‘Nasıl olur da senin gibi bir adamın böyle bir eşi olur?’ dedi. Bana ‘Vatan hainisin, işini yapmıyorsun.’ diyemedi. Çok başarılı olmama rağmen eşimin başörtülü olamayacağını söylüyor. Benim gibi bütün arkadaşlarım için geçerli bu durum. Devletin ve milletin verdiği görevi yaparız, çünkü öyle yetiştik.”
Türk Silahlı Kuvvetlerinden atılanların sivil hayatta iş bulmakta güçlük çektiğini ifade eden Balatekin, “Bu aşamada Allah benim için kolaylık ihsan etti. Kuralkan Ailesi silahlı kuvvetlerden atılan personeli kayıtsız şartsız işe alıyordu. Hatta beni işe aldıktan sonra eşimle ilgilenmemi söylediler. Ben bunu gördüm. Bazı arkadaşlarımız ilan üzerine gittikleri yerlerde ‘Biz sistemle karşı karşıya gelmek istemiyoruz.’ denilerek geri çevrildi. İş bulamayan arkadaşlarımdan bizzat dinlediklerim daha ağırdı. ‘Ağabey ekmek bulamıyoruz. Evimin eşyalarını satıp ekmek alıyoruz, hanımla biz aç kalıyoruz.’ diyenler oldu. O dönem herkes imtihanını verdi. Müslüman olduğunu söyleyenler de imtihanını verdi. O dönemde birçok firma da sistemle karşı karşıya gelmemek adına Müslüman kardeşinin yanında durmadı.” dedi.
28 Şubat’tan 15 Temmuz’a
Balatekin, 28 Şubat sürecinde ordudan atılanlara “Fetullahçı” damgası vurulduğunu aktararak, şöyle devam etti:
“Atılanlar yerli ve milli subay astsubaylardı. 28 Şubat’ın iki ayağı var. Birincisi halk tarafından silahlı kuvvetler ve içindekilerin ayrı tutulması olayı, ikincisi de ulusalcıların bayrağı FETÖ’cülere teslim ettiği zaman dilimidir. Zaten 15 Temmuz da onun üzerine inşa edildi. O dediğim ayrışmayı yapan milletle bayrağı devralanların karşılaşması oldu.”
FETÖ’cülerden her türlü hareketin beklendiğini ama halka silah doğrultabileceklerinin kimsenin aklına gelmediğini ifade eden Balatekin, şu değerlendirmelerde bulundu:
“15 Temmuz Şehitler Köprüsü’ne gittiğimizde olanları gördük. Bu ateşi açacaklarını beklemiyordum. Bir silahlı kuvvetler mensubuydum. 105 milimetrelik Leopard tankının namlusunu kendi halkına çevirecek kadar hain oldukları aklımıza gelmezdi. Bu silah ancak bir savaşta tanka veya betonla korunan yerlere karşı kullanılır. 15 Temmuz bu milletin kurtuluş savaşıdır. Bu milletin üzerinde emelleri olan hainlerin ve onların uşaklarına ders verdiği gündür.”
“Mağdurların haklarını almalarına FETÖ’cüler engel oldu”
Balatekin, 28 Şubat’ta mağdur olanların zararlarını karşılanması adına adımlar atıldığını, fakat bunların yeterli ve istenen düzeyde gerçekleşmediğini dile getirdi.
Ordudan atılanlara, kendi devrelerinin durumuna göre, emeklilik veya işe dönüş gibi haklar tanındığını aktaran Balatekin, şunları anlattı:
“Çalışma hakkı silahlı kuvvetlerde değil. Bakın, geriye dönüş yok. Nerede? Devletin başka kurumlarında, hiç alakası olmayan yerlerde, fakat emsaliyle aynı haklarla. Ben şu anda Marmara Üniversitesi’nde devam ediyorum. Kıdemli albay statüsünde olan arkadaşımla aynı mali ve özlük haklarına sahibim. Bu şekilde bir iade oldu. Kimlikler ve silahlar verildi. Kimlikler de atıldığınız rütbeden verildi. Şu an emekli yüzbaşı görünüyorum ama kıdemli albay statüsünde devam ediyorum. Burada bürokratik direnme var. Ergenekon ve Balyoz’dan beraat edenler silahlı kuvvetlere geri döndü. Yüksek tazminat bedelleri verildi. Dönenlerin bazıları silahlı kuvvetlerde devam ediyor. General olanlar var. Bize bunların hiçbiri 2011’de verilmedi. FETÖ’cüler vardı. Eminim ki bunlar bizi çok iyi bildiklerinden yapabilecekleri sonraki eylemlerde bizlerle tekrar karşı karşıya gelmemek adına o grup büyük bir bürokratik direnç gösterdi. Halbuki dönebilirdik. Çok kısa sürede adapte olurduk. Geriye dönük tazminat da ödenmedi.”
Balatekin, üçlü kararnameyle atılanlarla alakalı da çalışmalar yaptıklarını anlatarak, bu sorunun da üstesinden gelineceğini umut ettiklerini söyledi.