Norveç’te özellikle göçmenlerin çocuklarını ailelerden ayırarak insan hakları ihlaline varan kararlar alan Barnevernet’in (Çocuk Refah Hizmetleri) uygulamaları uzun süredir eleştirilerin odağında olmayı sürdürüyor.
- Norveç’te ‘haksız’ uygulamalarla çocukları ellerinden alınan aileler mağdur ediliyor
Anne Lutina, dava sürecini ve Barnevernet’in uygulamalarını AA muhabirine anlattı.
Barnevernet davalarına bakan Lutina, müvekkili Mariya Abdi İbrahim’in henüz 16 yaşında bebeğiyle Norveç’e iltica ettiğini, Müslüman olan genç kadının bebeğinin 10 aylıkken elinden alındığını ve Hristiyan koruyucu aileye verildiğini belirtti.
“Davamız birçok dava için emsal teşkil etti”
Norveç mahkemesinin, Abdi İbrahim’in davasında annenin ebeveynlik haklarının sınırlanması ve çocuğun koruyucu aileye verilmesi kararı aldığını aktaran Lutina, “Sonrasında davayı AİHM’e taşıdık. Anne çocuğunun kendi inancına göre yetiştirilmesini istiyordu. AİHM lehimize karar verdi. Davamız birçok dava için de emsal teşkil etti.” diye konuştu.
Lutina, AİHM’de görülen davada, İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. (aile haklarının korunması) ve 9. (dini özgürlüklerin korunması) maddelerinin öne çıktığını, AİHM’in 9. maddeyi 8. maddeyle ilişkili olarak değerlendirdiğini belirtti.
Müslüman bir annenin çocuğunun, bambaşka bir dini inanca sahip aileye verilmesi ve o ailenin inancına göre, annenin isteklerine aykırı yetiştirilmesinin asıl mesele olduğunu dile getiren Lutina, “Davamızda her şey 8. maddeyle ilgiliydi. Din de özel hayatın ve aile hayatının korunmasının bir parçasıydı.” ifadelerini kullandı.
Lutina, Barnevernet’in annenin yeterli, pratik ve duygusal desteği sağlayamadığını düşündüğü için çocuğu koruma altına aldığını ancak Abdi İbrahim’in buna itiraz ettiğini kaydetti.
Abdi İbrahim’in çocuğuna daha iyi bir yaşam sunabilmek için Norveç’e geldiğinin altını çizen Lutina, “Abdi İbrahim’in çocuğunu korumak için Norveç’e getirmesi yeterince zor olmalı. Sonucu çok kısa sürede onu Norveçli yetkililere kaybetmek oldu. Abdi İbrahim’e daha fazla yardım edilmeliydi. Ona gereken yardım sağlanmadı. Belki de yetkililer içinde bulunduğu koşulları tam olarak anlayamadı. Anne farklı bir kültürden geliyordu. Çok gençti. Normal bir Norveçli genç gibi okula gitmemişti. Norveç’te her şeyi kendi başına çözmesi gerekiyordu. Ve biliyor musunuz, gerçekten cesur davranıyordu. Norveç’e gelmenin, onu çok yalnızlaştırdığını hissediyordum. Dili konuşamamak, sosyal kodları anlayamamak… Ancak Norveç’teki kadınlarla aynı standartlara sahipmiş gibi değerlendiriliyordu. Oysa onların sorumluluk almaya başladığı yaştan çok daha küçüktü.” dedi.
Lutina, Abdi İbrahim’in, oğlunun 10 yıldır farklı bir aileyle yaşadığının farkında olduğunu, onun için en iyisini istediğini, bu nedenle de tek isteğinin onunla iletişimde kalmak ve onu görebilmek olduğunu söyledi.
“Barnevernet Norveç yasalarına göre, ailelere yardım etmekle yükümlü”
Barnevernet’in uygulamalarındaki sorunlara dikkati çeken Lutina, “İlk düşünce şu olmalı; çocuğun biyolojik ebeveynleriyle evinde kalması için yapabileceğimiz bir şey var mı? Yardıma ihtiyaçları var mı? Çocuğun durumu gerçekten ebeveynlerinden alınmasını gerektirecek kadar kötü mü? Yoksa aileye yardımda mı bulunulmalı? Çünkü Barnevernet de Norveç yasalarına göre, ailelere yardım etmekle yükümlü.” diye konuştu.
Lutina, Abdi İbrahim davasında olduğu gibi genelde bu tür bir yardım sağlanmadan çocukların ailelerden alındığını belirterek, “Gördüğüm kadarıyla ebeveynler farklı kültürden geliyorlar ve bölge standartlarına göre yaşamaya başlamaları zor. Ebeveynlerle çalışmak ve onlara standartlarınızı öğretmek uzun bir süreç. Ebeveynlere yardım teklif etmek, çocukları hızla ellerinden almaktan ziyade koşullarını iyileştirmeye yardımcı olmak lazım. Durumu çocuklar için daha iyi hale getirmek lazım.” ifadesini kullandı.
Norveç’te çocuk koruyucu aileye alındığında ebeveynlerin önemli konularda söz hakkına sahip olduğuna ancak evlat edinildiğinde bu hakkın kaybedildiğine işaret eden Lutina, “Çocuk çok küçükken, bir yaşından önce koruyucu aileye verilmişse, Barnevernet koruyucu ailelere çocuğu evlat edinmelerini öneriyor. Böylece çocuk, aile bağlarını bu koruyucu aileyle kurmuş oluyor.” dedi.
Lutina, bu gibi durumlarda biyolojik ailenin yasal olarak çocuğu yalnızca yılda bir ya da iki kez görebildiğini, bunun AİHM’de eleştirildiğini aktardı.
Dava sürecine Türkiye’nin desteği
Dava sürecinde Türkiye’den çok fazla destek aldıklarını ifade eden Lutina, “Bizim durumumuzda Türk hükümeti, davayı AİHM’e taşımadan önce, annenin iddialarını desteklemek için üçüncü bir taraf olarak olaya müdahale etti.” dedi.
Aldığı davaların yüzde 15’inin Barnevernet ile ilgili olduğunu da belirten Lutina, “Benim de küçük bir kızım var. Abdi İbrahim davası üzerinde çalışırken hamileydim. Bu süreçte doğum yaptım. Anne olduktan sonra dava benim için yeni bir boyut kazandı. Bu davalarda çalışmak asla kolay değildir. Sadece bir avukat olarak değil bir insan olarak da benim için çok zor. Çünkü bu davalar çocuklarla, aileleri parçalamakla, çocukları anne babalarından koparmakla ilgili. Çocuklarını seven, çocuklarını geri isteyen çaresiz anne babaları görüyorum. Birçoğu çaresiz hissediyor. Bu beni bir insan olarak etkiliyor.” ifadelerini kullandı.
Lutina, avukatların Barnevernet davalarını almaya çekindiklerini vurgulayarak, “Benim devam etmemi sağlayan şey, her zaman kendi kendime o ailelerin yardıma ihtiyacı olduğunu söylemem oldu. Kanunları bilen birine ihtiyaçları var. Onlar için savaşan birine ihtiyaçları var. Çoğu meslektaşım ‘Bu davaları çok zor ve çetin buluyorum, üzerinde çalışmak çok zor. Bu yüzden onlarla çalışmıyorum.’ diyor. Evet zor davalar, çoğu çok üzücü.” diye konuştu.
Mariya Abdi İbrahim, AİHM’den lehte karar çıkmasına rağmen hala çocuğuyla görüşemiyor.