AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Adana Alparslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Adnan Sözen, nükleer santrallerin kömür ve doğal gazla çalışan santrallere çok benzer şekilde çalıştıklarını, nükleer enerji üretim sürecini destekleyen bilimin de diğerlerine göre çok daha gelişmiş olduğunu söyledi.
Bir nükleer reaktörde, nükleer fisyon adı verilen atomların bölünmesi sonucu açığa çıkan ısı kullanılarak enerji üretildiğini kaydeden Sözen, bu süreçte büyük miktarda üretilen ısının suya aktarıldığını, böylece oluşan buharla türbinlerin döndürülerek elektrik üretildiğini anlattı.
Birçok yenilenebilir enerji kaynağının aksine, hava durumuna bağlı kalmadan nükleer enerjiden 24 saat güç elde edilebildiğini vurgulayan Sözen, “Nükleer enerjinin, artan talebe göre kolayca elde edilebilir olması, yenilenebilir enerji kaynaklarının yetersiz kaldığı zamanlarda elektrik arzının karbon yoğunluğunu düşürmeye yardımcı olur. Yeni nesil nükleer santraller, 80 yılı bulan ekonomik ömürleriyle doğal gaz, kömür ve bazı yenilenebilir tesislerden daha avantajlı olabilir. Ancak bu işletme geliri, bakım giderleri, devre dışı bırakma maliyetleri, yakıt depolama gibi finansal faktörlere bağlıdır.” dedi.
Dünya enerji üretiminin kaynaklara göre dağılımında nükleer enerjinin payının yüzde 9,11 olduğu bilgisini paylaşan Sözen, şöyle devam etti:
“Nükleer enerji neredeyse sıfır karbondioksit ve sera gazı emisyonu ürettiği için temiz enerji teknolojisi olarak anılır, direkt karbondioksit üretmeyen bir enerji kaynağıdır. Nükleer ve yenilenebilir enerji üretimi, santrallerin inşası gibi dolaylı emisyonlara neden olabilir. Yaşam döngüsü boyunca, nükleer enerjiden üretilen elektrik birimi başına rüzgarla yaklaşık aynı miktarda, güneş enerjisinin yaklaşık üçte biri kadar karbondioksit eş değeri emisyon üretir. Dünya Nükleer Birliği (WNA) verilerine göre nükleer enerji üretimde; her kilovat saat üretim için 12 gram karbondioksit eş değerine sahip emisyon açığa çıkarken, kömürde bu rakam 820 gramdır.”
Uranyum gibi nükleer yakıtların sınırlı ve belirli yerlerde bulundukları için yenilenebilir enerji sınıfına girmediklerini ancak 1 kilogram uranyum, 2,7 milyon kilogram kömürle aynı miktarda enerji içerdiği için uzun vadede güvenilir bir enerji kaynağı olarak kabul edildiğini dile getiren Sözen, nükleer enerjinin en önemli sorununun, uzun vadeli, güvenli depolamaya, güvenli taşınmaya ihtiyaç duyan radyoaktif atıklar olduğunu ifade etti.
Sözen, “Bunlar insan sağlığı veya çevre için bir tehlike oluşturmayacak hale gelene kadar on binlerce yıl boyunca saklanmalıdır. Atıklar belli bir süre reaktörün içerisinde saklandıktan sonra, kurşunla zırhlanarak beton bloklar içerisinde yer altına gömülür.” diye konuştu.
Nükleer santrallerde güvenliğin son yıllarda artan düzenlemeler, iyileştirilmiş teknolojiler ve süreçlerden kaynaklanan büyük ilerlemeler kaydettiğini hatırlatan Sözen, nükleer enerjinin, hidroelektrikten sonra dünyadaki en büyük ikinci düşük karbonlu elektrik kaynağı olduğunun altını çizdi.
Sözen, “Nükleer enerji bugün düşük karbonlu elektrik ve ısının temel ekonomik kaynağıdır. Enerji sistemi güvenilirliğini ve iklimi destekleyerek yılda 1 milyar tondan fazla karbondioksit emisyonunun önlenmesine yardımcı olur.” değerlendirmesini yaptı.
“Bir futbol stadyumunda 2 metre bir yükseklikte saklanması mümkün görülüyor”
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Enerji Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Üner Çolak ise enerji konusundaki en önemli dar boğazın fosil yakıtlara yüksek oranda bağımlılık ve bunlardan kaynaklanan emisyonlar olduğunu, gelecekte elektrikli araç sayılarındaki artışın, bir taraftan emisyonların azaltılmasına, diğer taraftan elektrik talebinin artmasına yol açacağını kaydetti.
Bu tablonun temiz yöntemlerle elektrik üretiminin önemini artırdığını, temiz enerji dendiğinde akla ilk olarak rüzgar ve güneş gelse de nükleer enerjinin de sıfır emisyonla temiz enerji üreten diğer bir yöntem olduğunu ifade eden Çolak, ABD’nin 2020 yılında nükleer enerji sayesinde toplam 471 milyon ton karbondioksit emisyonunun oluşmasını engellediğini aktardı.
Nükleer santrallerin birim kapasite başına kullanılan arazi büyüklüğü açısından avantaj sağladığına değinen Çolak, nükleer santrallerle aynı miktarda elektrik üretmek için karasal rüzgar türbinleri için 360 kat, güneş santralleri için 75 kat daha fazla arazi gerektiğini, nükleer santrallerle, tarım ve orman arazilerinin dönüştürülmesine gerek kalmadan yüksek yoğunlukta enerji üretimi gerçekleştirilebileceğini anlattı.
Nükleer reaktörlerin kullanılmış yakıtlarının yüksek radyoaktivite içermelerinin her zaman endişe yarattığını hatırlatan Çolak, “Uzun süre radyoaktif oldukları için özel tedbirlerle saklanmaları gerekiyor ancak düşük hacimleri nedeniyle saklama işlemi büyük alanlar gerektirmiyor. Bugüne kadar üretilen bu tür malzemelerin bir futbol stadyumunda 2 metre bir yükseklikte saklanması mümkün görülüyor.” ifadelerini kullandı.
“Nükleer santrallerin güvenliği doğal afetler nedeniyle risk taşır”
Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kutsal Bozkurt da ham madde hacmine göre ürettiği enerji ile düşük maliyet ve yüksek rezervler dolayısıyla nükleer santrallerin birçok avantajı olduğunu bildirdi.
Günümüzde kullanılan nükleer fisyon teknolojisinde yüzyılları bulabilen atık bertaraf sorunu bulunduğundan bahseden Bozkurt, şu tespitleri paylaştı:
“Uranyum gibi ham maddeler küçük hacme rağmen büyük miktarda atık üretiyor. Atık sorununun yanı sıra nükleer santrallerin güvenliği doğal afetler nedeniyle risk taşır. Soğutma sistemlerinin devre dışı kalması gibi problemler yaşanabilir, bu da büyük kazalara yol açabilir. Fukuşima’daki gibi uzun ömürlü atıklar doğaya karışarak çevresel sorunlara neden olabilir. Bu nedenle, nükleer enerjinin güvenli yönetimi kritik öneme sahiptir.”