Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Marmara Belediyeler Birliğinin (MBB) iş birliğiyle çevrim içi düzenlenen “Marmara Denizi’nde Müsilaj Problemi ve Çözüm Önerileri” başlıklı çalıştaya katılan Sarı, müsilaj (deniz salyası) oluşmasının pek çok nedeni olduğunu söyledi.
Sarı, iklim değişikliğine bağlı sıcaklık yükselmesi ve durağan deniz koşullarına uyum sağlanması gerektiğini, bunların değişmediğini ancak atıkları yönetmenin insanlığın kendi elinde olduğunu kaydetti.
“Atık yönetim sistemimizi değiştirmediğimiz sürece müsilajdan kurtulma şansımız yok.” diyen Sarı, sıcaklıkların yükselmeye devam edeceğine, Marmara Denizi’nin yapısının da değişmeyeceğine dikkati çekti.
Sarı, “Deniz süpürgeleriyle bu müsilajlar toplanmaya çalışılıyor. Biraz sonra, yarın bunlar yine bir araya geliyor. Bu sürdürülebilir çözüm değil. Liman, barınak, marina gibi sığ koy, körfez gibi alanlarda yüzeyde kalınlaşan kısımlar alınması lazım ki aşağıdaki organizmalar yok olmasın.” diye konuştu.
“Marmara Denizi için iklim değişikliğini dikkate alan yeni bir atık yönetim politikası belirlenmeli”
Evsel ve endüstriyel atıkların ileri arıtmaya tabi tutulması, derin deşarj anlayışının bırakılması, akarsu ağındaki atık yükünün azaltılması gerektiğine işaret eden Sarı şöyle devam etti:
“Tarımsal üretimdeki gübre ve kimyasal ilaç kullanımını azaltmamız ve değiştirmemiz lazım. İyi tarım uygulamalarına geçmemiz lazım. Arıtılmış sular, tarımsal amaçla veya park, bahçe sulamada kullanılabilir. Bunu artırmamız lazım. Marmara Denizi için bütüncül yaklaşımla ama mutlaka iklim değişikliğini dikkate alan yeni bir atık yönetim politikası belirlememiz gerekiyor. Deniz dip yapısına zarar veren algarna, çerçeveli trol gibi avcılıktan vazgeçilmeli, alternatif avcılık yöntemleri geliştirmemiz lazım. Deniz patlıcanı, pina gibi denizi süzerek beslenen organizmaların avcılığını kontrol altına almamız lazım. Mutlaka Marmara Denizi için müsilaj erken uyarı sistemi kurmamız lazım.”
“Konuyu çok detaylı araştırmamız lazım”
İTÜ İnşaat Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İzzet Öztürk de Marmara Havzası’na, 1990’dan başlayan 2005 yılından sonra hızlanan, Avrupa Birliği uyum sürecinin de etkisiyle ciddi yatırımlar yapıldığını kaydetti.
Belediyelerinin çoğunun arıtma tesislerini kurduğuna işaret eden Öztürk, “Bütün arıtmalar yapıldı. Küçükçekmece hariç hepsinde ileri biyolojik arıtmalar yaptık. Yani çok ciddi yatırımlar yaptık. Bütün bunlara rağmen bu olayı yaşıyoruz. Neden, çünkü nüfus artıyor, artık ön arıtmalar yoluyla, ileri arıtmalar sonrası üst tabakaya verilen kirlilik yükleri nedeniyle bazı stresler oluşabiliyor. İşte iklim değişikliği etkisi olabiliyor. Ani sıcaklık yükselmesi, belki bir ölçüde çöl tozlarının bile müsilaja katkısı var. Bu konuyu bütün boyutlarıyla bilmiyoruz. Bizim başımıza yeni geldi. Dünyada değişik yerlerde görüldü ama konuyu bütün yönleriyle disiplinler arası masaya yatırmamız lazım. Konuyu çok detaylı araştırmamız lazım.” ifadesini kullandı.
Mevcut atık su arıtma tesislerinde proses ve kapasite yeterliliğinin sağlanması gerektiğini belirten Öztürk ileri biyolojik arıtma tesislerinin tam kapasite çalışmasının önemine değindi.
Öztürk, izleme ve denetleme görevindeki bakanlığa da burada ciddi görev düştüğüne işaret etti.
İleri biyolojik atık su arıtma tesisi çıkış sularının, kentsel yeşil alanların ve varsa tarım alanlarının sulamasında kullanılarak Marmara’ya verilen atık su debisinin azaltmaya çalışılması gerektiğini vurgulayan Öztürk, “Çünkü bunu azalttığınız ölçü de nitrat girdisini özellikle azaltabiliyoruz. Özellikle Susurluk Havzası’nda nüfusu 5 binin üzerindeki bütün yerleşimlere, biyolojik arıtma kurdurmak lazım. Buradaki tarım ve hayvancılık faaliyetlerini, iyi tarım ve hayvancılık pratiklerine uygun olarak desteklemek lazım.” dedi.
Öztürk, atık sularını merkezi arıtma tesislerinde arıtan OSB ve tekil sanayi tesisleriyle ilgili sorunlar bulunduğuna işaret ederek, “Bu tesislerin bazıları, vidanjörle atık alma lisansı alıyor. Vidanjörle bazı tehlikeli atıklar buraya getirilebiliyor. Bunların neticesinde de merkeze arıtma tesislerinde zaman zaman krizler yaşıyoruz. Biz İstanbul’da Tuzla ve Ataköy tesislerinde bu krizle sık sık muhatap oluyoruz. Dolayısıyla bu tesislerin çok iyi denetlenmesi lazım. Bu atık lisansları çok daha sıkı bir kontrole bağlanması lazım. Sadece mühendislik tedbirleriyle bu konunun çözümü mümkün değil. Burada biyoçeşitliliği ve türler arasındaki ekolojik dengeyi gözeten bir yaklaşım benimsenmesi lazım.” değerlendirmesinde bulundu.
“Marmara Denizi’nde büyük bir biyolojik yoğunluk bulunuyor”
ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Yücel ise Marmara Denizi Bütünleşik Modelleme Sistemi (MARMOD) Projesi’nden elde edilen kazanımlar ve yapılacaklar hakkında bilgi verdi.
Marmara Denizi’nin dünyanın en önemli bilimsel laboratuvarlarından birisi olduğuna işaret eden Yücel, “Çanakkale Boğazı’ndan giren oksijen Marmara’yla buluştuğu an oksijenini hızla yitiriyor. Özellikle yukarıdaki oksijenli tabaka Doğu Marmara tarafına doğru gelindikçe inceliyor. Doğu Marmara ve İzmit Körfezi’nin en fazla risk altında olduğunu, önlemlerin de oranın iyileştirilmesine yönelik başlaması gerektiğini veriler bize gösteriyor.” dedi.
Yücel, Marmara Denizi’nde büyük bir biyolojik yoğunluk bulunduğuna dikkati çekerek bu organik yoğunluğu genetik ve mikrobiyal metotlarla karakterize etmeye çalışacaklarını kaydetti.