Bölgesel çıkar çatışmaları ve Yemen’deki kriz nedeniyle zaten gergin olan İran-Suudi Arabistan ilişkileri, özellikle 2016’dan itibaren tamamen kesilmişti.
Suudi Arabistan’da 2016’da aralarında Şii din adamı Nimr el-Nimr’in de bulunduğu 47 kişinin “terör” suçlamasıyla idam edilmesi ve buna tepki gösteren Tahran yönetiminin peş peşe yaptığı açıklamaların ardından Suudi Arabistan’ın bu ülkedeki büyükelçiliği ve konsolosluk binaları, İran’daki göstericiler tarafından ateşe verildi.
İki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler, söz konusu gelişmelerin ardından tamamen kesilirken Arap ülkelerinin büyük bir kısmı da Suudi Arabistan’ı destekleyerek aynı yıl İran ile ilişkileri askıya aldı.
Çin’in, bölgede etkinliğini artırdığını gösteren arabuluculuk çabasıyla ve uzun süren müzakerelerden sonra İran ile Suudi Arabistan, 10 Mart’ta diplomatik ilişkileri yeniden başlattıklarını açıkladı.
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile Suudi Arabistanlı mevkidaşı Faysal bin Ferhan, Çin’in başkenti Pekin’de 6 Nisan’da bir araya geldi ve iki ülke büyükelçiliklerinin yeniden açılması, uçuşların yeniden başlatılması ve vizelerin kolaylaştırılması konusunda anlaştı.
Tahran-Riyad yakınlaşmasına, İsrail dışında bölge ülkelerinin tümünden memnuniyet açıklaması geldi. İran ile diğer bazı Arap ülkeleri arasında ilişkilerin yeniden başlamasına yönelik de adımlar atıldı.
İsrail’in İran’ı çevreleme stratejisine darbe
İsrail ise bölgede bu yakınlaşmadan memnun olmayan tek odak olarak öne çıkıyor.
İsrail, İran’ın nükleer faaliyetlerine, Suriye, Filistin ve Lübnan dahil bölgedeki askeri etkinliğine karşı diplomatik ve askeri her türlü seçeneği kullanırken, diğer yandan İran’la husumet halindeki Körfez ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirerek Tahran’ı çevreleme stratejisinde gururla ilerliyordu.
Yaptırımların kaldırılması ve ekonominin nispeten iyileşmesi anlamına gelen nükleer anlaşmaya dair ümitler giderek azalırken, anlaşmaya karşı olduğunu her platformda dile getiren Tel Aviv için bu iyi bir haberdi.
Nitekim İran ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) daimi üyeleri ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa ile Almanya (5+1) arasında 2015’te imzalanan nükleer anlaşmanın yeniden uygulamaya konulmasına yönelik görüşmeler son dönemde neredeyse gündeme dahi gelmiyor.
Öte yandan 2020 yılından itibaren bazı Arap ülkeleri ile İsrail arasında “İbrahim Anlaşmaları” adı altındaki Körfez-İsrail yakınlaşması ile Suudi Arabistan’ın perde gerisinden destek verdiği bu normalleşme süreci İsrail’e büyük bir öz güven kazandırmıştı.
Ancak İsrail, Suudi Arabistan nezdinde aradığı ilişki seviyesini yakalayamadı. Geçen ay Riyad’ın Birleşmiş Milletler konferansına davet edilen bir İsrail delegasyonuna giriş vizesi vermeyi reddetmesi de İsrail’in umutlarını zayıflattı.
Son gelişmeler ışığında Suud-İran yakınlaşması ise İsrail yönetiminin Tahran’ı yalnızlaştırma çabalarına büyük darbe vurdu.
İsrail’de hükümet ve muhalefet birbirine düştü
Riyad-Tahran anlaşmasının 10 Mart’ta duyurulduğu sırada İtalya’yı ziyaret eden İsrail Başbakan Binyamin Netanyahu cephesi, haberi alır almaz Naftali Bennett ve Yair Lapid liderliğindeki eski hükümeti hedefe koydu.
İsrail’de hükümet cephesinden İran-Suud yakınlaşmasına ilişkin resmi bir açıklama yapılmadı. Ancak İsrail basınına konuşan üst düzey bir İsrailli yetkili, eski hükümeti “Suudi Arabistan ile İran arasında bir yıl önce müzakereler başladığında yeterince sağlam tavır almamakla” suçladı.
İsrail’de yayın yapan i24’ün aktardığına göre, adı açıklanmayan yetkili, şu ifadeleri kullandı:
“Bu onların gözetiminde nasıl oldu diye gidip sorun. ABD ve İsrail’in zayıf olduğu izlenimi buna sebebiyet verdi. Batı ve İsrail’in zayıflığı, İran’ın kabul görmesinin artmasına neden oluyor.
Her şey bir yıl önce İranlı ve Suudi Arabistanlı diplomatların karşılıklı ziyaretleri ve beş turluk müzakereleriyle başladı. Onları harekete geçiren Batı’nın İran’a yumuşayabileceği duygusuydu.”
Muhalefet blokundaki eski Başbakan Naftali Bennett ise “Suudi Arabistan ile İran arasındaki ilişkilerin yenilenmesi İsrail için tehlikeli bir gelişme, İran için siyasi bir zaferdir. Tahran-Riyad anlaşmasıyla Suudi Arabistan’a karşı bölgesel bir koalisyon kurulması çabaları ölümcül bir darbe aldı.” değerlendirmesinde bulundu.
Eski Başbakan Yair Lapid de sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, “Netanyahu, Suudi-İran anlaşmasından ben sorumluymuşum gibi konuşuyor, bunlar hayali ifadeler.” dedi.
Başbakanlığı döneminde Suudi Arabistan-İsrail yakınlaşması yaşandığını kaydeden Lapid, İsrail tarihinin en aşırılıkçı hükümetinin kurulmasının ardından bu yakınlaşma adımlarının net bir şekilde durduğunu ve Suudi Arabistan’ın Netanyahu’nun zayıflığını anladığını savundu.
“Suudi-İran ilişkilerinin yenilenmesi İsrail için endişe verici”
İsrail Dışişleri Bakanlığında Bakan Yardımcılığı seviyesindeki Genel Direktörlük görevi ve 1980’li yıllarda İsrail’in Ankara Büyükelçiliğinde Maslahatgüzarlık yapan Alon Liel, Suud-İran ikili ilişkilerinin yenilenmesinin “İsrail için endişe verici” olduğunu söyledi.
Liel, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Pekin yönetiminin ABD’ye rağmen bölgede etkinliğini artırdığına işaret ederek, İsrail’in Çin-Amerikan çatışmasından zarar gördüğüne dikkati çekti.
İsrailli diplomat, “Suudi-İran diplomatik ilişkilerinin yenilenmesi ve karşılıklı büyükelçiler atanması kararı İsrail için endişe verici. Çünkü bu özellikle, ABD’ye karşı Çin’in bölgede artan bir müdahalesini gösteriyor.” dedi.
ABD’nin, “İbrahim Anlaşmaları” yoluyla İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn arasında yakınlaşmayı sağladığını söyleyen Liel, “ABD bu süreci denetleyemez ve sürdüremezse bu İsrail için tehlikeli olur. Yani bölgede daha fazla Çin, daha az ABD olması İsrail için kötü bir durum.” değerlendirmesinde bulundu.
İsrail’in Riyad ile normalleşme hamlesi hedefine ulaşamadı
Liel, ikinci önemli noktanın da İsrail-Suudi Arabistan ikili ilişkileri hakkında olduğuna işaret ederek, “Bu ilişkilerin tesis edilmesi, yeni sağcı Netanyahu hükümeti için bir numaralı hedefti.” dedi.
İsrailli uzman, sözlerine şöyle devam etti:
“Bildiğiniz gibi şu anki Netanyahu hükümeti İsrail ve Filistin şeklinde (iki devletli) bir hedef koymadı. Hatta aslında iki devletli çözümden vazgeçti. Dış ilişkilerdeki tüm enerjisini Suudi Arabistan’a adamaya ve Suudi Arabistan ile ilişkilerini diplomatik ilişki kurma noktasına kadar geliştirmeye çalıştı. Ancak Suudilerin İran’la yaptıkları anlaşma bunun yakın gelecekte olmayacağını gösteriyor.”
İbrahim Anlaşmaları’nın ve BAE ile ilişkilerin Suudi Arabistan’ın desteği olmadan sürdürülebilir olmadığını vurgulayan Liel, Netanyahu hükümetinin “normalleşme” kazanımlarının da tehlikeye girdiği vurguladı.
Liel, “Muhtemelen Filistinlilerle ilişkiler daha da kötüleşecek. Suud’un bu konudaki rahatsızlığı BAE’yi de etkileyebilir. Zira İsrail ile BAE arasındaki ilişkilerin şimdiden soğuduğuna dair bazı işaretler görüyoruz. Henüz ciddi bir şey yok ancak bu, İsrail için ve özellikle Netanyahu için endişe verici çünkü bu (BAE ile normalleşme) onun dış ilişkilerdeki bir numaralı başarısıydı.” diye konuştu.
İsrailli uzman, son olarak Mısır ile Ürdün’ün, İsrail ile ilişkilerinde Suudi Arabistan’ın bu hamlesinden etkilenmediğini ve bu iki ülkenin İsrail ile “güçlü stratejik ve güvenlik ilişkilerini” devam ettirdiğini kaydetti.
Mısır ve Ürdün’ün yanı sıra İsrail’in geçen yıl deniz sınırı anlaşması imzaladığı Lübnan ile sürdürülen sürece işaret eden Liel, bu üç ülkenin, bölgedeki İsrail aleyhine gelişmelerden etkilenmemesinin Tel Aviv için olumlu görülebilecek bir durum olduğunu sözlerine ekledi.