Çin Kamu Diplomasisi Birliğinin, Şanghay yerel hükümetinin desteğiyle ilk kez bu şehirde gerçekleştirdiği foruma, dünyanın farklı ülkelerinden siyasetçiler, hükümet yetkilileri, iş insanları ve akademisyenler katıldı.
“Çin Modernleşmesi ve Dünya” konulu forumda, katılımcılar, Çin’in Kovid-19 salgınının ardından yeniden kapılarını dünyaya açtığı, krizlerin, jeopolitik çatışma ve gerilimlerin arttığı bir dönemde Çin modernleşmesinin küresel ekonomiyi ve dünya düzenini nasıl etkileyeceğini tartıştı.
Çincede “mavi oda” anlamına gelen “Lanting” adını Çin Dışişleri Bakanlığının basın toplantılarını yaptığı konferans salonundan alan forumda, Çin’in eski Washington Büyükelçisi Sui Tienkay, eski Londra Büyükelçisi Fu Ying ve Çin Kamu Diplomasisi Birliği Başkanı Vu Haylong moderatörlüğünde panel tartışmaları düzenlendi.
Tartışmalara, Çin ile ABD arasındaki gerilimler, Çin’in yükselişinin dünya düzenine etkileri ve küresel yönetimde değişim talepleri damga vurdu.
“Çin-ABD ilişkilerinde daha çok çalkantı olacak”
Çin’in eski Washington Büyükelçisi Sui Tienkay, ABD ile Çin arasındaki artan gerilimlere işaret ederek, bunun gelecek yıllarda “beklenmedik ve tehlikeli gelişmelere yol açabileceği” uyarısında bulundu.
2013-2021 döneminde, Çin’in Washington Büyükelçiliğini yürüten Sui, görevi süresince ABD kamuoyundaki Çin’e dair kanaatlerin olumsuza dönmesine tanıklık ettiğini, gelecek yıllarda da Washington’ın Çin politikasında negatif tutumu sürdüreceğini öngördüğünü belirterek, “Çin-ABD ilişkilerinde daha çok çalkantı olacak. Hatta bazı beklenmedik ve tehlikeli gelişmeler de ortaya çıkabilir.” dedi.
ABD hükümeti ve medyasının Çin’i “tehdit” olarak tanımlayıp ABD’nin küresel hegemonyasına meydan okuduğu fikrini işleyerek kamuoyunu yanlış yönlendirdiğini söyleyen Sui, “ABD, şu an Çin’in uluslararası alandaki her hamlesine, doğru yanlış demeden, olgulara bakmadan karşı çıkıyor. Kendisine göre ‘İki Ne’ politikası (Two Whatevers) izliyor; Çin ne yaparsa yapsın karşı çıkıyor, Çin neyi savunuyorsa, tersini savunuyor.” ifadelerini kullandı.
Sui, ABD’nin Çin ile ilişkilerinde zorlayıcı bir tavrı benimsediğini dile getirerek, bunun güven eksikliğini derinleştirdiğini vurguladı.
İki ülke arasında iletişimin kopmasının sebebinin, verilen sözlerin tutulmaması olduğunu ifade eden Sui, “ABD Başkanı Joe Biden, (Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile görüşmesinde) ‘yeni bir Soğuk Savaş’ arayışında olmadıklarını, Çin’e karşı ittifak oluşturmayacaklarını, ‘Tayvan’ın bağımsızlığını’ desteklemeyeceklerini söyledi, sonra arkasını dönüp sözlerinin hiçbirini tutmadı. Eğer konuşmanın inanılırlığı olmayacaksa görüşmenin ne anlamı var?” diye konuştu.
Sui, jeopolitik hesaplarla iki ülke arasındaki ekonomik ve teknolojik bağları koparmaya yönelik adımların da taraflar arasındaki yanlış anlamaları artırdığını vurgulayarak, “ABD, Çin ile ekonomik bağlarını koparmak için hiçbir çabayı esirgemiyor. Bunda belirli bir süreyle ve belirli bir ölçüde başarılı olabilirler. Ancak korkarım ki uzun vadede istediklerine ulaşmaları mümkün değil.” değerlendirmesini yaptı.
“Yanlış anlatıların tuzağına düşmemeliyiz”
ABD’nin eski Pekin Büyükelçisi Max Baucus ise ABD ile Çin arasındaki iletişim eksikliğine dikkati çekerek, son dönemde tırmanan gerilimin azaltılması ve güvenin yeniden tesis edilmesi için taraflar arasında diyaloğun gereğine işaret etti.
Dünyanın en büyük iki ekonomisi arasındaki ilişkinin sorumlu şekilde yönetilmesinin yerkürenin geleceği açısından büyük önem taşıdığını vurgulayan Baucus, “Yanlış anlatıların tuzağına düşmemeliyiz. ‘ABD’nin problemleri, Çin’den kaynaklanıyor veya Çin’in problemleri ABD’den kaynaklanıyor’ şeklindeki anlatıların yayılması, karşılıklı anlayışı engelliyor.” dedi.
Çinli yetkililere, ABD Temsilciler Meclisinin yeni kurulan Çin Özel Komitesi üyelerini Çin’e davet etme çağrısı yapan Baucus, “Kalıpların dışında düşünmeye ve hareket etmeye ihtiyacımız var. Çin’in böyle bir davette bulunması bu yönde atılmış güçlü bir adım olabilir.” ifadelerini kullandı.
Max Baucus, ABD Başkanı Biden ile Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in yılda en az 2 kez düzenli görüşmesinin, iki liderin birbirini daha iyi tanımasına ve ülkelerin birbirini daha iyi anlamasına yardımcı olabileceği görüşünü dile getirdi.
“ABD’de Çin hakkında olumlu şey söyleyebilecek pek kimse kalmadı”
Batı ile Asya arasındaki ilişkileri geliştirmeyi hedefleyen sivil toplum kuruluşu Asia Society’nin Mütevelli Heyeti Eşbaşkanı John Thorton da Çin’in geçmişte dünyadan öğrenme güdüsünün daha belirgin olduğunu ancak bugün hem dünyayla iletişimin azaldığını hem de Çin’in modernleşme projesine dair mesajların küresel iletişim kanallarında yeterince yer bulmadığını vurguladı.
Thorton, “Kim dünyada barış olsun istemez? Kim ortak refah olsun, insan ve doğa arasında uyum olsun istemez? Bunları herkes ister. Bence Çin’in modernleşmesine yön veren ilkeler, ikna edici, ilham verici ve uzun vadede davranışlara yol gösterici. Ancak bunların eylemle desteklenmesi ve uluslararası kamuoyunda daha sık ve açık şekilde dile getirilmesi gerek.” diye konuştu.
Tarihin bazı dönemlerinde, özellikle güç dengelerinin değiştiği yüzyıllık evrelerde, popülist liderlerin kitleleri başka ülkelerden gelen tehditlere karşı kışkırtmasına tanık olunduğunu, bugün de benzeri bir sürecin yaşandığını belirten Thorton, “Bugün ABD’de seçkinler arasında Çin hakkında olumlu şey söyleyebilecek pek kimse kalmadı ve bu uzun süre böyle devam edecek gibi görünüyor.” ifadesini kullandı.
“İkili dolaşım, uzun süre Çin’in dünya ile ilişkisinin temeli olacak”
İngiltere merkezli çok uluslu yatırım bankası ve finansal hizmetler şirketi HSBC’nin Başkanı Mark E. Tucker, iş dünyasından bir temsilci olarak Çin hükümetinin, ekonomide iç pazara odaklı büyümeyi ve teknolojide kendine yeterliliği sağlamaya yönelik “ikili dolaşım” stratejisinin, Çin’in uzun süre dünyayla ilişkilerine hem ekonomik hem de diplomatik olarak temel oluşturacağını öngördüklerini belirtti.
Çin’in 1978’den itibaren başlattığı reform ve dışa açılmanın modernleşmesinin itici gücü olduğunu, Çin ve dünya arasında köprü kurduğunu dile getiren Tucker, şöyle devam etti:
“Çin’in Kovid-19 sonrası sınırlarını yeniden dünyaya açması umut verici. Ekonomik durum iyiye işaretler veriyor, tüketim canlanmaya başladı. Dışa açılmanın ve devlet işletmelerinin reformunun sürdürüleceği, Hong Kong, Makau özel idari bölgeleri ile Guangdong eyaleti şehirlerini içine alan Büyük Körfez Bölgesi ekonomik entegrasyonunun ilerletileceğine dair mesajlar olumlu.”
Tucker, dünyanın en büyük ticaret bankası olarak uluslararası ticarette tedarik zincirlerindeki değişimi öngörebilme şansına sahip olduklarını, Çin piyasasına baktıklarında ticaretin henüz hacim olarak olmasa da tedarik ve değer zincirleri bakımından ABD ve Avrupa’dan Asya ve Güneydoğu Asya’ya doğru kaydığını gözlemlediklerini aktardı.
Çin’in tüketim ekonomisi olarak gelişiminin iş dünyası için yeni fırsatlar yarattığını vurgulayan Tucker, Çin’de orta ve üst gelir grubunun 400 milyona ulaştığının tahmin edildiğini, bunun dünyadaki en geniş orta sınıf olduğunu vurguladı.
Tucker, Batı sermaye piyasalarına erişimin Çin’in kalkınması ve büyümesi açısından kritik olduğunun altını çizerek, bunun devamının teknolojik gelişim ve inovasyonun desteklenmesi açısından hayatiyetini sürdüreceğini kaydetti.
“İngiltere, başka bir ülke güçlendiğinde savaş yolunu seçmedi”
Geçmişte Londra kent yönetiminde İş ve Ekonomi Politikaları Direktörü olarak görev yapan İngiliz ekonomist ve siyasetçi John Ross ise Çin’in kalkınmasının ve modernleşmesinin refahın tabana yayılması açısından önemine dikkat çekti.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1949’da dünyada kişi başına düşen gelir bakımından Çin’den daha fakir yalnızca 4 ülkenin bulunduğuna işaret eden Ross, halen gelişmek olan ülke olarak değerlendirilse de birkaç yıl önce “yüksek gelirli ülkeler” arasında girdiğini anımsattı.
Bir nesil içinde kaydedilen gelişmenin Çin modernleşmesinin olağanüstü başarısını ortaya koyduğunu ifade eden Ross, “Hangi gelişmekte olan ülke bu kadar kısa sürede kaderini değiştirmek istemez?” dedi.
Birçok gelişmekte olan ülkenin kalkınmasında Çin’i örnek alacağını vurgulayan Ross, bunun Çin’in küresel ağırlığını artırarak küresel ekonomi yönetiminin mevcut yapısının sorgulanmasına yol açacağı öngörüsünü dile getirdi.
Ross, ABD’nin IMF’de veto hakkı olan tek ülke olmasının, Dünya Bankasının başında yalnızca Avrupalıların bulunmasının, mevcut koşullarda demokratik olmadığını vurguladı.
ABD ile Çin arasındaki artan jeopolitik gerilime ve iki büyük gücün çatışma ihtimaline de değinen Ross, “İngiltere, bir zamanlar dünyanın en güçlü devletiydi. Bu dönemde pek çok suç işledi ancak işlemediği bir suç varsa o da şuydu; başka bir ülke (ABD) güçlü hale geldiğinde onu savaş yoluyla bastırma yolunu seçmedi.” diye konuştu.
“Gelişmekte olan ülkelerin beklentisi daha adil dünya düzeni”
Konferansa, Güney Afrika’dan katılan Johannesburg Üniversitesi Afrika-Çin Çalışmaları Direktörü David Monyae de gelişmekte olan ülkelerin, daha adil bir dünya düzeni beklentisinde olduğunu, Çin’in yükselişini bu bakışla değerlendirdiğini söyledi.
Monyae, dünyada küreselleşmeye karşı eğilimlerin ve milliyetçiliğin yükselişte olduğunu, iklim değişikliğine sebep olan gelişmiş ülkelerin, buna maruz kalan gelişmekte olan ülkeleri sorumlu tutmaya çalıştığını, bölgesel kriz ve çatışmaların, ekonomik durgunluk, gelir eşitsizliği, yoksulluk ve ayrımcılığın arttığını vurguladı.
Gelişmekte olan ülkelerin, 1955’te Endonezya’nın Bandung kentindeki Bağlantısızlar Zirvesi’nde daha adil dünya düzeni talebini dillendirdiğini, koşulların bugün de benzer olduğunu belirten Monyae, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin reforme edilerek daha demokratik, kapsayıcı ve temsil edici kılınması gerektiğinin altını çizdi.
Monyae, tarihte büyük savaşların “yanlışlıkla” çıktığını gösteren çok sayıda örnek olduğuna dikkat çekerek, dünya ölçeğinde askeri yığınakların arttığı, yeni bir dünya savaşı tehlikesinin yüksek olduğu uyarısı yaptı.
Güney Afrika’nın, BRICS grubunun genişlemesini ve ticarette yerel para birimlerinin kullanılmasını desteklediğini kaydeden Monyae, tedarik zincirlerinin çoklu güvenceye alınması için “küresel güney” olarak adlandırılan gelişmekte olan ülkeler arasında ticaretinin geliştirilmesi çağrısı yaptı.
Küresel güneyin çatışma ve krizlerde ortak pozisyon almasına, tek ses olmasının gereğine işaret eden Monyae, “Ukrayna krizinde nasıl bölündüğümüzü ve nasıl başkaları tarafından tavır almaya zorlandığımızı gördük.” dedi.
Monyae, sözlerini, Kovid-19’un ardından yeni küresel salgınların yaşanacağını öngörmenin zor olmadığını vurgulayarak, “Küresel düzeyde daha adil bir sağlık yönetimini nasıl kurabiliriz, bunu konuşmalıyız.” diye tamamladı.