Yaklaşık iki senedir bütün dünya yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınını bertaraf etmeye çalışıyor. Avusturya da diğer ülkeler gibi bu beladan yakasını kurtarma çabasında ancak Avusturya’nın işi gerçekten zor. Zira ülke geçtiğimiz iki sene boyunca sadece salgınla uğraşmakla kalmadı yolsuzluk tartışmalarıyla da sarsıldı. İlk olarak Mayıs 2019’da Avusturya Halk Partisi (ÖVP)-Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı’nın başrol oynadığı yolsuzluk krizini, ÖVP-Yeşiller koalisyon hükümeti döneminde Başbakan Sebastian Kurz’un yolsuzluk skandalı takip etti.
“Kurz Sistemi” şeklinde adlandırılan sistemin ilk basamağında Kurz’un yakın çevresine topladığı kişilerin uygun makamlara getirilmesi, ikinci basamağında ülkenin önde gelen kurumlarının imkanlarının Kurz ve ÖVP için kullandırılması, üçüncü basamağında ilan gelirleriyle ödüllendirilmesi karşılığında “fondaş” medyanın “uygun” haberler yapmasının sağlanması ve dördüncü basamağında özellikle İbiza Skandalı nedeniyle kurulan Meclis Araştırma Komisyonu vesilesiyle ortaya çıkan usulsüzlükleri araştıran/soruşturan hukuk mercilerinin baskılanması amacıyla hukuk kurumlarına saldırı yer alıyor
Geçtiğimiz çarşamba günü Ekonomi ve Yolsuzluk Savcılığı’na (WKStA) bağlı ekiplerin eşliğinde polisler tarafından ÖVP Genel Merkezi, Maliye Bakanlığı ve Başbakanlık’a baskın yapıldı. Yetkililerin Kurz ve çevresindeki bazı siyasetçilerin cep telefonları ile bazı dosyalara soruşturmanın derinleştirilmesi amacıyla el koyduğu bilgisini paylaşan savcılık, Başbakan Kurz’un dışında dokuz kişi ve üç kurum hakkında soruşturma yürütüldüğünü de belirtti. Soruşturmanın konusu ise “yolsuzluk, rüşvet ve güveni kötüye kullanma” olarak açıklandı.
“Kurz Sistemi” Avusturya’nın siyasal iklimini bozdu
Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz’un kısaca “Kurz Sistemi” şeklinde adlandırılan ve ünü ülke dışına taşan yönetim sistemine kısaca göz atmakta fayda var. Bu sistemin ilk basamağında Kurz’un yakın çevresine topladığı kişilerin uygun makamlara getirilmesi, ikinci basamağında ülkenin önde gelen kurumlarının imkanlarının Kurz ve ÖVP için kullandırılması, üçüncü basamağında ilan gelirleriyle ödüllendirilmesi karşılığında “fondaş” medyanın “uygun” haberler yapmasının sağlanması ve dördüncü basamağında özellikle İbiza Skandalı nedeniyle kurulan Meclis Araştırma Komisyonu vesilesiyle ortaya çıkan usulsüzlükleri araştıran/soruşturan hukuk mercilerinin baskılanması yer alıyor. Bu son basamak öyle pervasızca kullanılmaya başlanmıştır ki Avrupa Birliği (AB) içinde hukuk devleti ilkelerinden uzaklaştıkları düşünülen Macaristan ve Polonya’ya Avusturya da eklendi. Macaristan ve Polonya’nın Soğuk Savaş boyunca içinde yer aldıkları ya da yer almak zorunda kaldıkları siyasal sistem nedeniyle bir özürleri bulunsa da Avusturya’nın hukuksal altyapı açısından böyle bir handikabı hiçbir zaman olmadı. Buna rağmen Başbakan Kurz’un iktidar hırsı, onu hukuk devleti ilkelerini ayaklar altına alan adımlar atmaktan alıkoymadı.
Daha önceleri Avusturya’daki siyasal iklimi aşırı sağcı çevrelerin bozduğu düşünülürdü. Fakat Kurz’un Dışişleri Bakanı olduğu 2013 yılından başlamak üzere ÖVP’de adım adım, önce aşırı sağcıların argümanları içselleştirilmiş daha sonra da bu kulvarda aşırı sağcı FPÖ bile geçilmiştir. Zaman içerisinde anlaşıldı ki Başbakan Kurz liderliğinde oluşturulan “Kurz-Sistemi”ne dahil olan çevreler FPÖ’yü sadece ideolojik anlamda değil, iş yapma kültürünün yozlaştırılması anlamında da yakaladılar ve dahi geçtiler. Konuyla ilgili çok sayıda uzman, son gelişmelerin buz dağının yalnızca görünen kısmı olduğuna işaret ediyor.
Geldiğimiz noktada, daha önce de “yalan ifade vermekten” sorgulanan Başbakan Kurz, henüz bu sorgulamadan aklanmadan daha büyük bir suçlama ile karşı karşıya geldi ve hukuki anlamda henüz cevap veremediği suçlamalardan değilse bile üzerindeki siyasal baskıya daha fazla dayanamayıp istifa etmek zorunda kaldı.
ÖVP liderliğini entrikalar ve kirli siyaset aracılığıyla ele geçirdiğinden beri Sebastian Kurz’un sahip olduğu sınırsız iktidar hırsıyla ülke siyasal kültüründe radikal dönüşümler yaşandı.
Kurz Sistemi henüz ölmedi
Başbakan Kurz’un istifa etmek zorunda kalarak yerine yakın çevresinden Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg’i önermesinin ardından Kurz Sistemi büyük bir yara almış görünüyor. Bununla birlikte neredeyse tüm muhalefet cephesi liderlerinden gelen açıklamalara da yansıdığı gibi Başbakan’ın istifası Kurz Sistemi’nin sonu anlamına gelmiyor. Zira başta yerine gelen Schallenberg olmak üzere Kurz’un ekibinin tamamı görevlerine devam ediyor. Kurz’un da parti başkanlığının yanı sıra partinin parlamentodaki grup başkanlığını devralması beklenirken son kararların verilmesinde Kurz’un etkisinin devam edeceğini öngörmek zor değil. Özellikle ÖVP Parlamento Grup Başkanlığının kendisine Bakanlar Kuruluna katılma hakkını tanıyacak olması, istifanın taktiksel bir manevra olduğuna işaret ediyor.
Öte yandan Başbakan Kurz, istifasıyla dokunulmazlık zırhına da kavuşmuş oluyor. Ülkenin en saygın anayasa hukukçularından Heinz Mayer’e göre Kurz hakkındaki davaların devamı için dokunulmazlığının parlamento tarafından kaldırılması gerekiyor. Söz konusu şartın aynı zamanda soruşturmanın devam ettiği “yalan ifade verme” vakası için de geçerli olduğu Mayer tarafından belirtiliyor. Avusturya basınına yansıdığına göre ise Kurz, dokunulmazlık dosyasının Meclise getirilmesi halinde kendi dokunulmazlığının kaldırılması lehinde olumlu oy kullanacağını beyan ediyor.
İstifanın arka planında ne var?
Başbakan Kurz’un istifasının arka planında ne olduğuyla ilgili iki görüş bulunuyor: Birincisi, Kurz kendi iradesi doğrultusunda istifa ederek, devletin ve partinin daha fazla zarar görmesinin önüne geçti. Bu görüşü savunan ÖVP önde gelenlerinin Başbakan Kurz’un istifa kararıyla “büyüklük” gösterdiğini ifade ederek zevahiri kurtarmaya çalıştıkları söylenebilir. Esasen ikinci görüş de bunu ima ediyor. ÖVP’nin eyalet başbakanları ve yöneticilerinden oluşan etkin siyasetçilerin Başbakan Kurz’u istifaya zorladıkları yorumları Avusturya basınında sıklıkla dile getiriliyor. Şimdilik gerçeğin tamamını bilemesek de ikinci olasılığın daha akla yatkın olduğunu söylemek mümkün. Zira gelişmelerin vardığı aşamanın artık Sebastian Kurz’u aşıp ÖVP’ye zarar verme noktasına ulaştığı yorumu Avusturya’da genel kabul görmeye başladı. Bunun en açık delillerinden biri Yeşillerin Kurz’un dahil olduğu bir hükümeti istememe cesaretini kendilerinde bulabilmiş olmalarıdır. Hükümet kurulduğundan beri yaşanan birçok kriz anında Yeşillerin böyle bir adım atmamış olması düşündürücüdür.
Yine hükümetteki ÖVP’li bakanların Kurz’un dahil olmadığı bir hükümette yer almayacaklarını açıklamalarının hemen ardından Kurz’un istifa kararı alması ve hükümetin Kurz olmadan yoluna devam edecek olması da Kurz’un gücünün sınırlarının olduğunu gösteriyor. Öte yandan yine İbiza Skandalı bağlamında kamuoyuyla paylaşılan mesajlaşma görüntülerinde Kurz’un Katolik Kilisesi aleyhindeki ifadelerinin, geleneksel olarak çok iyi olan Kilise-ÖVP ilişkisini zedelediği de aşikar. Bilindiği üzere Başbakan Kurz’un yıllardır mülteci meselesinde aşırı sağcı politikalar izliyor olması da Kilise tarafından soru işaretleriyle karşılanıyor. Bu çerçevede Katolik Kilisesi çevrelerinin Kurz’a olan güvenleri oldukça aşınmış görünüyor.
ÖVP içinde belki Türkiye siyasetinden mülhem “Aksaçlılar” şeklinde ifade edilebilecek yaşlı neslin de Kurz’tan ve onun siyaset yapma biçiminden hoşnut olmadığı söylenebilir. Bu kesim Kurz’un gerçek yüzünü ilk kez eski ÖVP lideri ve SPÖ-ÖVP Hükümeti Başbakan Yardımcısı Reinhold Mitterlehner’nın Kurz ve ekibi tarafından 2016’dan itibaren “altının oyulması” sürecinde dolaylı olarak görürken, parti liderliğini üstlendiği 2017 yılında doğrudan anlama imkanları olmuştur. 18 Aralık 2017’de yapılan seçimlerin arifesinde Kurz, kendi partisinin ileri gelenlerine bir ültimatom vererek kısaca parti içinde kendi ekibini ve politikasını hakim kılmak için sınırsız güç istemiş, aksi halde onları yeni bir oluşuma gitmekle tehdit etmiştir. Elbette “kazandığı/başarılı olduğu” müddetçe ahlak ve ilke yoksunluğu göz ardı edilen bu tutum işler ters gittiğinde Kurz’a maliyet olarak geri döndü.
Avusturya siyasetinin geleceği
ÖVP liderliğini entrikalar ve kirli siyaset aracılığıyla ele geçirdiğinden beri Sebastian Kurz’un sahip olduğu sınırsız iktidar hırsıyla ülke siyasal kültüründe radikal dönüşümler yaşandı. Kurz, “Avusturya’nın ve dünyanın en genç başbakanı” unvanına sahip olmakla kalmadı; aynı zamanda ülkesinde hakkında yolsuzluk soruşturması sonucu istifaya zorlanan bir başbakan olarak kayıtlara geçti.
Avusturya’da radikal bir dönüşüm olmadığı taktirde ideolojik düzlemde aşırı sağcı düşüncelerin merkez konumda olduğu ve partilerin az ya da çok bu merkeze göre kendilerini konumlandıracağı bir siyasi iklim oluşuyor. Bu süreçte hukuk devleti ilkeleri dahil olmak üzere birçok “sınırın” aşındırılacağı siyasi bir dönüşüm yaşanıyor. Avusturya’yı yakından tanıyan çok sayıda insanın beklediğinin tersine, ülkenin tabutuna son çiviyi aşırı sağcı çevreler değil de; devletin en büyük iki kurucu kadrosunu içinde barındıran bir siyasal çevrenin çakması tarihin bir ironisi olsa gerek.
[Avusturya ve Almanya iç siyaseti alanında uzmanlaşan Kazım Keskin halen Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktora çalışmasına devam etmektedir]