Obezite ile Mücadele Yöntemleri ve Cerrahi Uygulamadaki Malpraktis İddiaların Araştırılması, Alınabilecek Önlemlerin Belirlenmesi Alt Komisyonu, sorunları tespit ederek, çözüm önerileri sundu.
Raporda obezite, bireyin ağırlık, boy, cinsiyet ve ırksal özelliklerine göre belirlenen değerlerin, idealin üzerinde bulunduğu ciddi ve kronik bir hastalık olarak tanımlandı. Alt komisyon raporunda fazla kilolu ve obez olmak ise en kolay görülebilen, aynı zamanda en kolay gözden kaçan küresel boyutta halk sağlığı sorunu; günümüzde obezitede gözlenen artış ise salgın olarak nitelendirildi.
Raporda, bu nedenle sağlık sistemi ve profesyonellerinin, bütüncül tedavi anlayışıyla fizyolojik, psikolojik hastalık veya bozukluklara neden olan obezitenin önlenmesinde, tanı ve tedavisinde son derece önemli olduğu vurgulandı.
Obez ve fazla kilolu olgularda, kardiyometabolik hastalık riskinin önemli oranda arttığına işaret edilen raporda, obeziteye eşlik etmesi muhtemel hastalıklar; metabolik sendrom ve prediyabet, Tip 2 diabetes mellitus, dislipidemi, hipertansiyon, kardiyovasküler hastalıklar, polikistik over sendromu, erkek hipogonadizmi, uyku apnesi, astım, diğer reaktif hava yolu hastalıkları, osteoartrit, gastrointestinal problemler, depresyon ve diğer psikolojik bozukluklar ile kanser şeklinde sıralandı.
Nüfusun yüzde 34’ü aşırı kilolu
Farklı çalışma grupları tarafından yapılan araştırmalarda, obezitenin doğudan batıya gidildikçe artış eğiliminde olduğu tespitine yer verilenen raporda, son yayınlanan çalışmalara göre, Türkiye’de obezitenin en yüksek görüldüğü bölgeler yüzde 37,5 ile Batı Karadeniz, yüzde 36,9 ile Orta Anadolu; en az görüldüğü bölgeler ise yüzde 24,2 ile Güneydoğu Anadolu, yüzde 24,5 ile Ortadoğu Anadolu oldu. İstanbul’da obezite oranı ise yüzde 30,7.
Rapora göre, kadınlarda obezite oranı yüzde 39,1; erkeklerde ise yüzde 24,5. Nüfusun yüzde 34’ü aşırı kilolu. Bu oran erkeklerde yüzde 39,9, kadınlarda ise yüzde 27,6.
Obezite sıklığındaki artışın nedenleri
Obezitenin, enerji alımı ve tüketimi arasındaki dengesizlik nedeniyle oluştuğu, en önemli nedenin ise yüksek kalorili besinlerin aşırı tüketilmesi olduğu belirtilen raporda, şu ifadelere yer verildi:
“Obezite hastaları temel ihtiyaçlarını karşılamalarına rağmen gereksinimlerinin çok ötesinde aşırı yemek tüketimine ve yanlış beslenmeye devam ederler. Obezite sıklığındaki artışın temel nedeni; insan biyolojisinin modern dünyanın değişen yaşam koşullarına uyum gösterememesidir. Burada hem genetik yatkınlık hem de çevresel koşullar önemli rol oynar. İnsanlık giderek daha az hareket etmekte ve giderek daha fazla kalori içeren besinler tüketmektedir. Gelişen teknoloji ile akıllı cep telefonları, televizyon, bilgisayar, tablet, asansörler, arabalar, uzaktan kumandalar gibi yaşamımıza girmiş ve hareket süremiz kısalmıştır.
Hayatı kolaylaştıran söz konusu faktörler günlük hareketleri önemli ölçüde sınırlanmış ve fiziksel aktivitenin azalmasına neden olmuştur. Öte yandan modern yaşam giderek daha stresli ve daha yarışmacı bir hale gelmektedir. Stres, kaygı bozukluğu ya da depresyonu bulunan kişilerde yeme bozuklukları daha fazla görülmektedir. Beynimizdeki haz merkezi ile tokluk merkezi komşudur. Tokluk duygusu, insana en fazla haz veren duygulardan birisidir. Duygu durum bozukluğu olan kişilerin yemek yiyerek haz merkezlerini tatmin etmeleri sık görülen obezite nedenleri arasında yer alır. Obezite hastaları kendilerini sakinleştirmek, hoş olmayan durumlardan kaçmak, olumsuz duyguları azaltmak için aşırı yemek yiyebilmektedirler.”
“Türk kadınlarının obezite sıklığı dünya ortalamalarından yüksek”
İnsanlığın beslenme alışkanlıklarının hızla değiştiği belirtilen raporda, “Fast-food olarak tanımlanan sağlıksız besinler rafine karbonhidratlardan zengin, bitkisel liflerden fakir, aşırı yağlı ve enerji yoğundur. Vakit kaybını önlemek için ayaküstü hızlı yenen gıdaları tercih etmek, hazır gıdalara her yerde ve her an ulaşabilmek bu durumu iyice kötüleştirmektedir. Ayrıca öğün sayısının ve ekmek tüketiminin artması, porsiyonların büyük olması, sık aralıklarla çok düşük enerjili diyetlerin uygulanması da diğer faktörlerdendir.” denildi.
Obezitenin gelişmesinde dikkat edilmesi gereken faktörlerden birinin de yaşamın ilk yıllarındaki beslenme şekli olduğuna işaret edilen raporda, şu tespitler yer aldı:
“Yaşamın ilk yıllarındaki beslenmenin, özellikle anne sütü ile beslenememenin de ileride obezite gelişmesine zemin hazırladığı ileri sürülmüştür. Anne sütü verme süresinin, tamamlayıcı besinlerin türü, miktarı ve başlama zamanlarının obezite oluşumunu etkilediği bildirilmektedir. Ülkemizde obeziteyi belirleyici en önemli nedenlerin yaşlanma, cinsiyet, diyabet ve HT olduğu, buna ilaveten yaşanılan çevre (yerleşim yeri ve bölgesi), sosyo-kültürel durum, düşük eğitim düzeyi, gelir durumu, tütün ve alkol kullanımı ve kullanılan bazı ilaçlar (bazı kortikosteroidlerin kullanımı, antidepresan, diüretik, antihiperglisemik, antiepileptik vb.), hormonal ve metabolik bozukluklar gibi yaşam tarzını belirleyen etmenlerin de obezite gelişmesine katkıda bulunduğu ortaya konulmuştur. Özellikle kadınlarımızın obezite sıklığı dünya ortalamalarından yüksektir. Bu durum hiç de şaşırtıcı değildir. Yapılan çalışmalar, Türk kadınlarında fiziksel aktivite azlığı, yüksek doğum sayısı, emzirme dönem ve doğumlar arası sürenin kısa olması, eşlik eden diyabet ve HT gibi hastalıklar, psikolojik sorunlar, düşük gelir ve düşük eğitim düzeylerinin obezite üzerinde önemli ölçüde etkili olduğunu düşündürmektedir.”
Obezitenin tedavi yöntemleri
Raporda, obezite tedavisinde kullanılan yöntemler, tıbbi beslenme (diyet), egzersiz, davranış değişikliği tedavisi, farmakolojik ve cerrahi tedavi olmak üzere 5 grupta sıralandı.
Yanlış tedavi olarak bilinen “malpraktis” uygulamalarına da değinilen raporda, “Son zamanlarda kamuoyu tarafından da bilinen ve yakından takip edildiği üzere gerek yazılı ve görsel basına yansıyan, gerekse Dilekçe Komisyonuna yapılan bildirimlerden, obezitenin tedavisinde giderek yaygınlaşan bir tedavi yöntemi olarak uygulanan ve bariatrik cerrahi olarak adlandırılan obezite cerrahisi uygulamalarına bağlı olarak bazı vakaların ölümle sonuçlanması şüphesiz takip edilmekte olup bu durum komisyon tarafından kabul edilemez bir durum olarak görülmektedir.” ifadeleri kullanıldı.
Son 5 yılda Sağlık Bakanlığı birinci basamak sağlık hizmetlerine beslenme tedavisi için başvuran kişi sayısı; 2016’da 93 bin 49, 2017’de 189 bin 921, 2018’de 233 bin 776, 2019’da 285 bin 135, 2020’de ise 130 bin 977 oldu.
Her 3 kişiden 1’i obez
Raporda, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye’de 15 yaş üstü bireylerde obezite oranının 2008’de yüzde 15,2 iken, 2014’te bunun yüzde 31,1 oranında artış göstererek yüzde 19,9’a ulaştığı, artış trendinin devam ettiği bildirildi.
Dünya Sağlık Örgütü 2018-2019 yılı obezite verilerine göre, Türkiye’de her 3 kişiden 1’i obez.
OECD tarafından 2019’da yayınlanan rapora göre, obezite sorunu yaşayanların sağlık hizmetlerinden daha sık yararlanma eğiliminde olduğu, obezlerin normal bireylere göre yaklaşık 2,5 kat daha fazla sağlık harcaması yaptığı tespitine yer verildi.
OECD ülkelerinde, obezite kaynaklı hastalıkların tedavisinin, toplam sağlık harcamalarının yüzde 8,4’ünü oluşturduğu kaydedildi.
“Obezite ameliyatı sınırları, nesnel ölçütler ve katı kurallarla belirlenmeli”
Alt komisyon raporunda, söz konusu dönemde Türkiye’nin sağlık harcamalarının yüzde 12’sinin obeziteye bağlı hastalıklara ayrılacağı belirtildi.
Raporda, 2020-2050’de obeziteye bağlı hastalıklara kişi başına en çok bütçe ayıracak ülke, 644,8 dolarla ABD olurken Türkiye 99 dolarla bu sıralamada ABD, Almanya, Kanada, İtalya, İspanya, Avustralya, Birleşik Krallık, Fransa ve Rusya’nın ardından 10’ncu sırada yer aldı.
Raporda, “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” düsturu çerçevesinde hareket edilmesi adına obezitenin önlenmesi ve tedavi edilmesi, obezite ameliyatı sınırlarının ise bilimsel verilerle desteklenen daha nesnel ölçütler ve katı kurallarla belirlenmesi gerektiği ifade edildi.