Bursa Uludağ Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Güray Salihoğlu, bilim insanları tarafından belirlenen 9 gezegensel sınırın aşılmasıyla, dünyanın, insan yaşamı için elverişli şartlar sunmaya devam edip edemeyeceğinin bilinmediğini, özellikle biyoçeşitlilik kaybının önlenmesi ve iklim krizinin etkilerinin tersine çevrilmesi gerektiğini belirtti.
Gezegensel sınır (planetary boundaries) kavramı, ilk kez Stockholm Resilience Centre Araştırma Enstitüsü’nden bilim insanı Johan Rockström öncülüğünde 28 kişilik bir grubun, 2009’da yaptığı çalışmada ortaya atıldı.
Dünyanın insanlar için yaşanabilirlik düzeyini ifade eden kavram, iklim değişikliği, kimyasal maddeler, stratosferik ozon incelmesi, atmosferik aerosol yüklemesi, okyanus asitlenmesi, biyojeokimyasal akışlar, tatlı su değişikliği, arazi sistemlerindeki değişiklikler ve biyosfer bütünlüğü olmak üzere 9 eşiği kapsıyor.
Bir gezegensel sınırın aşılması, diğer eşikler için de risk oluştururken iklim değişikliği veya biyosfer bütünlüğü sınırlarının aşılması diğer eşikleri daha riskli bir boyuta sürükleyerek aşımları daha hızlı hale getirebiliyor.
‘Gezegenin sınırlarını ne kadar aştığımızı belirlemeye çalışıyoruz’
Gezegenin sınırları belirlenirken bir karşılaştırma düzleminden yararlanıldığını belirten Salihoğlu, “Bu sınırlar Holosen dediğimiz yani son buzul çağından sonraki insanlar için yaşanabilir koşulların olduğu, iklimin ılımanlaştığı ve artık insan topluluklarının medeniyetleri kurmaya başladığı 11 bin – 11 bin 650 yıl öncesi dönem. Biz o zamanların, insan yaşamı için elverişli olduğunu biliyoruz ve bugünkü şartları onlarla kıyasladığımızda gezegenin sınırlarını ne kadar aştığımızı belirlemeye çalışıyoruz.” dedi.
Biyoçeşitlilikteki kaybın yanı sıra gezegendeki bolca tatlı su ve orman varlığının da insan etkisiyle azaldığını ifade eden Salihoğlu, insanın gezegene verdiği sera gazı, ozon delici kimyasal maddeler, toksik kimyasallar, aerosoller ve azot-fosfor yükleri ile kendisinin egemen olduğu antroposen çağını başlattığını kaydetti.
İnsan yaşamının devamlılığının ekosistemlerin işleyişine bağlı olduğunu vurgulayan Salihoğlu, şöyle devam etti:
Buzul çağının geride kalmasıyla insan yaşamı için elverişli bir ortam oluştuğunu ancak küresel ısınma ve sera gazı salımı ile gelecekte insan yaşamının devamlılığını sağlamak için uygun koşullar olup olmayacağının bilinemediğini dile getiren Salihoğlu, holosen çağında güvenli sınır olarak bilinen 350 ppm (milyonda 1 birim) düzeyindeki karbondioksit miktarının bugün 417 ppm’e ulaştığını, bu rakamın da artmaya devam edebileceğini ve iklim değişikliği açısından tehlikeli bölgede bulunulduğu uyarısını yaptı.
Dünyadaki orman varlığında yaşanan azalmaya da değinen Salihoğlu, “Bilim insanları tarımın bulunuşundan bugüne kadar ağaç sayımızın yüzde 50 oranında azaldığını söylüyor. Güvenli alanda kalmak için tropik ormanlarımızın yüzde 85’ini korumamız gerekirken biz onları sürekli kaybediyoruz ve ekosistem hizmetleri risk altına giriyor. Arazi kullanımımızdaki değişiklikler devam ediyor. Bu açıdan da tehlikeli bölgedeyiz.” diye konuştu.
Tatlı suyun üzerinde tarım, endüstri ve nüfus başta olmak üzere pek çok baskı bulunduğunu, iklim değişikliğiyle bağlantılı olarak hava desenlerinde yaşanan kaymalarla hem kuraklık hem de sel felaketlerinin aynı anda yaşandığını anlatan Salihoğlu, şunları söyledi: