Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Bilişim Teknolojileri Bağımlılığını Araştırma Komisyonu Başkanı ve AK Parti Eskişehir Milletvekili Nabi Avcı, Eskişehir’deki Türk Dünyası Bilim, Kültür ve Sanat Merkezi’nde AA muhabirine bilişim teknolojileri bağımlılığına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
TBMM Bilişim Teknolojileri Bağımlılığını Araştırma Komisyonu’nun Mayıs 2019’da göreve başladığını belirten Avcı, kendilerine verilen bir yıllık sürenin Meclis kararıyla bir süre daha uzatıldığını söyledi.
Çalışmalar sonucu bir rapor hazırladıklarını dile getiren Avcı, “Şimdi sosyal bilimciler arasında çok kullanılan bir tabir vardır, ‘Pis bir gerçek, güzelim teoriyi berbat etti.’ derler. Siz masa başında güzel güzel teoriler kurarsınız fakat sahaya çıktığınız zaman öyle bir gerçekle karşılaşırsınız ki sizin teori hiçbir işe yaramaz hale gelir. Bizim komisyonun başına gelen de biraz böyle oldu. Bir gerçek, işte bu Kovid-19 salgını, ne yazık ki bizim güzelim raporumuzu berbat etti.” dedi.
Raporun Mayıs 2020’de, salgının yayılmaya başladığı dönemde yayımlandığını anımsatan Avcı, şöyle konuştu:
“Yayımlanan bu raporda biz ‘Ne yapılmalı?’ dediysek onlar yapılamaz hale geldi. ‘Ne yapılmamalı?’ dediysek onların hepsi de yapılması zorunlu hale geldi. Mesela biz raporumuzda, komisyon çalışmaları sırasında ve komisyonun çalışmaları bittikten sonra yaptığımız açıklamalarda ‘Aman çocuklar evlerde odalarına kapanıp kalmasın, bilgisayarın başında uzun vakitler geçirmesin, cep telefonlarıyla, dizüstü bilgisayarlarıyla çok fazla meşgul olmasınlar, sokağa çıksınlar, arkadaşlarıyla buluşsunlar, spor yapsınlar, gezsinler.’ derken bu salgın başlayınca ‘Aman çocuklar sokağa çıkmasın, odalarından dışarı çıkmasın, aile bireyleri bile fazla birbirlerine yakın oturmasınlar, evlerde bile maske takın. Çocuklar illa çok canları sıkılıyorsa bilgisayarla, cep telefonlarıyla iletişimde olsun.’ gibi raporun asla tasvip etmediği, önermediği, tehlikeli bulduğu her şeyi maalesef salgın bize yaptırdı. Kaçınılmaz bir durumdu. Yani bunda ne komisyonun kabahati var ne onu yapan insanların kabahati var çünkü bu, artık bir tercih konusu olmaktan çıkmıştı, bir zorunluluğa dönüşmüştü.
O yüzden bizim özenle hazırladığımız komisyon raporunda bundan sonra bu yeni normalleşme sürecinde özellikle bilişim teknolojilerine bağımlılık tehlikesi ile karşı karşıya olan çocuklarımızın, gençlerimizin korunması ve bu zararlardan uzak tutulması için önerdiğimiz tedbirler daha uygulanabilir olur diye ümit ediyoruz.”
Avcı, salgın sürecinde bile bilişim teknolojileri bağımlılığından kaçınılabilecek durumlar olduğuna işaret ederek, “Şimdi insanlar evlerinde kapalı kaldılar, yalnız kaldılar, dolayısıyla internet üzerinden iletişim kurdular ama bunun da bir ölçüsü olmalıydı. Özellikle sosyal medya kullanımı salgın döneminde çok patladı ama ondan önce de vardı. Bizim raporumuz zaten o tehlikelere salgından önce de dikkati çekiyordu.” ifadelerini kullandı.
“Çocukların kritik dinleme süreleri 20 saniyeye kadar düşüyor”
Özellikle kısa mesajlı sosyal medya platformlarına dikkati çeken Avcı, şöyle devam etti:
“Eğer siz her gün 3-5 sayfa olsun kitap okumazken sabahtan akşama kadar telefonunuzla mesajlaşırsanız ve o mesajlar aslında 150-200 karakterden oluşan, 3-5 cümlelik kısa mesajlar olursa bir süre sonra siz 200 karakterin üstündeki mesajları veya metinleri anlayamaz, konuşamaz, dinleyemez hale gelirsiniz. Yani gündelik hayatınız twitler üzerinden düşünmeye bu kadar bağımlı hale gelirse bir normal kitap sayfasını bile okurken zorlanırsınız. Nitekim gençlerde çok sık karşımıza çıkan, emeklilerde hele daha da fazla karşımıza çıkan bir sorun bu çünkü bütün zihinsel antrenmanları, beyin antrenmanları 200 karaktere göre biçimlenmiş. Bu, tıpkı her gün en fazla 100 metre koşma antrenmanları yapan birinin maraton koşmaya kalkışması gibi olur. Eğer sizin bütün bedensel hazırlığınız 100 metreye göre programlanmışsa siz maraton koşamazsınız. Eğer sizin zihinsel antrenmanlarımız, tabiri caizse beyin kaslarınız da Twitter ile biçimlenmişse hele hele Instagram gibi görsel malzemelerden ibaret bir antrenmana uyarlanmışsa siz artık karmaşık uzun cümleleri, derin düşünceleri ifade eden kalıpları algılayamaz, düşünemez, konuşamaz, dinleyemez hale geliyorsunuz.”
Komisyon çalışmaları dışında da yaptıkları araştırma ve gözlemlerden örnekler veren Avcı, 1980’lerde üniversite öğrencilerinin kritik dinleme süresinin 15 dakika olduğunu, 15 dakika sonra öğrencileri derse yeniden adapte etmek için hikaye, anı anlattıklarını dile getirdi.
Avcı, “Şimdi sosyal medya, internet, reklam kuşakları, çizgi filmler vesaire üzerinden biçimlenen ortama doğan çocukların kritik dinleme süreleri 20 saniyeye kadar düşüyor yani bir reklam süresi kadar. Bir reklamı dinleyecek kadar odaklanabiliyorlar ve reklam bittiği zaman başlarını çeviriyorlar.” dedi.
Öte yandan olumlu bir gelişme olarak, salgın döneminde kitap okuyan kişilerin sayılarının da arttığına işaret eden Avcı, “İster hikaye, şiir, roman, gezi kitabı, herhangi bir konudaki araştırma. Bunlar zihinsel antrenmanlarımızı çok açan, bizi zihinsel olarak da maraton koşusuna hazırlayan imkanlardır. Şimdi onları daha çok hatırlamanın ve onların üzerinde biraz daha ısrarla durmanın zamanı artık.” uyarısında bulundu.
Avcı, araştırma raporunda bağımlılığı ortaya çıkaran nedenler üzerinde yoğunlaştıklarını dile getirerek, madde bağımlılığındaki gibi teknoloji bağımlılığında da öncelikle kişinin bağımlı olduğunu kabul etmesi ve tedaviye razı olması gerektiğini söyledi.
Avcı, “Ciddi manada bağımlılık tehlikesi hepimizde derece derece var. O bakımdan raporun sonucu olarak atılan en önemli adımlardan biri Meclis’te bütün bu bağımlılık türleriyle, bilişim, bilgisayar teknolojileri bağımlılığı ile mücadele etmek üzere yeni bir ihtisas komisyonu kurulması kararı alındı, partilerin oy birliğiyle. Nitekim bizim komisyonumuz da Meclis’te grubu olan bütün partilerden temsilcilerin üye olduğu bir komisyondu ve biz çok verimli, çok uyumlu bir çalışma süreci geçirdik birlikte.” ifadelerini kullandı.
“Sanal dünyada da bir savaş sürüyor”
Dijital Mecralar Komisyonu’nun sadece bu konularda değil, dijital mecralardaki birtakım kriminal veya suça yönelik girişimlerin önlenmesi, toplumsal güvenliğin sağlanması, terörle mücadele konularında da çalışmalar yürüteceğini anlatan Avcı, şunları kaydetti:
“Çünkü terör sadece sıcak çatışmayla yürütülen bir süreç değil. Bütün dünya için söylüyorum, aynı zamanda sanal medya, sanal ortam, sanal dünya yasa dışı faaliyetler için de uygun bir zemin oluşturuyor. Yeni yeni suç türleri ortaya çıkıyor ve dolayısıyla bizim de yeni yeni mücadele yöntemleri geliştirmemiz gerekiyor, klasik mücadele yöntemlerimizin yetersiz kaldığı durumlar için tedbirli olmak bakımından.Yaşanmakta olan Rusya-Ukrayna Savaşı’nın görünen boyutu var, tanklar, tüfekler, uçaklar, zırhlı araçlar ama bir de işin arkasında bunlarla mukayese edilemeyecek kadar karmaşık bir sanal dünyada da bir savaş sürüyor. Bir de insanlar karşılıklı birbirlerinin yumuşak gücünü kırmak için yeni yeni yöntemler geliştiriyorlar. Dolayısıyla biz de bu konularda ülke olarak hem çocuklarımızı, gençlerimizi teknoloji bağımlılığından olabildiğince korumak için hem de aileleri bu konularda neler yapabilecekleri konusunda bilgilendirmek, cesaretlendirmek için ve eğitimcilerimizi de çocuklarımızı bu konularda daha uyanık olmalarını sağlayacak şekilde eğitebilmeleri için ne tür çalışmalar yapılması gerektiğini raporumuzda çok kaba ifadelerle, yönlendirici cümlelerle dile getirdik. Şimdi Dijital Mecralar Komisyonumuz, yine bütün partilerin temsil oranları ile orantılı olarak oluşturdukları ihtisas komisyonumuz bunları sürekli çalışacak, çalışıyor.”
“Sosyal medyada herkes kendini ‘guru’ gibi hissediyor”
Avcı, salgın döneminde insanların birbiriyle konuşmayı, sohbet etmeyi, göz hizasından konuşmayı unuttuklarına da dikkati çekerek, “Bir de sosyal medyada herkes kendisini en akıllı, herkesi de onu dinlemesi gereken bir öğrenci gibi görüyor. Oradan her konuda mutlaka fikri olanlar var. Ekonomi nasıl yönetilmeli? Rusya-Ukrayna Savaşı’na ne yapılmalı? Amerika, enflasyonu nasıl idare etmeli? İklim değişikliği konusunda, herkesin her konuda, tırnak içinde söylüyorum fikri ve mecrası var. Bu mecra bolluğu insanları kışkırtıyor, herkes kendini ‘guru’ gibi hissediyor. O tuzağa düşmeden ailelere, kendimize söyleyebileceğim: Daha çok okuyalım.” uyarısında bulundu.