ürkiye ile Almanya arasında 30 Ekim 1961’de imzalanan İşgücü Anlaşması’nın 61. yılında Almanya’da yaşayan ilk nesil Türklerden 84 yaşındaki Okan Boysan, Türklerin çok çalışkan bir millet olduğunu ve Almanya’nın kalkınmasına büyük fayda sağladığını söyledi.
Bir arkadaşıyla 1962’nin başlarında Almanya’ya eğitim görmek için gelen Boysan, Köln’de yalnız yaşadığı ve Türk bayrağı, Atatürk posteri ile Çanakkale Şehitler Anıtı’nın maketi bulunan mütevazi evinde, AA muhabirine yurt dışı serüvenini anlattı.
Boysan, “1961’de Türkiye’den henüz çok az kişi gelmişti. İlk başta İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerden insanlar geliyordu. 1970’e kadar bu böyle devam etti, inanır mısınız kravatla işe giderdik.” dedi.
Almanya’ya ilk geldiğinde cebinde 600 dolar olduğunu ancak bu paranın bir ay gibi kısa bir sürede tükendiğini anlatan Boysan, “23-24 yaşlarımdaydım, gençlik de var o zamanlar. Almanya’nın en iyi zamanıydı 60’lar. Bir de çok lazımmış gibi küçük bir Volkswagen araba aldık, oraya git, buraya git. Para bitti. Friesenplatz semtinde bir tavukçunun yanına işe girdim. Biraz çalıştım ama olmadı, 6 ay sonra Türkiye’ye geri döndüm.” diye konuştu.
“Deri valizimle Almanya’ya geri geldim”
Daha sonra yaşam şartlarından dolayı tekrar Almanya’ya dönerek biraz Almanca bilmenin de avantajıyla Köln’deki Ford fabrikasında çalışmaya başladığını anlatan Boysan, şöyle devam etti:
“İşlemlerin tamamlanmasının ardından, bir ay içinde deri valizimle Almanya’ya geri geldim. O zamanlar İtalyan ve Yugoslavlar vardı. 6 aylık çat pat dilim olduğu için Ford fabrikasında şefim hemen bana ‘Benim yardımcım olur musun?’ diye sordu. Ben de kabul ettim. Böylece bana tek kişilik bir oda verdiler ve birkaç gün sonra punta makinesinde çalışmaya başladık. Biraz lisanım olduğu için anlaşabiliyordum şeflerle, 1-2 yıl sonra ise yükseldim ve beni daha iyi bir yere verdiler.”
Okan Boysan, o zamanki çalışma şartları ve ekonomik durumla ilgili şunları söyledi:
“O zamanlar fabrikada bir İtalyan ya da Yugoslav 100 parça çıkarıyorsa, biz Türkler bir makinede 140-150 parça çıkarmaya başladık, şaşırdı işveren. Birkaç yıl sonra diğer milletler azaldı, biz çoğaldık. 10 yıl sonra beni kalite kontrol bölümüne aldılar, sürekli orada çalıştım. 1993’te emekli olmamdan birkaç yıl önce de beni tekniker olarak büroya verdiler ve tekniker olarak emekli oldum. O zamanlar yaşam şimdiye göre daha güzeldi. Cuma günleri bize haftalık verirlerdi, zarfın içinde 80 Alman markı verirlerdi. Mesai yapardık, 110 hatta 130 marka kadar çıkardı haftalığımız. Ailemiz, çocuğumuz vardı, ev kirası verirdik, mütevazi bir yaşantımız vardı ve o para bize yetiyordu. Birkaç yıl sonra izne gittik. O zamanlar markın değeri vardı.”
Almanya’da yaşayan Türkler olarak ülkenin kalkınmasında büyük emek sahibi olduklarını dile getiren Boysan, “İki günlük işi biz bir günde yapıyorduk, biz Türkler çok çalışkan bir milletiz, Almanya’nın kalkınmasına çok büyük faydamız oldu.” ifadesini kullandı.
Boysan, 2019’da çok sevdiği eşini kaybettiğini, o günden beri ise Köln’de yalnız yaşadığını sözlerine ekledi.
Bakımevlerinde özel konsept oluşturulmalı
Almanya’da yıllarca yaşlı bakımevlerinde önce gönüllü daha sonra ise profesyonel hizmet veren ve edindiği tecrübeleri kaleme alarak “Göç ve Demans” ismiyle iki kitap yazan Fatma Dik-Thiel, burada yerleşik olan birinci nesil büyüklerin çeşitli nedenlerle artık geri dönemediklerini söyledi.
Dik-Thiel, “Bu insanlarımızın ana vatan hasretleri var ama onları en çok kaygılandıran şey, Alman sağlık sisteminden olması gerektiği gibi yararlanamamaları. Kendilerine bakan ve Türkçe konuşan insanların olmasını istiyorlar. Bir de özellikle demans hastalığında, sonradan öğrenilen dil unutuluyor ve sadece ana dil kalıyor. Vatan hasreti, bayrak, ezan gibi şeyler onlar için çok kıymetli.” dedi.
Birinci nesil yaşlılarımız için Almanya’daki bakımevlerinde onlara özel bir konsept oluşturulması gerektiğini belirten Dik-Thiel, “Oluşturulan bakımevlerinde onlar için kültür farkı var, inanç farkı var, yeme içme ve alışkanlıklar farklı. Dini gereksinimlerini yerine getirmek için yeterli imkanları yok ve yaşlılarda maneviyat çok önemli oluyor.” değerlendirmesinde bulundu.