Beyaz Saray’da birinci yılını doldurmak üzere olan Demokrat lider, iç politikada olduğu gibi dış politikada da büyük ölçüde tökezledi.
- ABD Başkanı Biden’ın ilk yılında iç politika karnesinde ‘kırık notlar’ var
ABD ortak ve müttefiklerinin Washington yönetimine olan güveni önemli ölçüde azalırken Amerikan kamuoyunun da Biden’ın dış politikasına olan desteği büyük oranda düştü.
Quinnipiac Üniversitesi tarafından yapılan bir ankette, genel olarak Biden’ın başkanlığına yönelik halk desteğindeki düşüşün devam ettiği ortaya çıktı, dış politikada kamuoyu desteğinin kalmadığı görüldü.
Ankete katılanların sadece yüzde 34’ü, Biden’ın dış politikadaki performansını beğendiğini söylerken yüzde 54’ü ise Biden’ın dış politikada izlediği rotayı onaylamadığını belirtti.
ABD bazı kuruluşların üyeliğine döndü ama Amerika “geri gelemedi”
Temel argümanı, önceki Başkan Donald Trump’ın ittifaklara, anlaşmalara ve ABD’nin küresel sistem içindeki diplomatik pozisyonuna zarar verdiği yönünde olan Biden, selefinin çekildiği anlaşma ve uluslararası örgütlere dönmeyi ve ülkeyi yeniden küresel diplomasi sahnesine çıkarmayı hedefledi.
Dış politikasını “Amerika geri geldi” sloganı üzerine inşa eden Biden, Trump’ın çekildiği Birleşmiş Milletler (BM) çatısı altındaki kuruluşlara geri döndü ancak vadettiği gibi Amerikan diplomasisi bu kurumlarda eski gücüne kavuşamadı.
ABD’nin geleneksel müttefikleriyle ilişkilerini yeniden daha güçlü hale getireceğini ve selefinin çekildiği uluslararası anlaşmalara döneceğini vadeden Biden, Paris İklim Anlaşması’na dönebildi ancak Trans Pasifik Ticaret Ortaklığı (TPP) ile İran nükleer anlaşmasına ise dönemedi.
ABD lideri, her platformda uluslararası topluma “kurallara dayalı dünya düzenini” değiştirmek isteyen Çin gibi güçlere karşı birlikte hareket edilmesi gerektiğini vurguladı ve ülkesinin dış politikasında insan haklarının önemli bir ölçüt olacağını ileri sürdü.
Yönetim, bu bağlamda insan hakları ihlallerine karışan yabancı kişilere karşı vize yasağı getiren bazı düzenlemeler yaptı ve Çin’in Uygurlara yönelik muamelelerine karşı bazı yaptırım ve yasal düzenlemeler getirdi. Ancak Biden, insan hakları ve kurallara dayalı uluslararası düzen konusunda beklediği etkiyi göremedi.
Biden, küresel demokrasi zirvesi düzenleyeceğini açıkladığında, bu zirvenin büyük destek toplayacağı bekleniyordu.
9-10 Aralık’ta düzenlenen Demokrasi Zirvesi, küresel kamuoyu oluşturamazken davet edilen bazı ülkeler konusunda büyük eleştiriler aldı.
Biden’ın insan haklarına dayalı dış politika vaadinin en büyük tetikleyicisi gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti ve Demokratların, Trump’a bu cinayette rolü bulunan Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’a yönelik adım atmamasına karşı yönelttiği eleştirilerdi.
Yönetim, Kaşıkçı cinayetine ilişkin ABD istihbaratının raporunu yayımladı ve raporda açıkça cinayetin Muhammed bin Selman tarafından emredildiği ifade edilmesine rağmen ABD Dışişleri Bakanlığı, bin Selman dışında 16 Suudi Arabistan yetkilisine ABD’ye giriş yasağı getirmekten öteye geçecek bir adım atamadı.
Rusya ile görüşmeler sonuçsuz kaldı
Biden yönetimi, 2021 yılının son aylarına kadar Rusya’ya karşı tonunu daha yumuşak tuttu.
Hatta yönetim, eski ABD Başkanı Barack Obama döneminde yenilenen ve 2021’de süresi dolan Yeni Stratejik Silahların Azaltılması Antlaşmasını (New START) 5 Şubat 2021’de 5 yıl daha uzatılması için Rusya ile anlaşmaya vardı. Ancak New START Anlaşması konusunda elde edilen ivme devam ettirilemedi ve iki ülke, ABD’nin Trump döneminde çekildiği Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler (INF) Antlaşmasına geri dönmek için yeni bir adım atamadı.
Rusya’nın 1 Kasım 2021’den itibaren Ukrayna sınırına yakın bölgelere askeri yığınak yaptığı belirtilince ABD’nin Rusya’ya karşı tonu değişti.
ABD Dışişleri Bakanlığı, Rusya’nın Ukrayna’da ikinci bir işgal girişiminin kabul edilemeyeceğini ve böyle bir durumda Moskova’ya ağır bedeller ödetileceğini açıkladı.
Rusya, ABD’den gelen bu açıklamaları pek dikkate almadı ve sınır bölgelerine yığınakları artırdı.
Rus ordusunun bu yılın ilk aylarında Ukrayna’ya girme planları yaptığı iddia ediliyordu.
ABD istihbaratı geçen hafta Moskova’nın Ukrayna’da yanıltma operasyonları düzenlemek üzere ülkenin doğusuna birlikler yerleştirdiğini iddia etti.
Joe Biden yönetimi, başta Avrupa’da olmak üzere birçok bölgesel müttefiki ile Rusya’ya verilecek yanıtları görüştü.
Rusya’nın Ukrayna’ya muhtemel bir askeri harekatına ABD’nin askeri bir karşılık vermesi beklenmiyor.
Tüm bu görüşmelerde Rusya’ya getirilecek ekonomik yaptırımların konuşulduğu açıklansa da Moskova’ya getirilecek yaptırımlar konusunda da müttefikler arasında bir fikir birliğinin olmadığı konuşuluyor.
ABD ile Rusya arasında 10 Ocak’ta Stratejik İstikrar Diyalog toplantısı düzenlendi, 12 Ocak’ta NATO-Rusya Konseyi toplantısı ve 13 Ocak’ta ise Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı toplantısı yapıldı ancak bu toplantılarda da bölgedeki gerilimin diplomatik yollarla çözümü konusunda herhangi bir somut ilerleme kaydedilemedi.
Rusya, ABD ve Avrupa’ya Doğu Avrupa’daki stratejik silahların çekilmesi ve Ukrayna’nın NATO’ya alınmaması için anlaşma teklifinde bulunuyor.
İran, Biden’ın diplomasiye verdiği önceliği suiistimal ediyor
Joe Biden’ın diplomasiye öncelik vererek ABD’yi etkisiz hale getirdiği bir başka dış politika konusu ise İran nükleer programı oldu.
Başkanlık seçimi sürecinde verdiği vaatlerden biri, Trump’ın çekildiği İran nükleer anlaşmasına dönmek olan Biden, 20 Ocak 2021’de göreve geldikten hemen sonra Dışişlerine bu konuda çalışma yapılması talimatını verdi.
ABD ve İran diplomatları arasında dolaylı görüşmeler 8 Nisan’da Avusturya’nın başkenti Viyana’da başladı.
Önce Avrupalı yetkililerin, daha sonra ise ABD yetkililerinin de katıldığı görüşmelerin 8’inci turu devam ediyor ancak henüz sonuç alınmış değil.
Biden yönetimi, İran’ın nükleer programından vazgeçmesi durumunda yaptırımları kaldırmaya başlayacağını ifade ediyor ancak Tahran, tüm yaptırımlar kaldırılmadan anlaşmaya herhangi bir şekilde dönmemekte ısrar ediyor.
Diplomatik görüşmeleri fırsat bilerek bir taraftan nükleer programına gizlice devam ettiği ileri sürülen İran, diğer taraftan bölgedeki ABD üslerine saldırılarını sürdürdü.
Bağdat’taki ABD Büyükelçiliği tesisleri dahil olmak üzere ABD’nin Irak ve Suriye’deki birçok üssü defalarca İran destekli güçlerin roket ve dron saldırılarına maruz kaldı.
Joe Biden yönetimi, diplomatik görüşmeleri tehlikeye atmamak için haftalarca bu saldırıların faillerini ve bunların arkasında İran’ın olduğunu açıklamaktan kaçındı.
Çin’in yükselişine karşı Biden’ın attığı adımlar yetersiz kaldı
Görevinin ilk yılında masasındaki en kritik dış politika konularından biri de “Çin’in önlenemez yükselişi” olan Biden, askeri ve diplomatik birçok hesabı Çin ile mücadele politikasına göre yaptı.
Biden’ın, Çin’i durdurmaya yönelik atabildiği en somut adım ise Japonya, Avusturalya ve Hindistan’ın dahil olduğu Dörtlü Güvenlik Diyalogu (QUAD) anlaşmasını yeniden canlandırmak ve İngiltere’yle birlikte Avusturalya’nın nükleer denizaltı programına yönelik yapılan üçlü güvenlik iş birliği AUKUS anlaşması oldu.
ABD’nin Pasifik’te Çin’i kuşatmanın bir parçası olarak imzaladığı AUKUS anlaşması, Biden’ın ittifaklara önem verdiği söylemiyle çelişen bir noktaya çıktı.
Avustralya, Fransa ile devam eden denizaltı programını maliyetleri gerekçe göstererek feshetti; İngiltere ve ABD ile yeni AUKUS anlaşmasını yaptı.
Çin ile mücadele için bölgedeki cephesini tahkim eden Biden, böylece Avrupa’daki ittifaklarında güven sorununa yol açtı.
Yönetim, Tayvan’a yönelik desteğini her platformda tekrar etse de Çin’in Tayvan’a yönelik askeri tavırlarını artırmasına karşı somut bir adım atamadı.
ABD, Pasifik’te Çin’i çevrelemeye çalışırken Çin ise Afrika ve Orta Doğu’daki etkinliğini artırmaya devam etti.
Pekin’in ABD üssünün bulunduğu Cibuti’den sonra Atlantik Okyanusu kıyılarında yer alan Ekvator Ginesi’nde deniz üssü inşa etme niyetinde olduğu ortaya çıktı.
Aynı zamanda, son günlerde Suudi Arabistan’ın Çin ile iş birliği içinde kendi balistik füzesini üretmeye başladığı iddiaları da Washington’un geleneksel ittifaklara yönelik vurgusunu sarsmış durumda.
Biden’ın izlediği politikadan dolayı Washington’a güveni zedelenen birçok ülkenin, Çin ile ortaklık kurmaya başlaması dikkati çekiyor.
Tarihi fiyasko: Afganistan’dan çekilme süreci
Joe Biden’ın başkanlığını tarihi bir dönem kılacak en kritik gelişme ise ABD ordusunun Afganistan’dan çekilmesi ve 20 yıllık işgalin son bulması oldu.
Biden, 14 Nisan 2021’de, selefi Donald Trump’ın Taliban ile 29 Şubat 2019’da yaptığı anlaşmayı gerekçe göstererek 11 Eylül saldırılarının yıl dönümüne kadar ABD’nin Afganistan’daki tüm askerlerini çekilmesi talimatını verdi.
ABD ordusu Ağustos 2021’in başlarına kadar çekilmenin büyük bir kısmını tamamladı.
Taliban, başkent Kabil’e adım adım yaklaşırken Biden “Kabil’in düşmesinin kaçınılmaz olmadığını” ve Vietnam’daki çekilme sürecine benzer görüntülerin ortaya çıkmayacağını söyledi. Ancak ne ABD istihbaratı ne de ABD Dışişleri Bakanlığı, Afgan ordusunun 11 gün içinde dağılmasını öngörebildi ve Taliban 14 Ağustos’ta Afganistan’ın başkenti Kabil’i ele geçirdi.
Taliban’dan kaçan Afganlar, Kabil’deki Hamid Karzai Uluslararası Havalimanı’na akın etti. ABD’nin tahliye uçaklarına binemeyen Afganlardan bazıları uçakların tekerlek kapaklarına asıldı. Uçakların kalkmasıyla mültecilerden bazılarının uçak tekerleklerinden düşme anları objektiflere takıldı.
ABD tarihinin en büyük fiyaskolarından biri, dünyanın gözleri önünde yaşandı.
Afganistan’da 26 Ağustos’ta, ABD askerlerinin yoğun bulunduğu Hamid Karzai Uluslararası Havalimanı’nın kapılarından birine bombalı saldırı düzenlendi. Saldırıda onlarca Afgan ve 13 ABD askeri öldü.
ABD ordusu ise 29 Ağustos’ta söz konusu havalimanına saldırı düzenleyeceği iddiasıyla bir araca hava saldırısı düzenledi.
ABD ordusu ve yönetimi, saldırı hazırlığındaki bir DEAŞ aracını hedef aldığını, araçtaki ikincil patlamaların da araçtaki patlayıcılar olduğunu iddia etti.
Çok kısa bir süre sonra istihbaratın tamamen yanlış olduğu ve saldırıda 7 çocuğun yanı sıra 10 sivilin öldürüldüğü ortaya çıktı.
ABD yönetimi, 31 Ağustos’ta, geride yüzlerce ABD vatandaşını, milyonlarca dolarlık ekipman ve silahı ve binlerce ABD ile çalışmış Afgan’ı geride bırakarak çekilme sürecini tamamladı.
Filistin konusunda Trump’ın politikalarının büyük bir kısmını devam ettirdi
Biden’ın masasında görevinin ilk yılında merak konusu olan dış politika başlıklarından biri de yönetimin Filistin’e yönelik alacağı tavırdı.
Biden yönetimi Filistin’e yönelik askıya alınan bazı yardımları yeniden başlattı ve İsrail’in yasa dışı yerleşim girişimlerine karşı çıktı ancak genel anlamda Trump yönetiminin politikalarını sürdürdü.
Kudüs’e taşınan ABD Büyükelçiliği tekrar Tel Aviv’e taşınmazken bu yıl açılması beklenen ve Doğu Küdüs’te Filistin halkına hizmet verecek ABD Başkonsolosluğu da henüz açılmadı.
Diğer taraftan ABD yönetimi, Filistin ile herhangi bir barış anlaşması imzalanmadan Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki normalleşme sürecine de destek vermeye devam etti.
Joe Biden’ın görevinin ilk yılında izlediği dış politika hem içeride hem de dışarıda beklenen desteği bulamadı ve büyük ölçüde etkisiz olarak nitelendirildi.
Rusya ve Çin ile jeopolitik güç rekabetini yaptırım diplomasisi üzerinden devam ettiren Biden, ABD’nin iki güce karşı da bölgesel üstünlüğü zayıflamasına neden oldu.
İran’ı masaya getiremeyen Biden’ın diplomasiyi önceleyen dış politikası, ABD’yi küresel sistemde daha da etkisiz bir aktör haline getirdi.