Türkiye ve İsrail vatandaşlığı bulunan Türk Musevisi baba S.G. (22) ve İsrailli-Brezilyalı eşi D.G. (21) çifti, geçen yıl mayısta 1 aylık olan bebeklerini beyin kanaması şikayetiyle Batı Kudüs’teki Hadassah Ein Kerem Hastanesine kaldırdı.
Ertesi gün ilk tetkiklerin yapılmasının ardından hastane ve sosyal hizmetler yetkilileri, bebeğin “fazla sallanma veya şiddet nedeniyle suistimale uğradığı” şüphesi ile ebeveyni polise ihbar etti. İsrail Refah ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bağlı Sosyal Hizmetler Kurumunun şikayeti üzerine polis, anne ve babayı gözaltına aldı.
Bu sırada bebeğin durumu stabil hale gelirken, baba S.G. 10 gün cezaevinde, 20 gün ev hapsinde kaldı; anneye de 4 gün ev hapsi verildi.
Bu süreçte Sosyal Hizmetler Kurumu yetkilileri, çocuğun ebeveyninden alınması için girişimlerde bulunurken, anne-baba ve aile büyükleri ise olayda kendilerinin bir kabahati olmadığını savunarak, bebeğin rahatsızlığının anlaşılması için kapsamlı genetik test yapılmasını istedi.
Hastane, yapılan test sonucunda bebekte genetik bir hastalık olmadığının belirlendiğini iddia ederek ebeveynin “suistimaline” işaret etti ve bebek Sosyal Hizmetler Kurumu yetkilileri tarafından 4 Eylül 2022’de ailesinden alındı.
Hadassah Hastanesini gerekli testleri yapmamakla ve ihmalle suçlayan aile ise, ABD ve İsrail’de yaptırdıkları çok sayıda bağımsız testlerle, bebekteki beyin kanamasının ebeveynin herhangi bir suistimalinden değil doğuştan meydana gelen ve nadir görülen bir hastalık sonucu olduğunu ortaya çıkardı. Tüm raporlara rağmen bebek, yaklaşık 9 ay geçmişken hala anne-babasına geri verilmedi.
Aile, İstanbul ve İzmir Musevilerinden
Baba S.G., 23 yıl önce Türkiye’den İsrail’e göç eden Türk Musevisi bir çiftin ikinci oğlu. Babaanne Y.G. İstanbul, büyükbaba E.G. ise İzmir Musevilerden.
İsrail’de ‘Haredi’ olarak adlandırılan dindar Yahudi kesime mensup aile fertleri ve ebeveyn, bebeklerine kavuşmak için verdikleri çileli mücadeleyi AA muhabirine anlattı.
Hastane “çok çabuk” karar verdi
Babaanne Y.G., “Normalde hastaneler böyle bir şeyin suistimalden dolayı mı kaynaklandığını araştırmak zorundalar. Fakat çok çabuk karar verdiler. İlk aşamada gerekli tomografileri yapmadan bebek için ‘sarsılmış bebek sendromu’ tanısı koydular ve suistimal şüphesi ile polise ihbar ettiler.” dedi.
Sarsılmış bebek sendromu (SBS), tıp terminolojisinde, bebeğin ilk aylarda ebeveyni veya bakıcısı tarafından sarsılmasıyla ortaya çıkan ve bebekte kafa içi kanama ve beyin hasarı gibi ciddi sağlık sorunları yaratabilen bir durum olarak değerlendiriliyor.
Y.G., şunları söyledi:
“Belki her anne babadan şüphelenilebilir ama bir tomografi yapılmadan bu tanının konulması kabul edilemez. Ayrıca, aslında bize ilk toplantıda bebeğin başına 3 nedenden ötürü bu hastalığın gelmiş olabileceğini söylemişlerdi: Ya hakikaten bir travma, ya genetik bir hastalık, ya da kan hastalığı olabileceği şeklinde. Ama bunları bize söyledikten sonra, diğer iki opsiyonu henüz araştırmadan, yarım saat sonra polis geldi ve oğlumu hastaneden alıp (gözaltı için) götürdüler.”
Babaanne, şöyle devam etti:
“Hastanede yapılan genetik test, bütün bir genetik test paketinin sadece yüzde 1,5’ine tekabül ediyor. Diğer geniş kapsamlı test zaman alacağı için ona girmek istemediler. 10 gün sonra, (hastane evraklarını işaret ederek) burada da yazdıkları gibi, ‘genetik testte hiçbir bulgu yoktur’ dediler. Yani söyledikleri, genetik olarak çocukta herhangi bir problem yok demek. Hatta doktor beni koridorda gördüğünde, bana, ‘Bak gördün mü, hiçbir şey bulunamadı. Bakalım ne yapacaksınız polisle’ dedi. Bunun üzerine anne-babayı tekrar 6 saat sorguya aldılar, ardından serbest bıraktılar. Ama çocuğu aldılar.”
Raporlar, çocuğun hastalığının “genetik” olduğunu gösterdi
Bebek, kimliği gizli tutulan bir bakıcı aileye verilirken, bebeğin ailesi kapsamlı genetik testler yaptırmak için ABD’de bir laboratuvara ve İsrail’de alanında uzman doktorlara başvurdu.
Ailenin yaptırdığı test sonucunda Hadassah Hastanesinde yapılan tetkiklerin aksine, çocuğun hastalığının genetik olduğu ortaya çıktı.
Aile Kasım 2022’de testi mahkemeye sundu ve genetik sorun bulunduğunu belirtti. Hakim, 6 Aralık’ta bebeği, anneannesine verme kararı aldı ve annenin de yanında kalabileceğine hükmetti.
Babaanne Y.G.’ye göre “hakim artık çocuğu vermek istiyordu” ancak Sosyal Hizmetler Kurumu mahkemenin kararına itiraz ederek çocuğun aileye verilmesini engelledi.
Y.G., Sosyal Hizmetler Kurumunun, “hastanenin yanlış yönlendirmesiyle hata yaptıklarını kabul etmeleri” gerektiğini, ancak Kurumun mahkemenin her defasında aile lehine aldığı kararlara dört kere itirazda bulunduğunu aktardı. İtirazlar neticesinde üst mahkeme, alt mahkemenin kararlarını bozarak Sosyal Hizmetlerin itirazlarını kabul etti.
Son olarak, konunun iki hafta önce yerel basına yansımasının ardından mahkeme, çocuğun, annesinin ablasının yanında kalmasına karar verdi.
Konunun basına yansımasının ardından Sosyal Hizmetler Kurumu yetkililerinin “korktuğunu” ifade eden Y.G., “Hatta en son mahkemede, (Sosyal Hizmetler yetkilileri) ‘çocuğun gizli bakıcı ailede kalma süresi en fazla 6 aydır. 6 aydan sonra çocuğa zarar verir’ dediler, bunu kendi ağızlarıyla söylediler.” dedi.
Babaanne Y.G. şöyle devam etti:
“Ama bu kez biz çocuğun annenin ablasında kalmasına itiraz ettik. Çünkü elimizde çok güçlü doktor raporları var. Yedi ayrı doktor ve profesörden raporlar aldık. Bebeğin anne-babasından ayrı kalması için hiçbir sebep olmadığını söyledik.
Burada başlangıçta, başka her dosyada olabileceği gibi hukuki olarak işlem başlatılabilir, çocuğun suistimal edildiğini düşünmüş olabilirler. Ama gerçek ortaya çıktıktan sonra bunun artık kişisel bir ego haline getirilmemesi gerekiyordu. ‘Evet, haklısınız, hata ettik, genetik bir sorun varmış’ diyerek çocuğu geri vermeleri gerekiyordu.”
Babaanne, tüm bu süreçte bebeklerinden ayrı bırakılan oğlu ve gelini için ise, “Çocuk anne-babasından uzak. Onların acılarını tarif etmek mümkün değil.” ifadelerini kullandı.
Anne-babayı “yalan makinesine” bağladılar
İsrail’de doğup büyüyen ve akıcı olmayan bir Türkçeyle konuşan baba S.G. ise, hastaneye ilk gittiklerinde başından geçenlere ilişkin şunları dile getirdi:
“Çok kötü hissettim. Seni alıp hapishaneye atıyorlar. Çocuğun ise hastanede ve ona ne olduğunu bilmiyorsun. Hiç kimse sana onun (bebek) durumu hakkında bilgi vermiyor. Bir tek ‘sen yaptın, iyi bir baba değilsin’ diyorlar sana, seni suçluyorlar. Çok kötü…”
Türk Musevisi baba, söylediklerinin doğru olup olmadığının tespiti için adli makamlar tarafından, “yalan makinesine” bağlandığını söyledi.
“Poligraf” veya “yalan dedektörü” olarak isimlendirilen alet, kamuoyunda yaygın olarak “yalan makinesi” olarak biliniyor.
Genç baba, “Saatlerce sorular sormuşlardı. Beni ve eşimi yalan makinesine aldılar ve (sonucunda) iyi çıktık. Anladılar ki biz hiçbir şey yapmadık.” dedi.
Baba S.G., AA muhabirinin “Bundan sonra ne olmasını bekliyorsunuz?” sorusunu, şöyle yanıtladı:
“Bize çocuğumuzu geri versinler. Çocuğun (genetik) hastalığı olduğu ortaya çıktı. Kendilerine başvurduğumuz ABD’deki bir uzman profesör ve bu alandaki en iyi doktorlar, çocukta bu hastalığın olduğunu ortaya çıkardı.”
Babaanne ve baba, bebeğe kavuşmalarının ardından Sosyal Hizmetler yetkilileri hakkında “kesinlikle” tazminat davası açacaklarını belirtti.
“Bir anneye yaşatılabilecek en büyük acı”
Tüm bu süreçte bebeğinden ayrı kalarak en büyük acıyı yaşayan anne D.G. ise, gözyaşları içinde zorlukla kendisini ifade etti.
D.G., bebeğin hastalığının nasıl meydana geldiğini ve ilk süreçte neler yaşadıklarını şöyle anlattı:
“Hastaneye getirdiğimizde bebeğimize ne olduğunu bilmiyorduk, hiçbir şey anlayamadık. Ya ölürse diye çok çok korktuk. Sonra gelip bunu bizim yaptığımızı belirterek bizi suçlamaya başladılar. Çok korkunç bir duygu idi. Tarif edilemeyecek kadar kötü duygular içinde iken çocuğa ne olduğu hakkında kendimizi nasıl ifade edeceğimizi bilemedik.”
Gözyaşlarına boğularak konuşan genç anne, “(Umarım) Allah’ın izniyle bir an evvel hızlıca döner. Ancak onun yanımızda olmadığı her bir vakit, her bir gün bizi mahvediyor. Bizden alındığında daha 4 aylık bir bebekti. O bizim onu sokağa attığımızı ve terk ettiğimizi düşünüyor, hissediyor. Bunun, bir anneye yaşatılabilecek en büyük acı olduğunu söyleyebilirim.” dedi.
Olanlara anlam veremediğini belirten D.G., şunları söyledi:
“Yoğun bakımdayken en azından beni yanında hissediyordu ve bu durumdan kurtulup şükürler olsun iyileşti. Ancak sonra yetkililer geldiler, bizi birbirimizden ayırdılar. Neden?.. Güya, güya…Hiçbir nedeni yok, hiçbir nedeni yok… (Bebeğim) Yalnız bırakıldı.”
Hastane ve Bakanlığın konuya ilişkin açıklaması
Öte yandan, ailenin iddialarına ilişkin AA muhabirinin ayrı ayrı görüşlerine başvurduğu Hadassah Tıp Merkezi ile Refah ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, konu hakkında devam eden yasal sürece işaret etmekle yetindi.
İsrail’in en büyük üniversite hastanelerinden Hadassah Tıp Merkezi’nin Sözcüsü Hadar Elboim, hastane bünyesinde, “çocuk ve savunmasız bireylere zarar verme şüphesinin olduğu vakaları inceleyen çok disiplinli bir çocuk koruma ekibinin çalıştığını” ifade etti.
Elboim, bu gibi durumlarda sürecin işleyişine ilişkin şunları söyledi:
“Ekip, ilk soruşturmanın ardından, makul bir istismar veya ihmal şüphesinin olduğu durumlarda yasalara uygun hareket eder ve topluluktaki gerekli mercilere bildirimde bulunur. Bunun amacı, konuyu derinlemesine incelemeleri ve gerektiğinde çocuğu güvende tutmak için gerekli önlemlerin alınmasıdır.
Aynı zamanda, tabii ki, kapsamlı ve eksiksiz tıbbi soruşturma devam ediyor. Hadassah yasaya göre hareket etmiştir ve buna göre hareket etmeye devam edecektir.”
Çocuğun anne ve babasından uzaklaştırılmasında aileye karşı tavır alan Sosyal Hizmetler Kurumunun bağlı olduğu Refah ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Sözcülüğü ise, “Konu mahkemede görüşüldüğü için bu konu hakkında konuşamıyoruz.” açıklaması ile yetindi.
Aile, gelecek duruşmada artık bebeği almayı istiyor
Ailenin avukatı Verda Steinberg, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu ay sonunda düzenlenecek duruşmada davanın yeniden görüleceğini belirtti.
Bu seferki duruşmanın ilk kez doktorların katılımıyla düzenleneceğini ve bu durumun ailenin lehine olduğuna dikkati çeken Steinberg, ailenin bu duruşma neticesinde çocuklarına kavuşmak istediğini söyledi.
Ailenin avukatı, “Sosyal Hizmetler Kurumunun aileye tarif edilemeyecek bir haksızlık yaptığını” ifade etti.
Rapor ve testlerle bütün gerçeğin ortaya çıktığını savunan Avukat Steinberg, “Çok sayıda uzman doktor tarafından alınan raporlara göre, bebek yüzde yüz genetik bir hastalıktan muzdarip. Sosyal Hizmetler Kurumu bunu kabul etmemekte ısrar ediyor. Başlangıçta ihtiyatlı davranıp çocuğu almış olduklarını, ancak sonra hatalı olduklarını anladıklarını belirtip, ‘Özür dileriz, hata etmiştik’ diyemiyorlar.” diye konuştu.
Mahkeme sürekli aile lehine karar almasına rağmen “yetkililerin bunu uygulamamakta ısrar ettiğini” dile getiren Steinberg, “Tüm hukuki süreç ihlal edildi.” dedi.
Steinberg, şöyle devam etti:
“(Sosyal Hizmetler yetkilileri) Israrla çocuğu bugüne kadar geri vermiyorlar. Sosyal Hizmetler yetkilisi Şuli Garson, bütün bu süreç boyunca bir suç işlemedikleri halde ailenin, çocuğa zarar verdiklerini itiraf etmeleri konusunda sürekli ısrar etti. Sürecin bu şekilde devam etmesi akıl almaz. Bu, her geçen gün hem çocuğa hem ailenin kendisine tarif edilemez bir zarar veriyor. Cesaretli bir kişinin ortaya çıkıp ‘Ben sosyal hizmetler yetkililerinin üzerindeyim’ demesi ve karar verebilecek güce sahip olması lazım. Burada birinin hesap sorması lazım.”
İsrail Meclisi, Türk ailenin yanında
Meselenin bazı milletvekillerinin gündemine girmesi sonucu İsrail Meclisindeki İş, Refah ve Sağlık Komisyonu, konuyu görüşmek üzere davaya muhatap olan tarafları topladı.
“Bebeği Elinden Alınan Ebeveyne Karşı Sosyal Hizmetler Kurumunun Zorba Davranışı” başlığıyla dün düzenlenen Komisyon toplantısına, İsrailli farklı partilerden milletvekilleri, Sosyal Hizmetler Kurumu yetkilileri, Refah ve Sosyal Hizmetler Bakanlığından ve Sağlık Bakanlığından temsilciler ile ailenin avukatları ve yakınlarının yanı sıra sağlık sendikaları ve sivil toplum kuruluşlarından temsilciler katıldı.
Öte yandan, ailenin dostları ve yakınları, oturum sırasında Meclis önünde toplanarak gösteri düzenledi. Gösteride, “Adalet yerini bulsun”, “Çocuğu ailesine teslim etme zamanı”, “Çocuklar sizin şantaj amacıyla elden ele dolaştıracağınız bir eşya değildir” yazılı pankart ve dövizler taşıdı.
Toplantıya katılan milletvekilleri ve temsilcilerin çoğunluğu, eldeki tüm bulguların bebekte genetik bir hastalık olduğunu kanıtladığına vurgu yaparak, aileden yana taraf aldı.
Birleşik Tevrat Yahudiliği Partisinden Milletvekili Eliyahu Baruchi, oturumda yaptığı değerlendirmede, “Tanrı korusun, ülke çapındaki sosyal hizmet uzmanlarının kutsal çalışmalarına zarar vermek istemiyorum. Bu bireysel vakanın tartışılması sosyal hizmet çalışmalarına zarar vermemelidir. Ancak bu davadaki ayrıntılara vakıf olmamdan yola çıkarak şunu söyleyebilirim: Sosyal hizmetler görevlisi yasadaki boşluklardan yararlandı ve aileye korkunç bir adaletsizlik yaptı.” diye konuştu.
İktidardaki Likud Partisi milletvekili Revital Gottlieb, “Çocuk Koruma Yasası’nın sosyal hizmet uzmanlarına alışılmadık yetkiler verdiğini” ve “yargının, sosyal hizmetler yetkililerinin uzun kolu haline geldiğini” ifade ederekn, Yahudi Gücü Partisinden Avi Maoz da “yardım görevlilerinin tamamen keyfi kararlar verdiğini” belirtti.
Yeş Atid (Gelecek Var) Partisinden Debbie Biton ise, “Testler genetik bir sorun olduğunu gösteriyor, polis davası da kapandı. Çocuğu anne babasından uzak tutmak için geriye ne sebep kalıyor?” diye sordu.
Milletvekili Limor Son Har-Malech ise, “Sosyal Hizmetler Kurumu yetkililerinden, bu çirkin davranışla ilgili tatmin edici yanıtlar almadık.” dedi.
Oturumu yöneten Birleşik Tevrat Yahudiliği Partisinden Yisrael Eichler, oturum sonunda, bir çocuğu ebeveyninden alma kararının şu an yürürlükte olduğu şekliyle bir hakim tarafından değil, yalnızca üç hakimden oluşan bir heyet tarafından alınacak kararla yapılmasını öngören bir yasa tasarısını Meclise sunmayı teklif ettiklerini belirtti.
İsrail yasaları uyarınca, çocuğun korunması amacıyla, davaya konu olan çocuk ve ailesinin kimliklerine işaret eden bilgilerin basın-yayın aracılığıyla kamuoyuna tanıtılması yasak olduğundan, söz konusu kişilerin ad ve soyadları gizlenerek, yalnızca sembolik baş harflere yer verildi ve AA’ya verdikleri röportajlarda yüzleri gösterilmedi.