Türkiye’de 2021 su/tarım yılı 7 aylık yağışları, uzun yıllar ortalamasına göre yüzde 24, geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 19 azaldı.
Türkiye’de su/tarım yılı yağışları, her sene 1 Ekim’den gelecek yıl 30 Eylül’e kadarki dönemde, Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından takip edilerek hesaplanıyor.
AA muhabirinin Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerinden derlediği bilgilere göre, Türkiye’de uzun yıllar su/tarım yılı 7 aylık yağışları 441,9 milimetre ölçüldü. Geçen yılın su/tarım yılı 7 aylık döneminde 414,3, bu yılın su/tarım yılı 7 aylık döneminde ise 337,5 milimetre yağış düştü.
Buna göre, Türkiye’de 2021 su/tarım yılı 7 aylık yağışlarının, uzun yıllar ortalamasına göre yüzde 24, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 19 azaldığı tespit edildi.
2021 su/tarım yılı 7 aylık yağışları Trakya, Kuzey Ege, İzmir, Çanakkale, Balıkesir, Kocaeli, Sakarya, Düzce, Zonguldak, Giresun, Kahramanmaraş ve Adıyaman çevrelerinde normallerin biraz üzerinde, diğer tüm bölgelerde altında seyretti. Denizli, Amasya, Gümüşhane, Bayburt, Erzurum’un kuzeyi ile Şanlıurfa ve Mardin çevrelerinde azalmanın yer yer yüzde 40’ın üzerine çıktığı tespit edildi.
Bu yılın su/tarım yılı 7 aylık yağışları ise 159 milimetre ile en az Iğdır’da, 881 milimetre ile en fazla Rize’de ölçüldü.
Normallerine göre en fazla azalma ise yüzde 52 ile Mardin’de kayıtlara geçti.
2021 su/tarım yılının 7 aylık periyodunda, Türkiye’de en çok yağışlı gün, İstanbul çevresi, Batı Karadeniz sahil kesimi, Balıkesir’in kuzeyi ve Ordu, Giresun, Rize ve Hopa çevrelerinde 100-125 gün aralığında gerçekleşti.
“Atmosferdeki karbondioksit artışı ile birlikte artık dünyamız alarm veriyor”
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Deniz Demirhan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ekim ayı itibariyle çiftçilerin ekim-dikim hazırlıklarına başladığını, bu dönemde yeterli miktarda yağış olmasının önemli olduğunu söyledi.
Yağmurun yeterli olmaması durumunda suni sulama ile devam edilmesi gerektiğini belirten Demirhan, “Bu istenmeyen, üretim maliyetlerini artıran bir durumdur. Ancak ülkemizdeki alanların yüzde 37,3’ü yarı-kurak iklim şartlarına sahiptir. Bu nedenle yağışa bağımlıyız ve yağışta gelebilecek ufak değişiklikler bile bizi ciddi şekilde etkilemektedir.” dedi.
Demirhan, alansal yağışlara bakıldığında değişimlerin çok küçük olmadığına dikkati çekerek, şöyle devam etti:
“1981’den 2020’ye kadar olan dönemde, 17 yılın ortalamalarının altında yağış aldığını, 2004’ten günümüze kadar olan dönemde, sayısı yılda 50 ila 340 arasında, neredeyse her yıl artarak değişen şekilde, sellerle mücadele ettiğimizi görüyoruz. Seller de en az kuraklık kadar tarıma zarar verir ve maliyetleri artırır. İklim değişikliği artık kaçamayacağımız bir gerçek. Atmosferdeki karbondioksit artışı ile birlikte artık dünyamız alarm veriyor. Sıcaklıkların artması, sıcak hava dalgaları, bazen aşırı kurak bazen aşırı yağışlı geçen dönemler, daha önce karşılaşmadığımız kadar güçlü fırtınalar, dolu faaliyetleri… Bunların hepsi iklim değişimini geldiği noktada beklenen ve yaşadığımız afetlerdir. Bütün hayatımızı bu yeni sürece göre planlamalıyız.”
“Sulama yöntemlerinden su kaybının en az olacağı yöntem uygulanmalı”
Tarımın reform gereken alanların en başında yer aldığını kaydeden Demirhan, tarım ve gıda sektöründe düzenleme yapılmazsa gıdaya ulaşım ve çeşitliliğinin tehlikeye girebileceğini ifade etti.
Demirhan, verimli sulama ve su yönetiminin önemli olduğunu aktararak, “Bölgenin kuraklık analizi yapılıp az yağış alan bir bölge ise sulamaya az ihtiyaç duyan bir bitki tercih edilmelidir. Sulamada, su kaybının en az olacağı yöntem uygulanmalıdır. Örneğin, yüzey sulama ile su kaybı yüzde 20-50, yağmurlama sulama ile yüzde 20-25 iken damla sulama ile yüzde 10’dur. Aslında, aynı miktar su kullanarak, sadece sulama yöntemini değiştirmekle sulanacak alan, yağmurlama ile yüzde 66, damla sulama ile yüzde 88 oranında artar.” ifadelerini kullandı.
Sulama sırasında elektrikli pompa ve fosil yakıt kullanılmasının sera gazı emisyonlarını artırdığını dile getiren Demirhan, şunları kaydetti:
“İklime duyarlı çiftçiler, karbon ayak izlerini azaltmak için yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelebilir, enerjilerini güneş panelleri ve rüzgar türbinlerinden sağlayabilirler. Tarımın sanayileşmesi ve nüfusun artması ile çok miktarda gıda talebi geleneksel tarımda pestisitlerin ve petrol bazlı gübrelerin kullanımını artırdı. Petrol bazlı gübrelerin ve böcek ilaçlarının kullanımını en aza indirmek için sentetik girdileri azaltan çözümler üretilebilir. Bu anlamda organik tarıma yönelebiliriz. Depolama maliyetlerinin azaltılması ve mahsulün nakliyesi için fosil yakıta bağımlığı azaltmak konusunda yerel pazarlar ve üreticiden direkt satış önem kazanmaktadır. Bu noktada tüketici de bilinçlendirilip kendi bölgesinden gıda alışverişi yapmaya teşvik edilmelidir.”
Dr. Öğretim Üyesi Demirhan, toprak sağlığını ve verimliliğini artırmanın iklim dostu faydalar sağlayacağını söyledi.
Karbon çiftçiliğinin toprak sağlığının artırılması, iklim değişikliğinin etkilerinin hafifletilmesi ve tersine çevrilmesine yardımcı olmak için büyük bir potansiyel gösterdiğini anlatan Demirhan, bitkilerin fotosentezle atmosferden karbondioksit çekmek için karbon yutakları görevi gördüğünü dile getirdi.
Demirhan, karbonun yaklaşık yüzde 40’ının daha sonra toprakta biriktiğini, buradaki mikroorganizmaları beslediğini kaydederek, “Bu canlılar ise bitkilere mineral besinler vererek doğal bir gübre sağlarlar. Çiftçiler, kullanılmayan arazileri yeşil tutmak, meraları yeniden ağaçlandırmak, nehir kıyısı bölgelerini eski haline getirmek, yeşillendirmek gibi arazi yönetimi uygulamaları ile yaban hayatı için barınak sağlayabilir, çiftliklerini güzelleştirebilir ve karbon tutma yoluyla toprak verimliliğini artırabilirler. İklim cephesinde, ağaçlar, çalılar ve diğer odunsu bitkiler de karbonu biyokütlelerinde depolar.” şeklinde konuştu.