Suudi Arabistan, Irak, Suriye ve İsrail’le komşu olan 10 milyonu aşkın nüfusa sahip Ürdün, küresel su endeksine göre dünyanın su konusundaki en fakir ikinci ülkesi.
Ürdün Su Bakanlığından 22 Kasım Pazartesi günü yapılan yazılı açıklamada, Ürdün, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) 2022 yılında enerji ve su alanında ortak bir projenin fizibilite sürecine başlanması için “niyet beyanı” imzaladığı belirtildi.
Projeye göre Ürdün İsrail’e yıllık 600 megavat güneş enerjisi, İsrail de Ürdün’e 200 milyon metreküp arıtılmış su ihraç edecek.
Ürdün’ün geçen ay da İsrail ile 1994’te imzaladığı Vadi Arabe Anlaşması’nda yer alan miktara ek olarak, 50 milyon metreküp su alımını öngören bir anlaşma yaptığı duyurulmuştu.
Siyasi kesimlerden gelen tepkiler
Amman yönetimi, İsrail’le imzalanan “niyet beyanı”nın 2022 yılı boyunca sürecek fizibilite çalışmaları anlamına geldiğini ve bunun teknik veya hukuksal bir anlaşma olmadığını savunuyor.
Ancak Ürdün’de halktan ve siyasi kesimlerden gelen tepkiler söz konusu projenin “Amman yönetiminin Tel Aviv ile yeni bir normalleşme çabası ve ülke egemenliğini İsrail’in kontrolüne verme adımı” olduğu şeklinde.
Ürdün’deki Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan) konuya ilişkin açıklamasında, “İşgal atlındaki Filistin topraklarında yaşayan kardeşlerimize karşı en barbar terör suçlarını işleyen Siyonist devletle normalleşmeyi reddediyoruz.” ifadelerini kullandı.
“İhvan, ülkenin su ve enerji gibi stratejik sektörlerinin hiçbir anlaşma ve sözleşmeye saygısı olmayan saldırgan bir devlete bağlanmasını kınıyor ve reddediyor.” ifadelerine yer verilen açıklamada, “Amman yönetiminin İsrail’le normalleşme yaklaşımının halkın iradesiyle inatlaşma” anlamına geldiği savunuldu.
Ürdün Ortaklık ve Kurtuluş Partisinden yapılan açıklamada da İsrail’le yapılan anlaşma, “Başbakan Bişr el-Hasavne hükümetinin arkasında bıraktığı yeni bir hayal kırıklığı” olarak nitelendirildi.
Enformasyon Bakanı’nın sabah saatlerinde yalanladığı bir anlaşmanın akşam saatlerinde Su Bakanlığı tarafından imzalandığına işaret edilen açıklamada, “Ürdün bundan daha iyi bir yönetimi hak etmiyor mu?” ifadesi kullanıldı.
Ürdün Diş Hekimleri Sendikası da anlaşmaya şu ifadelerle tepki gösterdi:
“Siyasi irademizin Siyonist devlete bağlı kılınmasını kabul etmiyoruz. Bu anlaşma Ürdün halkının iradesine aykırıdır. Bu anlaşmadan hükümet hemen geri çekilmelidir.”
Anlaşmaya yönelik protestolar
Anlaşmaya tepkiler siyasilerle sınırlı kalmadı, üniversite öğrencileri de gösteriler düzenledi.
Söz konusu gösterilerde, hem anlaşma hem de hükümet karşıtı sloganlar atıldı.
“Normalleşme ihanettir” etiketiyle sosyal medyada kampanya başlatan Ürdünlü aktivistler de İsrail’le imzalanan “niyet beyanı”na tepki göstererek, protesto çağrısında bulundu.
Ülkede kendilerini “Halkın Değişim Hareketi” olarak tanıtan bazı kesimler de İsrail’le imzalanan anlaşmayı protesto etmek amacıyla 26 Kasım Cuma günü için gösteri çağrısı yaptı
“Anlaşmada herhangi bir sürpriz yok”
Ürdünlü siyasi analist Amir es-Sebayile, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “Bu anlaşmada herhangi bir sürpriz yok. Gelişmeler zaten bu noktaya doğru ilerliyordu.” dedi.
Ürdün hükümetinin ülkenin su ihtiyacı noktasında herhangi bir alternatif seçenek üzerinde kafa yormadığını söyleyen Sebayile, şunları kaydetti:
“Bu anlaşmada görebildiğimiz bir tek sürpriz var. O da 25 yılı aşkın bir süre önce barış anlaşması imzalayan iki ülke arasında BAE’nin ara bulucu olması. Dolayısıyla konuya Ürdün-İsrail düzeyinde değil, BAE’nin bir süredir pazarlamaya çalıştığı bölgesel boyutuyla yaklaşmak gerekir.”
Anlaşmanın protesto edildiği gösterilere de değinen Sebayile, halkın büyük bir kesiminin İsrail’e karşı olması hasebiyle bu tür protestoların olabileceğine dikkati çekti.
“Ürdün’e yönelik birtakım ekonomik baskılar var”
Ürdünlü Siyaset Bilimi Profesörü Ahmed Said Nevfel ise “Ürdün’e yönelik birtakım ekonomik baskılar var. Ancak bunlar İsrail’le anlaşmayı imzalamak için bir gerekçe olamaz.” dedi.
Ürdün’ün Filistin davasına olan yaklaşımının olumsuz yönde değişmesine izin vermemesi gerektiğini vurgulayan Nevfel, siyasi alanda yeni gelişmelerin konuşulduğu bir dönemde Amman yönetiminin önündeki tek çıkış yolunun halkın sesine kulak vermek olduğunu söyledi.