Ürdün hükümeti, İsrail ordusunun abluka altındaki Gazze Şeridi’ne 7 Ekim’den beri sürdürdüğü saldırılar kapsamında Gazze ve Batı Şeria’daki Filistinlilerin tehcir edilmesinin “kırmızı çizgileri” olduğunu belirterek bunu “savaş ilanı” olarak değerlendirecekleri yönünde bir duruş ortaya koydu.
Amman yönetimi, 1 Kasım’da İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik şiddetli saldırıları nedeniyle Tel Aviv’deki büyükelçisini “derhal” geri çağırdığını ve protestolar sonrası ülkesine giden İsrail’in Amman Büyükelçisi’nin de dönmesine izin vermeyeceğini duyurdu.
Ardından Başbakan Bişr el-Hasavne, 6 Kasım’da Meclisteki grup başkanvekilleriyle gerçekleştirdiği toplantıda, İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırılarına ilişkin Ürdün’ün tüm seçenekleri masada tuttuğunu söyledi.
Hasavne, “Filistinlileri tehcir etmeye yönelik her türlü girişim veya koşul kırmızı çizgidir. Ürdün bunu bir savaş ilanı olarak değerlendirecektir.” ifadelerini kullandı.
Amman makamlarının resmi açıklamaları, İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria ve abluka altındaki Gazze Şeridi’nde yaşayan Filistinlileri Ürdün ve Mısır’a doğru tehcir etme girişimlerinden endişe ettiğini gösteriyor.
Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki Filistin nüfusunun tehciri, Filistin davasının tasfiyesi ve Ürdün’ün uluslararası her mahfilde savunduğu iki devletli çözümün artık mümkün olmayacağı anlamına geliyor.
Ürdün yönetimi her ne kadar Gazze Şeridi’ne karşı başlatılan İsrail saldırılarından sonra bu konuya odaklanmış gibi görünüyor olsa da eski ABD Başkanı Donald Trump döneminde gündeme gelen “Yüzyılın Anlaşması” sürecinden bu yana “Filistinlilerin alternatif vatanı” olma yönündeki olasılıkları tümüyle reddediyor.
Ürdün Kralı 2. Abdullah, İsrail’in Gazze Şeridi’ne başlattığı saldırıların ardından Kahire’de Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ile gerçekleştirdiği görüşmede, “Filistinlileri Ürdün veya Mısır’a göç ettirmeye yönelik her türlü girişimi reddediyoruz.” ifadelerini kullandı.
Filistinlilerin işgal veya abluka altındaki topraklarından göçe zorlanması durumunda Amman’ın izleyeceği tutumu AA muhabirine değerlendiren Ürdünlü uzmanlar, hükümetin bu konudaki endişelerinde haklı olduğunu ve böyle bir tehcirin Ürdün’ün devlet yapısını doğrudan tehdit edeceğini belirtti.
“Ürdün devletine ve kimliğine doğrudan tehdit”
Ürdün Meclisi Dışişleri Komisyonu Üyesi Muhammed el-Mumini, Ürdün’ün hiçbir zaman Arap kardeşlerine karşı kapılarını kapatmadığını, Filistinlilerin tehcir edilmesine karşı sergilediği tutumun da gerekçesiz olmadığını söyledi.
Kral 2. Abdullah’ın hem Ürdün hem de Filistin halkı aleyhindeki bazı planları öngördüğünü dile getiren Mumini, “Filistinlilerin tehcir edilmesi, Gazze Şeridi ve Batı Şeria topraklarındaki nüfusun Ürdün ve Mısır’a tahliye edilmesi anlamına geliyor.” dedi.
“Ürdün bunu bildiği halde nasıl kabul etsin ki?” diyen Mumini, şunları kaydetti:
“Tabii ki kabul etmez. Filistinlilerin tehcir edilmesinin Ürdün tarafından savaş ilanı olarak görülmesi de normaldir. Çünkü bunun altında yatan hedef, Ürdün’ü Filistinlilere alternatif bir vatan yapmaktır. Nitekim bağımsız Filistin devletinin kurulması ve iki devletli çözümün gerçekleşmesi, Ürdün’ün değişmez tutumudur.
Filistinlilerin tehcir edilmesi, Ürdün’ü gerçek anlamda savaşa sokar. Çünkü Ürdün devletine ve kimliğine doğrudan bir tehdittir.”
Ürdünlü politikacılar, Orta Doğu için yapılan planların stratejik öneminin farkında
Ürdünlü eski diplomat ve siyasetçi Musa Bireyzat, Ürdünlü politikacıların, Filistin ve Gazze Şeridi’nde yaşananlar üzerinden Orta Doğu için yapılan planların stratejik öneminin farkında olduğunu belirtti.
ABD’nin diğer uluslararası güçleri Orta Doğu’dan uzaklaştırmaya çalıştığını söyleyen Bireyzat, şöyle konuştu:
“ABD, diğer bazı büyük devletlerin bölgedeki nüfuz arayışlarını fark etti. Bu nedenle de Gazze Şeridi’ndeki son krize abartılı bir yaklaşımla müdahale etti. ABD, kendi gözleri önünde yaşanan barbarlığa rağmen ateşkesi kesin bir dille reddediyor, çünkü istediği hedefler henüz gerçekleşmedi.”
Washington’un, abluka altındaki Gazze Şeridi’nde ateşkesin gerçekleşmesi halinde “Hamas’ın sahip olduğu güçle varlığını sürdüreceğini hatta 7 Ekim’de yaptığı saldırıları tekrarlamak için güç toparlayacağını” ileri sürdüğünü belirten Bireyzat, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın 4 Kasım’da Amman’da Arap mevkidaşlarıyla görüşmesinde de buna dikkat çektiğini aktardı.
“Filistin’deki direniş, bu planlara karşı ilk savunma hattıdır”
Bireyzat, şunları kaydetti:
“Maalesef ülkenin oluşumunu ve Arap kimliğini tehdit eden planı yapan, Ürdün’ün müttefiki Washington’dur. Filistinlilerin tehciri gerçekleşirse, Ürdün’ün buna karşı koyacak bir imkanı kalır mı ki? Çünkü halihazırda yaşananların önüne geçmek için bir etkiye sahip olmayan, Filistin’in içindeki direniş seçeneklerini de kaybetmiş olacaktır. Aslında Filistin’deki direniş, bu planlara karşı ilk savunma hattıdır. Dolayısıyla Ürdün, Filistinlilerin tehcirinin bir parçası olan İsrail’in planlarına karşı direniş seçeneklerini kaybetmiş olacak.”
Filistinlilerin tehcir planına karşı koymak adına hayatın tüm alanında direniş için halkın yönlendirilmesi gerektiğine işaret eden Bireyzat, “Ürdün resmi makamlarının tehcir olayını savaş ilanı olarak değerlendirmesi, güçlü bir Arap duruşu ve buna karşı güçlü savunma hazırlığı gerektiriyor.” dedi.
Ürdün uluslararası müttefiklerini gözden geçirmeli
Filistinlilerin işgal altındaki topraklarından zorla göç ettirilmesinin sadece Ürdün’e değil, tüm Araplara karşı bir adım olacağına dikkati çeken Bireyzat, Filistin halkına karşı yapılan planların Ürdün ve diğer Arap ülkelerine karşı da yapılabileceği uyarısında bulundu.
Bireyzat, eski CIA Başkanı George Tenet’in zamanında “Arap bölgesi ve Orta Doğu’da sınırların değişebileceği ve bir ülkeden diğer bir ülkeye tehcirin olabileceği” yönündeki sözlerine işaret ederek, Ürdünlü yetkililere, “ülkenin varlığını savunmak için uluslararası müttefiklerini gözden geçirmeleri” çağrısında bulundu.
“Ürdün, tehcire karşı İsrail’le barış anlaşmasına ilişkin tutumunu gözden geçirebilir”
Ürdün Üniversitesi Siyasal Bilimler Bölümü Öğretim Görevlisi Muhammed el-Harişe, Ürdün’ün, Filistin meselesi için tek çözüm yolunun 1967 sınırlarında bağımsız Filistin devletinin kurulması olduğuna inandığını belirtti.
Aslında Ürdün’ün 1994 yılında bu çözüm önerisi üzerinden İsrail’le barış sürecine girdiğini kaydeden Harişe, Filistin topraklarına karşı barış adımı atıldığını, tehcir veya Filistin devletinin nüfusunu boşaltma girişimleriyle olabilecek herhangi bir değişimin söz konusu barış sürecini ihlal edeceğini vurguladı.
Dolayısıyla Amman makamlarının, bu yöndeki herhangi bir girişimi, Ürdün devletine doğrudan bir nevi tehdit olarak barış sürecini ihlal etme anlamında değerlendireceğini kaydeden Harişe, “Ürdün, tehcir olayına karşı barış anlaşmasına ilişkin tutumunu gözden geçirebilir, bu mümkün.” dedi.
Harişe, Amman yönetiminin İsrail’le barış sürecini gözden geçirmesinin gerekçelerine ilişkin ise şunları kaydetti:
“Ürdün’ün ulusal güvenliğini tehdit eden politikalara sahip bir tarafla barış anlaşmasını sürdürmesi mümkün olamaz. İkincisi de Ürdün, Filistin devletinin kurulmasıyla sonuçlanacak şekilde Filistin’le barış sürecine girilmesi prensibiyle bu barışa dahil oldu ancak görüldüğü kadarıyla İsrail buna bağlı kalmıyor.”
Ürdün’de resmi verilerine göre, yaklaşık 11 milyonluk nüfusun yüzde 40 ila 60’ı Filistin asıllı kişilerden oluşuyor. Ülkede farklı aşamalarda inşa edilmiş, yaklaşık 2 milyon Filistinliyi barındıran 13 mülteci kampı bulunuyor.