Büyük ümitlerle kucaklarına aldıkları evlatlarının otizmli olduğunu öğrenen anneler, hayatlarını adadıkları çocuklarının gelişimi için fedakarca mücadele ediyorlar.
“Melek” diye tabir ettikleri evlatlarının bir kez olsun “anne” diyebilmesini hasretle bekleyen anneler, çocuklarının gelişimi için adeta savaş veriyorlar.
Gönüllü Anneler Topluluğu kurucusu Gülşen Akgöz, AA muhabirine, 16 yıl önce kucağına aldığı kızı Selin’in 8 aylıkken otizmli olduğunu ve gelişim geriliği bulunduğunu öğrendiğini söyledi.
Kızının rahatsızlığıyla görev yaptığı 16 yıllık anaokulu öğretmenliğini bıraktığını ifade eden Akgöz, o günden bu yana “meleğim” dediği kızı için mücadele ettiğini kaydetti.
İlk etapta otizm tanısını kabullenemediğini anlatan Akgöz, şöyle devam etti:
“İnsan en değerli hazinesine toz konduramıyor. Neden ben diyor. Altından kalkabilir miyim, nasıl bir hayat beni bekliyor diye kaygılar ve endişeler başlıyor. Otizm neydi, tedavisi var mıydı, nasıl bir hayat beni bekliyordu, altından kalkabilir miyim diye kaygılar yaşıyordum. Kendimde bu gücü hissedemiyordum. Başta kabul etme evrem çok zor oldu, eve kapandım ve ağladım. Baktım kızım düzelmiyor, ağlamak çözüm değil, o zaman ne yapabilirim, bu çocukları topluma kazandırmak için önce güçlü, mutlu bir anne olmalıydım. Evet bunlar kolay olmadı ama bunu başardım. Çıktığım bu yol bazen içimi acıtıyor, bazen mücadele verirken düşüyorum ve yaralar kalıyor, o yaralar kalsa da iz bıraksa da asla pes etmiyorum, sonuna kadar arkasındayım evladımın.”
Akgöz, kızı Selin’in büyük mücadeleler ve çalışmalar sonunda anne diyebildiğini ve bu duygunun tarifinin imkansız olduğunu söyledi.
Kızını topluma kazandırmak, ona şifa bulabilmek için çıktığı bu zorlu yolculukta aynı kaderi paylaşan birçok aileyle tanıştığını dile getiren Akgöz, birbirlerinin yaralarını sardıkları bu ailelerle 2016 yılında Gönüllü Anneler Topluluğu’nu oluşturduklarını kaydetti.
Akgöz, toplulukla özel gereksinimli çocuklarının mutluluğu ve başarıları için birçok proje gerçekleştirdiklerini ve etkinlikler düzenlediklerini belirtti.
“Evlatlarımızı topluma kazandırmak için gerekirse bir ömür sırtımızda taşırız”
Otizmli çocuğa sahip olmanın çok zor olduğunu vurgulayan Akgöz, “Bizi yoran şey evlatlarımız değil. Evlatlarımızı topluma kazandırmak için gerekirse bir ömür sırtımızda taşırız. Bizi yoran, zorlayan şey toplumun bakış açısı, bize yaklaşımı. Biz Otizm Farkındalık Günü olan 2 Nisan’da hayatın içerisinde yokuz, 365 gün hayatın içerisindeyiz. Bu çocukların yok sayılması, ötekileştirilmesi, dışlanması bizi yoran şey. Lütfen bu çocuklara acıyarak, kendi evlatlarına hak gördüğünü, kendi çocuklarını topluma kazandırmak için hak gördüğü şeyleri başka çocuklara da hak görmemezlik yapmasınlar.” diye konuştu.
Akgöz, özel gereksinimli çocuk sahibi ailelerin en büyük kaygısının “Benden sonra çocuğuma ne olacak, benden sonraya kalmasın.” olduğunu dile getirerek, “Ben benden sonraya kalmasın demek istemiyorum. Eğer ben ölürsem gözüm arkada gitmesin. Bu çocukları güvenilir, emanet edeceğimiz toplumun, devletin denetlediği yaşam merkezleri açılsın, biz ailelerin gözü arkada bırakmayın.” ifadelerini kullandı.
“Otizmi ilk etapta hiç bilmiyordum, grip gibi düşündüm, öyle zannettim”
Filiz Dündar da 14 yıl önce kucağına aldığı Emir’in otizmli olduğunu bir yaşında öğrendiklerini söyledi.
Oğluna tanı konulana kadar otizmin ne olduğunu bilmediğini, öğrendiğinde yıkıldığını belirten anne Dündar, bu durumu kabullenmesinin çok zor olduğunu kaydetti.
Dündar, ilk öğrendiğinde çocuğundan utandığı zamanların olduğunu belirterek, şunları kaydetti:
“Çünkü en sevdiğiniz varlık, canınızdan, kanınızdan, ona toz kondurmazken, tırnağına zarar gelsin istemezken böyle bir tanıyla karşı karşıya kalınca tamamen kendimi çektim. Komşularımdan, akrabalarımdan herkesten kendimi çektim. Otizmi ilk etapta hiç bilmiyordum, grip gibi düşündüm, öyle zannettim. Özel eğitim aldırarak, gizlice çocuğumla servislere bindiğim, sakladığım oldu. Bir grip gibi düşündüm, biz bunu yeneceğiz, kimsenin haberi olmadan atlatacağız ama zaman geçtikçe bunun geçici bir şey olmadığını daha iyi anladım. Şu an o ilk başlarda çocuğumla ilgili hissettiğim duygulardan eser yok.”
Dündar, oğlunun eğitim hayatında çok zorluklarla karşılaştıklarını, birtakım olumsuzluklara maruz kaldıklarını söyledi.
Oğluyla yaşamayı, onunla mutlu olmayı öğrendiğini dile getiren Dündar, şöyle devam etti:
“Komşunuzdan akrabalarınıza kadar bazen acıyarak bakan bir göz, bazen iğrenerek bakan ifadeler görüyoruz maalesef. Sanki o çocuğun dünyaya gelmesini özellikle istemişsiniz gibi sizi suçlayan gözler. Bunlara çok maruz kaldım, çok zorlanıyoruz. Toplumda, toplu taşımada, gittiğimiz mekanlarda sıkıntı yaşıyoruz. Bizim zaten çok zor bir hayatımız var, gerçekten de zor. Toplumdaki insanlar biraz daha duyarlı olsunlar. Otobüste, restoranda yani yanımızdaki çocuklarımıza delilermiş gibi değil de özel gereksinimli bir birey olduğunu kabul ederek baksınlar.”
Anne Sevim Erat, zorlu bir hamilelik ve doğumun ardından 34 yıl önce kucağına aldığı oğlu Tolga’nın otizm tanısının 6 aylıkken koyulduğunu bildirdi.
İlk günden bu yana verdikleri büyük mücadelelerle birçok şeyi başardıklarını anlatan anne Erat, “Hiç kimse istemez ama Allah’ımızın bir emaneti o bize. Tekrar dünyaya gelsem Tolga’nın annesi olmak isterim.” dedi.
Kızının göz teması kurmamasıyla 8 aylıkken otizmli olduğunu öğrendiğini ifade eden anne Nur Hayat Anış, 10 yaşında olan Zehra’nın konuşabildiğini, yürüyebildiğini ve bunlar için de şükrettiğini belirtti.
Bedriye Yılmaz da 11 yaşında olan oğlu Furkan’ın otizmli olduğunu 3,5 yaşındayken öğrendiğini ve o günden bu yana onu topluma kazandırmak için büyük mücadeleler verdiklerini kaydetti.
Otizmli torunu Mehmet’e bakan Filiz Bayat ise onu çok sevdiğini ve yanından bir an olsun ayrılmadığını söyledi.