Gümüşhane’de Edire Yaylası’nda akademisyen Prof. Dr. Raif Kandemir ile Doç. Dr. Coşkun Erüz’ün yaptığı saha incelemesinde, 160 milyon yıl öncesine ait olduğu belirlenen fosil ağaç ve onların kalıntılarında, 2 yeni ağaç türü keşfedildi. Elde edilecek yeni bulguların, uluslararası literatüre kazandırılması hedefleniyor.
Kent merkezine 18 kilometre uzaklıkta, deniz seviyesinden 2 bin 300 metre yüksekteki merkeze bağlı Dörtkonak köyü Edire Yaylası, bünyesinde ‘Dipsiz Göl’ isimli göl ile irili ufaklı çok sayıda gölcük barındırıyor. Gümüşhane’nin ‘İkinci göller bölgesi’ olarak da adlandırılan ve çok sayıda endemik bitki ile canlı türüne ev sahipliği yapan bölgede, bilim insanlarınca geçen yıl haziran ayında keşif gezisi yapıldı.
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi (RTEÜ) Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Raif Kandemir ile Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Sürmene Deniz Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Coşkun Erüz’ün yaptığı saha incelemesinde; yaklaşık 1 metre çapında bütün ve dağılmış halde çok sayıda fosilleşmiş ağaç kalıntısına rastlanıldı.
2 yeni tür bulundu
Milyonlarca yıla rağmen korunan fosillerde yapılan kapsamlı incelemede; fosillerin dinozorların yaşadığı dönem olarak bilinen ‘Jura’ dönemine ait olduğu ve yaşının yaklaşık 160 milyon yıla uzandığı tespit edildi. Fosillerde ayrıca, 160 milyon yıl önce yaşamış ve günümüzde tamamen yok olmuş iğne yapraklı 2 yeni ağaç türü de keşfedildi. Jeolojik tarihe ışık tutan fosillerde yine, günümüzde Güney Yarım Küre’de bulunan ‘Arokarya’ ağacının bir türüne ait bulgular da saptandı. Doğa, iklim ve yer küreye ait önemli bilgileri aydınlatan keşifle; Türkiye’de fosilleşmiş ağaçların en eski örneklerinin bölgede bulunduğu kaydedilmiş oldu.
‘İlk kez doktora çalışmamda tespit ettim’
Gümüşhane ve civarında milyonlarca yıl öncesine ait fosiller bulunduğunu ilk kez doktora çalışması sırasında belirlediğini söyleyen Prof. Dr. Raif Kandemir, buldukları fosillerin ağaca ait olduğunu kaydetti:
“Bunlar ‘Jura’ paleocoğrafyasına ait ağaçlar. Fosiller üzerinde yaptığımız çalışma devam ediyor. Çalışmayı İstanbul Cerrahpaşa Üniversitesi Orman Fakültesi’nden Prof. Dr. Ünal Akkemik hocayla birlikte yürütüyoruz. Ünal hoca bunların üzerindeki tanımlamalarda yeni türlerin olabileceğini ifade ediyor. Şu an Güney yarımkürede olup Kuzey yarımkürede olmayan ve aynı zamanda daha önceden yaşamış ama şu an da yaşamayan fosillerin olabileceğini ifade ediyor. O anlamda bu bölge çok ciddi bir öneme sahip.”
‘Anadolu’da çok kısıtlı yerde var’
Prof. Dr. Kandemir, fosil ağaçların 160 ile 170 milyon yıllar arasındaki döneme ait olduğunu söyledi:
“‘Jura’ dediğiniz zaman insanların ilk aklına gelen Jurassic Park olabilir. Dinozorlarla birlikte aslında aynı zamanda yaşamış bitkilerin fosillerini burada bulabiliyoruz. Bu açıdan çok değerli ve kesinlikle koruma altına alınması gerekiyor. Sadece fosiller açısından bile baktığınız zaman, Gümüşhane ve Anadolu coğrafyasında ‘Jura’ yaşlı bu ağaç fosillerinin bulunduğu alanlar çok kısıtlı. Erzurum Oltu’da var, bir tane de Gümüşhane’de var. Gümüşhane’deki de çok ciddi büyük yapılarda yaklaşık 1 metre çapına ulaşan fosil ağaçları bulabiliyoruz. O yüzden değerli bir bölge. Hem göller açısından rekreasyon anlamında düzenlemeler yapılabilir hem de fosiller açısından yer bilimleri farkındalığını artırmak anlamında bu bölgenin kesinlikle korumaya alınarak bölge turizmine kazandırılması gerekiyor.”
”Doğal sit’ kapsamında korunması gerek’
Edire Yaylası’ndaki keşif gezisine katılan Doç. Dr. Coşkun Erüz de, fosillerin bulunduğu bölgedeki göllerin heyelanlarla oluştuğunu kaydetti:
“Bölge muhteşem bir coğrafya ve çok güzel bir peyzaja sahip, 2 bin 300 metre kota sahip ve çevresi yayla. Flora olarak bakıldığında Alpin çayır denilen yayla bitkileriyle kaplı bir coğrafya ama sulak alan olması dolayısıyla sucul habitata ait bitki ve hayvan türlerini de barındırıyor. Gümüşhane, endemizmi yüksek olan bir bölgemiz. Bütüncül bakarsak hem sulak alan, endemizmi yüksek florası ve jeolojik özelliğinden dolayı bu bölgeyi yaklaşık 1000 hektarlık bir saha olarak ‘Doğal sit’ kapsamında koruma ve kullanma dengesi gözetilerek koruma altına alınması gereken önemli bir ekolojik ve jeolojik değer olarak görüyoruz.”