Son yıllarda yeme alışkanlıklarının değişmesiyle insan hayatına giren fast foodun önüne geçmek için 1980’lerde İtalya’da Carlo Petrini ve bir grup aktivist tarafından başlatılan Slow Food (Yavaş Yeme) hareketi, hızlı yeme alışkanlığını ortadan kaldırmayı, yerel üreticileri korumayı, yemek kültürlerinin ve geleneklerinin kaybolmasını önlemeyi amaçlıyor.
Dünyada 60’tan fazla ülkede milyonlarca taraftar bulan hareket, herkesin iyi, temiz ve adil gıdaya erişmesini sağlamayı hedefliyor. Kar amacı gütmeyen, üyelik ve gönüllülük esasına dayanan Slow Food hareketi, insanların GDO’suz, temiz, organik gıdaya ulaşmalarına dikkati çekmek ve toplumda bir baskı unsuru oluşturmak istiyor.
Türkiye’de Kars, İzmir, Adapazarı, Iğdır, Ankara, Aydın, Ayvalık, Gaziantep, Bodrum, Samsun ve İstanbul Slow Food hareketine üye şehirler arasında yer alıyor.
Medipol Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Öğretim Üyesi Doç Dr. Nihal Büyükuslu, AA muhabirinin sorularını yanıtlarken, “Slow Food” hareketinin bugünün yükselen trendlerinden biri haline geldiğini belirterek, hareketin çıkış noktasının, kapitalizmin yaygınlaşmasına aracılık eden fast food zincirlerinin önüne geçmek ve lokal üreticileri korumak olduğunu söyledi.
“Slow Food özellikle lokal olmayı öncelikliyor”
Büyükuslu, Dünya Sağlı Örgütü verilerine göre, dünyada 650 milyon obez insana karşılık, 821 milyon aç insan olduğunu belirterek, dünya çapında obezitenin birçok hastalığa yol açtığını kaydetti.
Hayatının gelişen teknoloji ile çok hızlı aktığını ve insanların yavaş yemek yeme gibi bir şanslarının olmadığını dile getiren Büyükuslu, bunun için hem gıda hem de beslenme sistemlerinin değiştirilmesi gerektiğini ifade etti.
Kanser, diyabet ve obeziteye bağlı hastalıkların en önemli nedenlerinin başında beslenme şeklinin geldiğine vurgu yapan Büyükuslu, “Sağlıklı beslenmek için sağlıklı gıdaya, bunun için de sağlıklı toprağa, havaya ve suya ihtiyacımız var. Ancak günümüz dünyasında, su kaynaklarının ve toprağın kalitesi oldukça bozuldu. Tohum yapısının değiştirilmesiyle GDO’lu ürünler besin sistemimize girdi. Tarımda kullanılan maddeler, yiyeceklerdeki kimyasal yükü artırdı. Bu nedenle günümüzde en önemli sorun aslında sağlıklı gıdaya ulaşmak.” diye konuştu.
Nihal Büyükuslu, hızlı yaşam ve çalışma düzeninin, dışarda yeme alışkanlığını da beraberinde getirdiğine işaret ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu da karbonhidrat, şeker ve yağ ağırlıklı atıştırmalık denen birçok ürünün piyasaya çıkmasına neden oldu. Bunlarla karnımız doyuyor ama sağlıklı beslenemiyoruz. Bunun sonucu olarak da hastalıklarla karşı karşıya kalıyoruz. Beslenmemize dikkat etsek, birçok hastalıktan korunmuş olacağız. İşte Slow Food hareketi, yemeği keyif haline getirmeyi, iyi gıda kullanmayı ve adil gıda paylaşımını amaçlıyor. O yemeğin nereden geldiğini, size nasıl ulaştığını, onun için kimlerin emek harcadığını düşünerek yemeyi hedefliyor. Slow Food, unutulan yöresel yemekleri korumanın yanı sıra doğal tohumları da korumayı amaçlıyor, zira iyi tohum olmazsa iyi besin ve gıda da olmaz. Bu nedenle iyi gıda için öncelikle iyi tohuma ihtiyacımız var. Slow Food özellikle lokal olmayı öncelikliyor. Size en yakın gıda kaynaklarını kullanmanızı öneriyor. Slow Food’un kavramını benimseyen tüketici, ne yediğini bilen, israftan kaçınan ve kendi sağlığı için beslenmesine dikkat eden tüketicidir. Sorumlu bir tüketici, gıdayı israf etmez. Kaldı ki dünyada gıdanın 3’te 1’i israf ediliyor. Oysa attığımız bu gıdalarla dünyada 600 milyon insanın doyması mümkün.”
“Hızlı da yeseniz yavaş da yeseniz sağlıklı yiyin”
Doç. Dr. Büyükuslu, Slow Food’un temelinde sağlıklı yeme alışkanlığının yattığına dikkati çekerek, “Yapılan araştırmalar, Slow Food beslenme şeklinin fast fooda göre daha sağlıklı olduğunu gösteriyor. Ama hızlı ya da yavaş yemekten daha önemli olan ne yediğinizdir. Organik tohumlarla üretilen ve kimyasal maddelere maruz kalmamış yiyecekler yiyin. Hızlı da yeseniz yavaş da yeseniz sağlıklı yiyin yeter.” dedi.
Belediyelerin, yerel yöneticilerin gerekli sertifikaları aldıktan sonra Slow Food hareketinin bir parçası olabildiğini aktaran Büyükuslu, şunları kaydetti:
“Slow Food’un çıkış noktası, kapitalizmin yaygınlaşmasına aracılık eden fast food zincirlerinin önüne geçmek ve lokal üreticileri korumaktır. Bu hareket, yerel üreticiyi korurken, gıdanın korunmasının farkındalığını da artırıyor. Sağlıklı kalmanın yolu sağlıklı beslenmeden geçiyor, sağlıklı beslenme de sağlıklı gıdadan geçiyor. Zaten geçmişimizde var olan beslenme kültürünü geleceğe aktardığımızda önemli bir adım atmış oluruz. Bir de kendi topraklarımızda ileri teknoloji ile sağlıklı gıdayı nasıl üreteceğimiz konusuna odaklanmalıyız. Gıda ekilen arazilerimizi korumalı, sağlıklı gıdaları üretmeli ve bunları gelecek nesiller için de sürdürülebilir hale getirmeliyiz. Şu an beslenebiliyor olmamız sorunları çözmüyor. Gelecek nesillerin bu topraklardan beslenmemesini sağlamak bizim en büyük sorumluluğumuz. Bu gün bu sorumluluğu göstermezsek yarın çok geç olacak zira dünya gıda sistemi çok büyük tehlikeler altında.”
İklim koşullarındaki olumsuz değişimlerin gıda kaynaklarını olumsuz etkilediğine vurgu yapan Büyükuslu, “Gelecekte sağlıklı gıda ve suya erişmek dünyanın en önemli sorunlarından biri haline gelecek. Şu an savaş nedeniyle kitlesel göçleri görüyoruz ama yarın dünyamızda gıdaya ve suya erişim için göçleri ve çatışmaları görebiliriz. Bunları bu günden yapmazsak yarın için çok geç olabilecek.” ifadelerine yer verdi.
Doç. Dr. Büyükuslu, Slow Food hareketine herkesin web sayfası üzerinden belirli bir ödeme yaparak üye olabildiğini belirterek, “Bir Convivium (bölgesel organizasyon) oluşturmak için harekete üyeliği tamamlanmış en az beş kişi bir araya gelerek, başkanlarını seçer. Oluşturdukları conviviuma bir isim verirler. Türkiye’de daha önce açılan convivium isimleri arasında Ankara, Antalya, Balkon Bahçeleri, Fikir Sahibi Damaklar bulunuyor. Bu isim amaca uygun bir isim olabileceği gibi şehir, kasaba, köy ya da bölge ismi de olabilir ama ülke ismi olamaz. Conviviumun kuruluş amacını belirten bir istek yazısı, İtalya’nın Bra şehrindeki merkeze iletilerek başvuru yapılabilir.” değerlendirmesinde bulundu.