“Avrupa’nın Birlik projesini zorlayan noktalar” başlıklı dosya haberin dördüncü bölümünde AA muhabirleri, Avrupa’da artan aşırı sağcı hükümetlerin AB politikaları, entegrasyonu ve geleceğine olası etkilerini uzman görüşleriyle ele aldı.
Son 5 yılda Avrupa, ekonomik sorunlar, yaşam standartlarındaki düşüş ve göç krizi gibi çeşitli faktörlerin etkisiyle aşırı sağ hareketlere yönelik destekte kayda değer bir artışa tanık oldu.
Fransa’da aşırı sağcı lider Marine Le Pen’in Ulusal Birlik’i, özellikle göçmen karşıtlığını kullanarak önemli bir güç kazanırken, benzer şekilde Almanya’da göçmen ve AB karşıtlığını savunan Almanya İçin Alternatif (AfD) de ülkenin Thüringen ve Saksonya eyaletlerinde 1 Eylül’de yapılan seçimlerde birinci ve ikinci parti olarak çıktı.
Almanya Federal Meclisi’nde 16 Aralık’ta yapılan güven oylaması neticesinde 23 Şubat’ta erken seçime gidecek ülkede, Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile başa baş oy oranına sahip AfD’nin büyük bir başarı elde etmesinden endişe ediliyor.
İtalya’da hükümet seçimlerden birinci çıkan aşırı sağcı Giorgia Meloni liderliğindeki İtalya’nın Kardeşleri (FdI) partisi, aşırı sağcı Matteo Salvini liderliğindeki Lig partisi ile merkez sağda konumlanan Silvio Berlusconi’nin partisi Forza Italia’nın (FI) oluşturduğu sağ koalisyondan oluşuyor.
Macaristan’da Viktor Orban’ın Fidesz partisi sıklıkla göçmen karşıtlığı ve Ukrayna konusunda AB ile çelişen politikalarla öne çıkarken, Avusturya’da aşırı sağ, ülkenin son 10 yılı aşkındır siyasi çehresini belirliyor.
Son 5 yıl içinde İspanya, özellikle Vox partisinin yükselişiyle somutlaşan aşırı sağ eğilimlerde dikkate değer artışa tanık oldu. Yunanistan’da düzensiz göçmen sayısının artması ve ekonomik krizle birlikte etkisini artıran aşırı sağ, Haziran 2023’teki genel seçimlerde son 50 yıldaki en büyük oy oranına ulaşarak mecliste 3 partiyle varlık göstermeye başladı.
Hollanda’da özellikle Geert Wilders liderliğindeki Özgürlük Partisinin (PVV) gücünü artırmasıyla, göçmen ve yabancı düşmanı eğilimlerde belirgin artış yaşandı. İslam karşıtı ve ırkçı söylemleriyle bilinen PVV’nin son seçimlerde açık farkla birinci parti çıkması Wilders’ı bile şaşırttı.
Ulusal egemenlik talepleri
Aşırı sağın Avrupa ülkelerinin hükümetlerinde varlığını artırmasıyla AB’nin merkezi karar alma mekanizmasından uzaklaşarak ulusal egemenliğe yeniden odaklanılması yönündeki çağrılar yükseliyor.
Genellikle “egemenlikçilik” olarak adlandırılan bu hareket, AB kurumlarının “ülkelerin içişlerine yönelik aşırıya kaçan müdahalesini” reddetmeyi ve üye ülkeler için daha fazla özerklik çağrısını temsil ediyor.
Sağcı liderler, ülkelerini etkileyen kararların genellikle yerel bağlamlar yeterince dikkate alınmadan verildiğini ve bunun da vatandaşlarının iradesini yansıtmayan politikalara yol açtığını savunuyor.
Giderek birçok Avrupa hükümeti yetkilerin ulusal hükümetlere geri verilmesi ve Brüksel’in müdahalelerini sınırlandırmak için AB anlaşmalarının yeniden müzakere edilmesi çağrısında bulunuyor.
Aşırı sağcı veya milliyetçi hükümetler tarafından yönetilen bu talepler özellikle Hukuk ve Adalet Partisinin (PiS) 8 yıllık iktidarını Aralık 2023’te kaybetmeden önce Polonya’da ve Orban’ın hükümetindeki Macaristan’da yankı buldu.
Polonya’da iktidarı sol, merkez sağ ve liberal muhalefet partilerin adayı Donald Tusk’a kaybeden PİS, hükümette kaldığı yıllar boyunca AB’nin yargı reformlarını “içişlerine müdahale” olarak nitelendirerek bunları uygulamaya karşı çıktı.
Orban özellikle göç politikaları ve “LGBT hakları” konusunda Brüksel’i yetkilerini aşmakla defalarca eleştirdi. Macar lider, AB’nin, sığınmacıların üye ülkeler arasında yeniden dağıtılması da dahil olmak üzere, Birliğin sığınma ve göç sistemlerinde reform yapılmasına yönelik önerilerini “egemenliğin ihlali” olarak nitelendirerek reddetti.
İtalya’da Başbakan Meloni’nin hükümeti ise AB’nin özellikle mali ve ekonomik politikalarda aşırıya kaçması ve göç politikası konusunda şüphelerini dile getirdi. AB’nin mali kurallarının ülkenin iç ekonomi politikalarını uygulama kabiliyetini kısıtladığını savunan Meloni, Brüksel’e ekonomik yönetişimini daha esnek hale getirecek reformlar yapılması çağrısında bulundu.
AB’nin temelleri sarsılıyor mu?
“Ulusal egemenliğe” vurgu yapan bu talepler, Birlik içinde siyasi kutuplaşmaların derinleştiği bir manzaranın yanı sıra Avrupa entegrasyonunun geleceğine ilişkin endişeleri de artırıyor.
Daha fazla entegrasyon yanlıları, ulusal egemenliğe geri dönüşün tek pazardan kolektif güvenliğe kadar AB’nin kazanımlarını çözme riski taşıdığını iddia ederken, aşırı sağcı liderler ise tutumlarının “Brüksel’in elitizm ve bürokratik aşırılık algısı nedeniyle yabancılaştığını” düşünen seçmenlerin iradesini yansıttığını savunuyor.
Hükümetler kadar Avrupa Parlamentosunda (AP) da “ulusal egemenlik” vurgusu yapan siyasi grupların artması, Birliğin politika yapım sürecinde de zaman zaman tıkanıklık yaşanabileceği sinyali veriyor.
AB ülkelerinde haziranda yapılan seçimler sonrası şekillenen yeni parlamentoda Orban öncülüğünde kurulan “Avrupa’nın Vatanseverleri” ve AfD liderliğindeki “Egemen Ulusların Avrupası” grupları artırdıkları sandalyeler sayesinde daha güçlü sesle AB’nin “ulusal egemenliğe saldırı” olarak gördükleri politikalarına tepki gösteriyor.
Tüm bu tartışmaların ortasında AB bir seçimle karşı karşıya: Politikalarını bu talepleri karşılayacak şekilde uyarlamak ya da kutuplaşmanın artması riskini göze almak. AB’nin ulusal egemenlik ve kolektif eylem arasında bir denge kurup kuramayacağı bu ikilemde önem arz ediyor.
“AB entegrasyonunda net bir gerileme”
AB Hukuku ve Politikaları Profesörü Alberto Alemanno, AA muhabirine yaptığı değerlendirmede, “AB Komisyonu yerine AB üyesi ülkeler ileriye giden yolu tanımladığı için AB entegrasyonunda net bir gerileme görüyoruz.” ifadesini kullandı.
Von der Leyen ile aşırı sağ arasında AB’nin temel politikalarını tehlikeye atacak düzeyde bir yakınlaşma olduğunu söyleyen Alemanno, “Bu yakınlaşma, çevre ve iklim eylemlerindeki ilerlemeyi tersine çevirebilir ve göreve gelen yönetimin AB vatandaşlarına ve Parlamentosu’na sunulan siyasi önceliklere bağlılığı konusunda şüphe uyandırabilir.” dedi.
Almanya Dresden Teknik Üniversitesi Öğretim Görevlisi Oliviero Angeli de “Aşırı sağın yükselişi, AB’nin ulusüstülük ilkesine önemli bir meydan okuma oluşturuyor. Aşırı sağ partiler genellikle ulusal egemenliğe öncelik veriyor, AB hukukunun önceliğini sorguluyor ve özellikle göç ve iltica alanlarında entegrasyonun temel sütunlarını tehdit ediyor.” diye konuştu.
Bu etkinin üye ülkelerin Şengen sınırlarına kontroller getirmesi ve ortak göç ve iltica politikasının uygulanmasında yaşanan uzlaşmazlıklarda görüldüğünü belirten Angeli, şunları kaydetti:
“Ancak, farklılıklar da var. İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin ‘İtalya Kardeşleri’ gibi bazı partiler, iç gündemlerini ilerletmek için AB platformlarıyla pragmatik bir şekilde etkileşim kurarken, Alman AfD gibi çoğunlukla henüz iktidarda olmayan partiler ise daha radikal bir duruş sergileyerek ulusüstü yapıları tamamen ortadan kaldırmakla tehdit ediyor.”